‘Her yaşta, yeni bir sen mümkün!’... Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...

Anıl Basılı, zor olanı seçmeye, başarı öyküleri için çırpınanların yanında durmaya, bir aynılaştırma fırsatına dönüştürülen “başarı” dayatmasının kofluğunu tartışmaya çağırıyor. Başarısızlar Kulübü ve Büyük Dostum yapıtlarını okuduğunuzda kimi “keşke”lerinizin nasıl da “iyi ki”ye dönüştüğüne şaşacaksınız.

Yayınlanma: 15.01.2023 - 00:01
Abone Ol google-news

Anıl Basılı’nın “Başarısızlar Kulübü” ve “Büyük Dostum” yapıtlarını bir arada okuyunca aklımda uçuşanları ilkin kendime sonra kendisine sordum.

“Büyük Dostum”; “sokaklarında sekseklerin, ip atlayan çocukların, rengârenk çiçeklerle süslü ağaçların, yüzme yarışı yapan yaşlı teyzelerin eksik olmadığı Büyükada’da geçiyor.” “Başarısızlar Kulübü”nün öyle belirgin bir mekânı yok. Ama hepimiz için tanıdık, içinden düşe kalka geçtiğimiz bir yere, okula çağırıyor bizi...

Farklı hikâyeler barındırsa da iki yapıtın çıkış noktası başarı-başarısızlık tartışması. Dahası, iki yapıtın kahramanlar ve karakterleri öylesine sahici ve tanıdık ki daha dün birlikte olduğunuz duygusuyla bir anda kendinizi, öykülerin akışında bir yerlerde; bazen bir bahçede, sahnede, okul sırasında, yarışma ya da dayanışma sürecinin yüreğinde buluyorsunuz.

Bazen çocuk oluyorsunuz anababanızın gözlerinin içine bakan... An oluyor öğretmen oluyorsunuz, bütün bir okul dikiliyor karşınızda...

Sonra “keşke”lerinizle “iyi ki”leriniz karşı karşıya geliyor. Hakem mi olsanız, oyuncu mu (hangi takımda oynarsanız artık) bilemiyorsunuz.

Anıl Basılı, zor olanı seçmeye, başarı öyküleri için çırpınanların yanında durmaya, onlara kol kanat germeye çağırıyor bana sorarsanız. Bakalım kendisi ne diyecek?

Şunu da sormadan edemiyorsunuz kendinize: Başarısız olduğumuz işleri bir yerlere koyup üstlerini örterek unutmak mı (Sahiden unutulur mu onlar?), yeniden yeniden denemek mi? Başarılı olmakta mı yatıyor asıl haz yoksa süreçte mi? Ya başarısızlıkların kıymeti?

Haydi, soralım, o da söylesin.

ÖYLE BİR İHTİMAL YOK!

- İki yapıtınızdan yola çıkınca Montaigne’in, “Bir insanda insanlığın bütün halleri bulunur.” deyişini anımsadım. En iyi olma hırsıyla başarısız olma korkusu arasında bir yerlerde hepimize yer var, hepimize pay düşüyor sanırım bu “zenginlik”ten... Ne dersiniz?

Kesinlikle! Eve dönerken yanımızda götürebileceğimiz bir başarısızlık ihtimalimiz olmadan büyüyoruz, başarı yarışında öne geçeni alkışlıyoruz. Peki, kendini geride kalmış hissedenlere ne oluyor? Başarımızla nasıl gurur duyuyorsak, aynı şekilde başarısızlıklarımızla da gururlanmalıyız. Bizi biz yapanlar; bütün hallerimiz… Çocuklarla hatta yetişkinlerle bir araya geldiğimizde herkes kendini bir adım öne atıp hangi konuda ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor. O zaman şöyle bir anlam çıkıyor: Ya hiç başarısız olmuyoruz ya da başarısızlıklarımızı gizlemede bile çok başarılıyız.

