İklim değişikliği ve edebiyat... Feridun Andaç’ın yazısı...
İklim değişikliği günümüzde aktivizmi kaçınılmaz kılıyor. Susup oturarak, ah vah ederek sorunun önüne geçilemez. İşte burada uyarıcı, gösterici, ivdirici güç bence edebiyattır. Edebiyatçının artık alana inmesi gerekiyor. Edebiyatın, özellikle kurmacanın iklim değişikliğine bunca zamandır uzak duruşu sorgulamalıdır. Kaleminin ucu Amasralı madencilerin öyküsüne uzanamayan bir edebiyatçı çevreye ilişkin ne yazabilir?
TEPKİSİZ, YAKINAN BİR TOPLUMUN
KÖRLEŞME HALİ, YAĞMALARI
MEŞRULAŞTIRIYOR!
Çevre felaketlerinin giderek yoğunlaştığı, özellikle kent ormanlarının birer birer yağmalandığı günümüzde özellikle içgöçle kendini daha bir gösteren kuraklık, Anadolu coğrafyasının dününe döndürüyor insanı… Dahası, dünkü dünyamızın anlatıcılarını da düşünüyorsunuz ister istemez bu yağma ve kaç-göç düzeninde...
Her sabah-akşam yanı başından geçtiğimiz ormanlık alan, Çekmeköy’de nicedir konut yağmasına açıldı. Yeşilden suni duvarlar örüldü, geçenler oradaki ağaç katliamını görmesinler diye. Oysa yükselen vinçler, gece gündüz nasıl durmaksızın, beton blokların nasıl yükseldiğini anlatıyordu bize.
Tepkisiz, yakınan bir toplumun körleşme hali böylesi yağmaları meşrulaştırıyor ülkenin her bir yerinde.
BU KIYIM, YIKIM, YAĞMA KARŞISINDA
BİR YERLERDEN SESİNİZ ÇIKMALI!
Yaşar Kemal, 1973’te şunları yazıyordu: “Çağımızda doğanın yok edilmesi artık dünyamızın başlıca sorunudur. Havanın, suyun kirlenmesi, doğanın dengesinin bozulması insanlığın bugünkü sorunlarından başlıcasıdır.”1
Toprağın aşınmasından, toprağın dengesinin bozulmasından söz ediyordu... “Bir ülkenin gelişmesinde temel olan, öz topraktır. Bir ülkede toprak ölmüşse o ülke ağzıyla kuş tutsa kolay kalkınamaz” diye de ekliyordu. “Vahşetin kaideye dönüştüğü bir döneme girdik” diyordu Amitav Ghosh.
Edebiyatın tüm bu yok oluşlar / yok edişler / yağmalar karşısındaki tutumunun daha aktif olması gerektiğini de hatırlatıyordu.
Eğer çağın bu yağması, talanı karşısında susuyorsak; bunları tartışmaya açamıyor, gündemleştiremiyorsak öncelikle edebi türlerde ürün verenleri de sorumlu tutmalıyız. Romancılar, öykücüler, şairler… Röportaj yazarları, gazete makale yazarları… Bir yerlerden sesiniz çıkmalı artık bu kıyım, yıkım, yağma karşısında.
“Yaratıcı yok oluşun bir parçası” diyordu Ghosh, bu suskunluğa. Ve şunları ekliyordu: “Görünen o ki, sorun bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyor. İklim krizinin tüm dünyada yarattığı mevcut sıkıntılardan bihaber çok az yazar olduğuna eminim. Bunun hakkında yazmayı tercih eden bir yazarın neredeyse her zaman kurgu dışı yazması da çarpıcı gerçeklerden biri.”2
SUSUP OTURARAK, AH VAH EDEREK
SORUNUN ÖNÜNE GEÇİLEMEZ!
Arundati Roy, bu bilinçle bakışın yazarıdır. Kurgu dışında yazdıklarında iklim krizi, çevre sorunlarına dair yazdıkları, anlattıkları önemlidir.
Yaşar Kemal ise çevreye ilişkin kurguladıklarını söylemeden önce yaşayan biridir. Dahası o gerçekliklerin tanığıdır, bunların içinden çıkıp gelmiş biridir. Fakir Baykurt da öyledir; “Dikenlerin içinden çıkıp geldim” der.
Edebiyatlarını bu bilinç üzerine kuran yazarların bir döneme tanıklıkları bugünün yağmasına karşı susanların dönüp okuyacakları ana anlatılar olacaktır.
İklim değişikliği günümüzde aktivizmi kaçınılmaz kılıyor. Susup oturarak, ah vah ederek sorunun önüne geçilemez. İşte burada uyarıcı, gösterici, ivdirici güç bence edebiyattır. Edebiyatçının artık alana inmesi gerekiyor.
Soma gerçeği görmeyen, bilmeyen, gidip oranın havasını solumayan bir romancının, öykücünün, şairin yazabileceği bir şey yoktur.
“Uzaktan maval okumak denir,” olsa olsa! Hele çağımızda, bugünün dünyasında “enerji krizi”, “konut sorunu” vb. denilerek yağmalanan doğa/ çevre tümüyle insan kaynaklıdır. Yani “insan”ın ihtiyacı öne sürülerek gene “insan” eliyle gerçekleştiriliyor. Toprağı çölleştiriliyor, havası kirletiliyor, ormanı yok ediyor… Ötede suspus kalışlar…
MEYDAN OKUMA BİLİNCİ OLUŞMALI!
Ghosh’un da altını çizdiği gibi, “iklim değişikliğine ilişkin temel bakışımız” da meydan okuma bilinci oluşmalıdır.
İşte bunun gerçekleşmesinde birbirini tümleyen iki yol var: “alana inmek”, “edebiyatla beslenmek”. Edebiyatın, özellikle kurmacanın iklim değişikliğine bunca zamandır uzak duruşu sorgulamalıdır. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt örneğini verdim; yapıtlarında bu sorunu ilk dile getirenlerden. Buna Halikarnas Balıkçısı’nı, Sait Faik Abasıyanık’ı, Yaman Koray’ı da eklemleyebiliriz.
KALEMİNİN UCU AMASRALI MADENCİLERİN
ÖYKÜSÜNE UZANMAYAN BİR EDEBİYATÇI
ÇEVREYE İLİŞKİN NE YAZABİLİR?
Yaşadığımız çağın karbon ekonomisi, her şeyi ürettiği gibi tüketiyor da. Haz çağında yaşanan her bir şeyin ucu doğanın katledilmesine uzanıyor. Edebiyatı tüm bu oluş / bitiş dışında düşünmeliyiz.
Amasralı madencilerin öyküsü yeni oluşan bir durum değildir.
Kaleminin ucu oraya uzanamayan bir edebiyatçı çevreye ilişkin ne yazabilir? Ya da Elias Canetti’nin söylediğini bir kez daha tekrar edersek: “Gerçekten bugün yazar olma hakkından ciddi olarak kuşku duymayan kimse yazar sayılmaz. İçine yaşadığımız dünyanın durumunu görmeyenin o dünya üzerine yazacak hemen hiçbir şeyi yoktur.”3
1 Ağacın Çürüğü / Yaşar Kemal / Milliyet Yayınları / 389 s. / 1980.
2 Büyük Kaos / Amitav Ghosh / Çeviren: İrem Uzunhasanoğlu / Timaş Yayınları / 207 s. / 2022.
3 Sözcüklerin Bilinci / Elias Canetti / Çeviren: Ahmet Cemal / Sel Yayınları / 311 s. / 2015.
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da hissedilen deprem!
- Türkiye'nin en ünlü tekstil devi kapandı
- SMA'lı bebeğin babası intihar etti!
- Salonu terk ettiler!
- 'Bunu da yaptınız, yazıklar olsun!'
- Türkiye bağlantıları dikkat çekti!
- Muğla'da helikopter kazası: 4 kişi öldü!
- Fenerbahçe'den Jose Mourinho kararı!
- 79 yaşındaki kadın denize atladı: Hayatını kaybetti!
- 'BM kararlarına uyuyoruz ama...'