- İki yapıt da “başarısızlık” olgusu, o gerçeklikle baş etme sorunsalı ekseninde ilerliyor. Pasaknaz Teyze’nin içine yuvarlandığı, zamanında üstesinden gelemediği için de uzun yıllar hayatını etkilediği “başarısızlık” öyküsüyle (“Büyük Dostum”), Çimen ve arkadaşlarının (“Başarısızlar Kulübü”) “Başarılı olmak zorunda değiliz!” yaklaşımıyla aldıkları yol ve geride bıraktıkları kırgınlık, bize sorunları halının altına süpürmekle, onların üstüne gitmek arasında seçenekler sunuyor. Bu bağlamda “Büyük Dostum”un daha sonra yayımlanmasını da “erteleme, unutmaya çalışma, üstüne git!” çağrısı olarak da değerlendirdim...

Aralarındaki ilişkiyi fark etmeniz beni çok mutlu etti. Günümüz insanından, toplumun sınırlarından, sınırlandırdıklarından… hepsinden izler taşıyor. Çocuklukla başlayan ertelemeler yetişkinlik yıllarında pişmanlığa dönüşüyor. Başarısızlar Kulübü’nün hatırlattıkları, “Büyük Dostum”un unutturmaya çalıştırdıklarının önüne geçiyor. Her yaşta, yeni bir sen; mümkün. Karakterlerin gerçek hayatta rastlanılabilir oluşu, belki bir nevi ayna görevini üstlenebilir.

Desen: EMRE KAYACAN

ERKEN BAŞLAYAN ERTELEMELER

- “Büyük Dostum”un ilk satırları arasında “nar ağacı, lavanta, hanımeli, pembe melek borazanı, begonvil ve mimoza ağacı” karşılıyor okuru... Az sonra da manolya gülümsüyor. Son bölümde yine o bahçe ve manolya ağacı sanki uğurluyor, yeni okuma yolculuklarına... O “bir daha ele geçmez ülke”ye/ çocukluğa özlemin ötesinde aslında kıymet bilmeye bir çağrı gibi de düşündüm bu seslenişi; ne dersin?

Çoğumuz çocukluğundan bahsederken heyecanını gizleyemiyor. Bazılarının gözleri doluyor, kimisi sinirleniyor, birileri pişmanlıklarını tartamıyor artık. Her an çok kıymetli. Bakın şu satırları yazarken bile kaldığım ikilemlerin bir dönüşü yok. Yolculuğu başlatan seçimlerimiz değil, geri dönebilme ihtimalinin de olduğunu bilebilmemiz. Atlas eğer mektuplarını vermek için 15 yıl beklemeseydi, Pasaknaz Teyze nasıl değerlendirirdi o zamanı? Ertelemelerimiz çocukken başlıyor ve büyüdüğümüzde de son bulmuyor. Keşkelerimizden kurtulma vakti…

- “Başarısızlar Kulübü”nün “başarısız” aşçısı Mutlu’nun, “Dene, yine dene, yenil ama yine dene, dene ama yine yenilerek dene...” seslenişi aklımıza hemen Samuel Beckett’in o unutulmaz “hep denedin/ hep yenildin/ olsun/ gene dene/ gene yenil/ güzel yenil” dizelerini getirdi. Yenilgiyi, başarısızlığı hayatın akışında nereye koyacağımız üzerine de bir çağrı sanki bu iki kitap...

Tecrübelerimizi yaşla sınırlamaya bayılıyoruz. “Belli bir yaşa kadar şunu yaparım, sonra zaten hayatımın bir düzeni olmak zorunda, sonrası malum…” Kendimizi hayali çemberin içinde, kırık dökük duvarlar arasında çarpmaktan hayatı yaşamaya zaman kalmıyor. Her yaşın başka bir yenilgisi ya da deneyişi var. Yetişkinlerin hayatı inanılmaz başarısızlıklarla dolu ama ne yazık ki çok iyi birer gizleyiciler. Bir başkasının yanında duyabileceğimiz yenilgi cümlelerine sabrımız yok. Denemeye zaten zaman yok!

TANIDIK KARAKTERLER

- İki kitabı birlikte okurken Pasaknaz Teyze’yi -Atlas’ı da elbette-, Çimen’i, Yağmur’u, Polen’i... tanıdığımdan bir an olsun kuşku duymadım. Yer yer yapıtlar için seçilen mekânları kendi yaşadıklarımla örtüştürdüğümü, kendimi, o artık birer anıya dönüşmüş “yok” mekânlarda duyumsadığımı belirtmeliyim. Mekânlar mı aynı, değişmeyen bir şeyler mi var, değilse?

Hepimizin evinden, mahallesinden, belki sokakta geçerken karşılaştıklarından… Yazarın kendisini kapattığı yer değildir mekân. Kokudur, tanıklıktır, bazen bir sestir.

- Atlas’ın Pasaknaz Teyze’sine farklı bir yöntemle yazdığı mektuplar, aslında ne zamandır unutulan mektup olgusuna da incelikli bir çağrı bence. Katılır mısın?

Mektup yazarak ya da mektup okurken mutlu olanları gördüğümden belki, bu cümlenize sarılmak istedim. Mektupların iyileştirici bir yönü var. Dijitalden düşen bir mesaj gibi değil. “Seni düşünerek, hayal ederek, anlatmak istediklerimi toparlayarak geçtim masanın başına.” Okullardan gelen mektuplarla, yetişkin okurların gönderdikleri mektuplarla mutlu oluyorum. Unutulmamalı.

OKUMANIN ÖNCESİ, GÖRME ALIŞKANLIĞI

- Pasaknaz’ın kitaplardan uzağa düşmesinin sakladığı gizi ararken okuru, benzer arayışlara/ Atlas olmaya çağıran bir ses de duyuluyor alttan alta... Okur olmak yetmiyor/ yetmez de diyor bize bu yapıt.

“Benim çocuğum kitap okumuyor.” Ailelerden en çok duyduğumuz cümlelerden biri. Sonra kitap okumuyor denen çocuğa bakıyorum, okuyor. Ailenin beklentisi çok kitap okuması, sayısal olarak hedefi sayfa sayılarla ölçen bir sistem kurulmuş. Peki, o çocuğun sindirerek okumasını, eleştirel okuma yapıp yapmadığını kim sorguluyor? “Büyük Dostum”la, Pasaknaz Teyze ve Atlas’la şunu fısıldamak istedim: Herkes çocuğunun kitap okumasını istiyor ancak evde kitap okuyan kimse yok. Peki, siz niye okumuyorsunuz? Okuma alışkanlığının öncesi görme alışkanlığı. Çocuklar kitap görerek büyümüyorlar. Kütüphaneye götürenleri, fuar ziyaretinde eşlik edenleri, kitapçıda rastgele geçirecekleri zamanları yok. Neden? Çünkü çocuğun zamanını yetişkin belirliyor. En iyi onlar biliyor!

- Neden küçük bir tökezlemede “Pasaknaz” oluruz; çoğunlukla kırılıp dökülürüz, bırakır gideriz sahneyi; neden başkasının başarısızlığına güleriz de kendi hallerimize göz kırpmayı olsun beceremeyiz? Çimen olmak bu denli zor mu?

Kendimize dürüst olamayışımızdan, belki komşunun çocuğuyla kıyaslandığımız onca seneden, başka birinin gölgesinde büyümekten, zorbalığa susmaktan… Bir masada parmaklar bizi gösterdiğinde hemen dikkati dağıtmaya çalışır, sanki olası bir hatanın bedelini ödemek zorunda bırakılmış gibi hissederiz. Oysa hata yapma hakkımız, başarısız olma şansımız, kendimize gülme hakkımız her daim olmalı. Kemal Sayar, “İnsan bir başkasını en çok yaralarından tanır, kendi yaralarından.” der. Bu duyguları ya da durumları sadece biz yaşamıyoruz! Sokakta düşe kalka ilerleyen herkesin kalbinde aynı “kabuk tutmama” hissi var.

- Teşekkür ederim sevgili Anıl. Yeni yılda yeni kitaplarda buluşmak üzere...

İçtenlikle çıkardığınız bu değerli yolculuk için ben teşekkür ederim. Sorular, sorgulamalar hiç bitmesin, cevaplar yeni yılda da yolumuzu aydınlatmaya devam etsin dilerim.

Başarısızlar Kulübü (Resimleyen: Emre Karacan / 155s.) - Büyük Dostum (110s.) / Anıl Basılı / Timaş Yayınları / 10+ / 2022.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler