Feridun Andaç’tan ‘Yüzler, İzler, Gölgeler’

Usta yazar ve eleştirmen Feridun Andaç’ın yeni deneme kitabı Yüzler İzler Gölgeler: İnsan Kavşağı’ndaki Sesler, Renkler 1, Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlandı. Bu fırsattan yararlanarak Feridun Andaç ile neler konuşmadık ki! Yazılarına ve yapıtlarına damgasını vuran, yazına sözün izinde, anlamın peşindeki bakışını, kavrayışını…Uzun yıllara varan yayıncılık deneyimlerini… Yazarların düşünce ikliminin peşine düşmenin, yazı / okuma / görüşme yolculuğunun geliştirmesini sağladığı düşünme biçimini… Gerçek yazarın sözü sesler, renkler, yüzler, izler, kokularla buluşturduğu yerle dil yurdunu nasıl kurduğunu… Yol ve yolculuk imgelerinin yazını ve düşünündeki yerini… Arayışın şiirine tutkusunu… Yeni kitabının denemeden incelemeye de dönüştüğü dönemler / akımlar / kuşaklar arası düzlemini… Denemenin doğası, yordamı, türler arası yolculuğunu… Kitabında taşradan kente, farklı şafaklarda boy veren kadın erkek tedirgin insandan devrimci yurttaşa, bireyselden toplumsala, yerelden evrensele irdelediği yazarlara ilişkin değerlendirmelerini… Ve elbette yeni tasarılarını…

Feridun Andaç’tan ‘Yüzler, İzler, Gölgeler’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.12.2022 - 00:03

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘İLGİ / YAZI ODAĞIMDA YALNIZCA EDEBİYAT YOKTUR!’

- Yeni deneme kitabınıza neden Yüzler İzler Gölgeler: İnsan Kavşağı’ndaki Sesler, Renkler 1 ismini verdiğinizi anlatmanızı rica ederek başlayalım söyleşimize.

İlgi / yazı odağımda yalnızca edebiyat yoktur. “Hayata dörtkol çengi bakmak” derdi Yaşar Kemal, bir yazarın hayatla alışverişinden söz ederken. Bir bakıma öyledir benim yazı yolculuğum da. Hayatın içinde, hayatın yanılsamalarıyla dolu.

Edebi yolculuğumu yalnızca edebiyatla çerçevelediğimi söyleyemem. Sinema, müzik, fotoğraf ve birçok disiplin ilgi alanımdadır. Nasıl yaşar, nasıl okursanız öyle yazarsınız derim. İşte bu ilgi odağımdaki okumalarım, izlemelerim, yakınlıklarımla gelen yazıları bir araya getirme isteği tanıklıkla doğdu diyebilirim. Buluşan, buluşturan zamanların kültürel birikimine bakış aynı zamanda.

‘YAZAN İNSAN YOLDA İNSAN!’

- Yazılarınıza ve yapıtlarınıza damgasını vuran, yazına sözün izinde, anlamın peşindeki bakışınızı, kavrayışınızı, sizi harekete geçiren o biçemsel ve içsel ana yolu anlatır mısınız?

İlişkilendirmeler, bağlantı kurmalar diyebilirim. Ama öncelikle “iyi okur” / “çalışkan okur” olduğumu söyleyebilirim. Bunun bir “meziyet” olmadığını, yazan her kimsenin öncelikle iyi okur olması gerektiğini söylemek isterim.

Yazmak yaşamı ciddiye almaktır benim gözümde. Yaşadığın her ânı kıymetli kılmaktır. Bugünün değerini bilmektir de. O nedenle yazının ucuyla hayata bakarken yeryüzünün anlamının keşfine çıkarsınız. Her şey sizi ilgilendirir. Geçen zamandan bu zamana uzanan her bir değer/katman gözünüzde anlam kazanır.

O nedenle yazının ucuyla bakarken görür hisseder, önünüzdeki o geniş yolların yolcusu kesilirsiniz. Bu da her durumda içsel yolculuklara hazırlar size. Yazınca görmek derim. Yaşama yolunuza yazının gölgesi düşerse bundan daha zenginleştirici bir şey olamaz benim gözümde. O nedenledir ki, yazan insan yolda insan, derim…

‘ASAL OLAN SANATSAL YARATICILIĞA, SANATIN YAŞAMI ÖLÜME KARŞI BİR SAVUNMA BİÇİMİ OLDUĞU GERÇEĞİNE İNANMAK!’

- Kitabınızda kimi yerde anılarınızla da bileşen irdelemelerinizde öne çıkan çağının tanığı yazarların ve yapıtların öz etkileşimlerine, yazını varsıllaştıran o temasa, varoluşsal göbek bağına ve yaşattıkları dünyanın gerçekliğine tutkunuza ilişkin neler söylersiniz?

Öncelikle merak demeliyim. Bilme, öğrenme, keşfetme merakı bana tüm kapılarını aralamıştır evrenin. Sanırım asal olan da sanatsal yaratıcılığa inanmak, hayatın kavranışında / yaşanmasında; sanatın yaşamı ölüme karşı bir savunma biçimi olduğu gerçeğine inanmak diyebilirim.

Yazının, edebiyatın yanı başında sinema hep olmuştur; resim, fotoğraf, müzik de öyle. Yazmak, edebiyat bağ ve bağlantı kurmak için iyi bir disiplindir benim gözümde. Bir mimarın yazması ne büyük zenginlik, bir sinemacının da öyle.

Tarkovski; Bnuel, Bergmann yazmasalardı onların o saklı dünyalarına yolculuk yapamaz, yalnızca filmleriyle kalırdık. Her biri dünyayı anlamamıza, yaşadığımız ânları zenginleştirmemize katkıda bulunmuştur.

- Yazarları yazıda var eden düşünce ikliminin peşine düşmek; bu yazı / okuma / görüşme yolculuğunuz zaman içinde sizde nasıl bir düşünme biçimi geliştirmenizi sağlamıştır / sağlamaktadır?

Yazarın işidir görmek, anlamak, göstermektir. Ve elbette iletişim kurmak…Bu bir yana, kendini inşa ederken neyi / niçin / nasıl yapmak gerektiğini de öğrenmenin peşindesinizdir. Bunun da ancak başka yazarların yazdıklarına, onların yaratıcı dünyalarına dönerek öğrenilebileceğini bilmek yolculuğuna çıkmak…

Öyledir, sanat eğitimine inansam da; felsefe diploması sizi felsefeci kılmayacağı gibi, bir filolojiden çıkmak sizi edebiyatçı yapamaz. Deyim yerindeyse, bazı “meziyetler”in oluşması; koşulların gücü kadar, sizin çalışma / yaratma, bilme / öğrenme azminize, tutku ve arzularınıza, o işe / uğraşa sadakatinize bağlıdır diye düşünürüm.

Bir örnek vermek isterim: Paris’e yolum düştüğünde yazar evlerine, müzelere giderim sıklıkla. Rodin Müzesi hep ilham verir bana. Onun yaratıcılığının gözlemcisi kesildiğimde; tutkuyu / bağlılığı / sadakati ve çalışma azmini görürüm. Birkaç ömrü yaşayarak bunları var ettiğini hissederim.

Benzer şeyi, Frankfurt’a her gidişimde uğradığım Goethe Müzesi’nde de hissetmişimdir. Hele Goethe’nin çalışma masasındaki izlerin izleyicisi kesilmem… Adeta savaşarak yazdığı düşüncesini vermiştir bana! Bu tür yolculukların esinleyici olduğu kadar, kendi rotanızı çizmede öğreticiliğine inanırım.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘TAMAMLANMAMIŞLIK DUYGUSU HEP OLMALIDIR BİR YARATICIDA!’

- Yazarın ideolojisi ile yazınının bileşiminde ve bunun topluma yansısında nelere dikkat kesiliyor, evrensel yazına hümanist çizgide ilerleyişlerini nasıl çözümlüyorsunuz?

İlgi ve bilgi alanları olmalıdır bir yazarın. Bir de dünyayı okuma / yordamlama biçimi… Kendi yol haritanızı oluştururken, ki buna sıklıkla ‘kendi katedralini inşa etmek’ der, Gaudi’nin yapıtlarını örnek olarak gösteririm. Tamamlanmamışlık duygusu hep olmalıdır bir yaratıcıda. Yeniden yeniden kurmak, ilerlemek için kaçınılmaz duyguları taşır size.

Geçişler ve durulmalar adını verdiğim bir yolculuktur bu esasında. Bir yanıyla anlama / değer kılınana dönük içerlek bakışın yansılarını verme; ötede ise arınma yolunu aydınlatma. Bunu siz tek başınıza gerçekleştiremezsiniz. Yazının da enstrümanları vardır. Hep “özne” olmak durumunda değilsiniz.

İşte bu noktada eleştiri, deneme biçimleri bir anlatıcının olmazsa olmazıdır edebiyatta. Edebi denemenin ibresi sizi buralara taşıyor ister istemez. Yapıtına / yaşamına uzandığınız her yazar / anlatıcı / sanatçı o bütünün parçaları olarak karşınızda.

Sizin ona bakışınızda taşıyıcı / değerlendirici yan var. Bu seçimleri de kurduğum okuma / bilme / anlama bağlantılarına göre yaptığım için “yüzler / izler / gölgeler” metaforunu uygun buldum yan yana getirirken.

‘OKTAY AKBAL KURUCU YAZARDIR!’

- “Edebiyatımızın gören, düşünen gözü” olarak nitelediğiniz Oktay Akbal’ın yer aldığı yazınızda da imlediğiniz üzere bir yazarın dili kurmadaki tavrı ve buradan hareketle geliştirdiği dil bilincini açmanız adına sorarsam; sözü taşıdığı ve sesler, renkler, yüzler, izler, kokularla buluşturduğu yerle gerçek yazarın dil yurdunu nasıl kurduğuna ilişkin düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Kurucu yazarlardan söz ederim. Her edebiyatta olagelendir bu. Oktay Akbal örneğinde şunu söylemek isterim hemen: Kurucu bir yazardır benim gözümde. Türkçeye yeni bir açılım getirmiştir; hem dili kullanma biçemi hem türsel zenginlik açısından. Öykü, roman, deneme, günlüklerine baktığımızda bunu iyice gözlerim.

Üslupçu bir yazardır. Size Türkçe nasıl yazılabileceği, düşünülebileceğini öğretir. Dil ve düşünce yoksulu olanların açıp Akbal’ın herhangi bir metnini okursa görüp öğreneceği ne çok şeyin olduğunu görür.

‘YAZARIN YURDU DİLİDİR!’

Yazarın yurdu dilidir, derim. Ve o dil bir yere / kültüre aittir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, diliniz sizin yurdunuzdur. Oraya döner yazarsınız. Bir yazarın aidiyetini belirleyen en temel şey.

Bu bilinç aşısının taşıyan yazarlar o ülkenin her anlamdaki inşasında temel harçtır benim gözümde.

Heinrich Böll, savaştan, yıkıntılar arasından çıkan bir kuşağın yazarı olarak şunu diyordu: Eğer Goethe olmasaydı, onun bize taşıdığı Almanca olmasaydı biz bu yıkıntılar arasında çıkıp bir edebiyat kuramazdık.

‘YARATMA DUYGUMUN İVMESİ YANI BAŞIMDAKİ DEFTERLERİMDEDİR!’

- Vazgeçilmezini defterinizi anlatmanızı mutlaka rica etmeliyim. Bir defterden çok daha ötesi demek yanlış olmaz sanırım? Ve neler not alıyorsunuz son zamanlarda?

Benim için yaratma duygusunun ivmesi hep defterlerimdedir. Ressamın fırçası, tuvali, müzisyenin sesi / müzik aleti gibidir. Defter ve kalem yaratıcılığın odağında yer alır. Bunun keşfi bir yazar için gereklidir, hatta olmazsa olmazıdır.

Gezindiğim, nefes aldığım her yerde yanı başımdadır defterlerim. Okurken deftersiz yapamam; sürekli notlar alır, yazılar yazarım. Masamdaki bilgisayar son işlemcidir benim için. O nedenle yazı masamda bilgisayar bulundurmam. Onun masası ayrı yerdedir.

Defterlerim kesin yalnızlık ister, ışık ister, kendi sesinin sesinde kalemlerimin arzusu da budur benden. Yazarken her biri birer canlıdır benim gözümde. Yazılan/yazılmayan defterlerimin çokluğu kalemlerimle orantılıdır neredeyse; kalem koleksiyonu merakım da bundandır sanırım.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘YAZMAK İÇİN GİTMEK YAZI ROTAMIN ODAĞINDA YER ALIYOR.’

- Sizi tüm yapıtlarınızda ve yazılarınızda harekete geçiren yol ve yolculuk imgelerinin yazınınız ve düşününüzdeki yerine ilişkin neler söylersiniz?

Sanırım erken yaşlarda yolculuklarla tanışmam, gitmeyi seçmem; bir zaman sonra da doğduğum yerden kopmam yolculuğu bir anlatı metaforuna çevirmemde etkili oldu. Hale tren yolculuklarını, otobüslerle gitmeyi severim.

Yazmak için gitmeyi seçen biriyimdir. Abartısız, bazı kitaplarımı gittiğim yerlerde yazmışımdır. Örneğin; Paris Bir Yalnızlıktır, Gölgesi Kalemimin Ucunda: Montaigne, Susan Bir Yerin Dili kitaplarım…

Yol imgesi aynı zamanda yaratıcılığı tetikleyen bir şey. Bir de göçebe yanlarımızı düşünecek olursak; bir zaman sonra kimlik / köken / adiyet yolculukları başlıyor ister istemez. İçimdeki sürekli gitme arzusunu besleyen şeyleri keşfettikçe, yersiz-yurtsuzlaşmanın ne anlama geldiğini de yazı yoluyla anlamlandırdığımı söyleyebilirim.

Yazmak için gitmek, sanırım benim yazı rotamın odağında yer alıyor. Üstelik karşılaşmaların diliyle konuşan biriyseniz…

YAZIN, DÜŞÜN, SANAT YOLDAŞLARI

- Geçmişten bugüne doğrudan dirsek temasında bulunmanın yanı sıra yola çıktığınız, yolculuklar yaptınız, yoldaşlık ettiğiniz yazın / düşün / sanat insanlarının isimlerini anarsanız başlıca kimler gelir?

Bu öylesine çok, öylesine anlamlıdır ki benim için. Örneğin; hemen Sait Maden’den, Yaşar Kemal’den başlamak isterim.

Refik Durbaş, Oktay Akbal, Aziz Nesin, Erhan Bener, Demir Özlü, Fakir Baykurt, Asım Bezirci, Necati Cumalı, Tarık Dursun K., Onat Kutlar, Erdal Öz, Ülkü Tamer, İlhan Berk, Melih Cevdet Anday, Adnan Binyazar, Emin Özdemir, Şemsettin Ünlü, Vüs’at O. Bener, Adnan Özyalçıner, Memet Fuat, Fethi Naci, Hulki Aktunç, Nedim Gürsel, Vedat Günyol, Nezihe Meriç, Tomris Uyar, Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Gülten Akın, Erendiz Atasü, İnci Aral, Ayşe Kilimci, Ferit Edgü, Orhan Duru, Hilmi Yavuz, Özdemir İnce, Ataol Behramoğlu, Emre Kongar… Ve elbette kendi kuşağımdan yazarlar: Hüseyin Haydar, Haydar Ergülen, Metin Cengiz, Yiğit Bener, Gürsel Korat, Turgay Fişekçi, Semih Gümüş, Atilla Birkiye, Meltem Arıkan, Esmahan Aykol…

‘NECATİGİL, ŞİİR DUYARLILIĞIMIN; NÂZIM, NERUDA, MELİH CEVDET, ATTİLÂ İLHAN, ŞİİR BELLEĞİMİN OLUŞMASINDA ETKİLİ ŞAİRLERDİR!’

- Şiirin abece’sinde düşün dünyanıza ilk değen neler oluyor? “Hayatın, aşkın, savrulmanın dilini orada öğreniyoruz” dediğiniz arayışın şiirine tutkunuz sizi türler ve metinler arası hangi eşiklere taşıyor? Ve bilmez gibi sormalı; neden şairiniz Behçet Necatigil?

Şiir duyarlığımın oluşmasında Necatigil’in etkisini yadsıyamam. Hayata ve insana dokunan bir şiirin ustasıdır o. Onu Oktay Rifat ve Dağlarca ile yan yana anarım nedense. Nâzım Hikmet, Pablo Neruda, Melih Cevdet Anday, Attilâ İlhan şiir belleğimin oluşmasında etkili şairlerdir.

Ama tüm bunlardan önce halk şiirini keşfim önemlidir duygu belleğimde. Karacaoğlan, Dadaloğlu… Ve tabii ki halk hikâyeleri… Köroğlu destanları, Emrah ile Selvi, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre hikâyeleri…

Şiir belleğine giden yolun sözlü kültürden geçtiğini öğrenmem sanırım yazma duygumu besledi. Hele Yunus Emre’yi keşfim… Evimizde elimden düşmeyen Yunus Emre Divanı kutsal kitaptı benim için.

Çağdaş şiirimizin keşfinde “İkinci Yeni”, toplumcu şairler ve “1960 Kuşağı” etkilidir; okumanın ötesinde birçok yönde bana kapılar açmıştır şiirimizin bu birikimi.

‘KENDİ YAZARLARINIZ OLMALI!

- Sanatta ve yazında bilgelerin, bilgeleşenlerin, bilgelik yolunun nasıl bir takipçisisiniz?

İz süren biriydim. Edebiyatın bileşik kaplardan oluşan bir mecra olduğuna inanırım. Kendi yazarlarınız olmalı derim sıklıkla. Duyguda, düşüncede yol arkadaşlığı edebilecekleriniz. Örneğin; “Calvino, Ruhum Benim” adını verdiğim bir kitabı kurmaktayım yıllardır. Öyle ki, hiç bitmesini istemediğim!

Benim yazarım kıldığım biridir Italo Calvino. Çehov öyledir, Sait Faik… Yazı evimde bir Yaşar Kemal çalışma masam olduğunu söylersem… Ona dair beş kitaplık çalışmamın üçüncüsü yayımlanacak, dört ve beşinci ise o masada yazıladuruyor…

Eğer iz sürmek derseniz, biraz da böyledir benim çalışma yordamım. Vüs’at O. Bener ile Erhan Bener’i anlatan bir kitabın kurulmasına da öyle başladım… Salâh Birsel kitabımı da böylesi bir duyguyla yazıyorum.

Uzun yazı serüveni bence biraz da bilgelik gerektirir. Bu da öyle erken yaşta gelen bir şey değildir. O nedenle bazı kitapların / yazıların yazılması zaman gerektiriyor. İz sürmenin aynasının sırlı yanında olanları biraz da böyle görmekteyim. Bekleyerek yazmak…

‘BİRİKTİREN BİRİYİMDİR.. ÖNCELİKLE İNSAN… KÜSLÜKLER DE OLSA, KIYMET BİLENİMDİR!’

- Çok isim var ve hepsini burada konuşmamız olanaksız kuşkusuz fakat özellikle kitabınızın adına tomurcuk veren Vedat ağabeyimiz (Günyol), Türkçenin en doğurgan sesi olarak nitelediğiniz, “bir ülkedir, yurttur; yansıttığı dünyaların gerçekliğiyle başlı başına bir ‘anakara’dır” dediğiniz Yaşar ağabeyimiz (Kemal), “her şeyden önce, bizlere bakmasını öğreten, görmenin dilini anlatan büyük bir çizgi ustasıydı” dediğiniz Oğuz (Aral) ağabeyimiz, “Görmekle bakmak arasında bir büyücü” dediğiniz Ara ağabeyimiz (Güler) ve Orhan Kemal’imiz sadece yazarlarınız / sanatçılarınız değil, sizin insanlarınız / kumaşınız da.

Bu sorunuz, ‘neden oturup bunların her birini anlatan bir anlatı yazmıyorsun,’ sorusunu sordurdu bana. Bir romans gibi, asla anı değil… Evet, ne çok insan tanıdım… Kuşkusuz her birini anlatmak için bir ömür yetmez.

Biriktiren biriyimdir. Öncelikle insan… İyi zamanlar, kötü zamanlar demem. Küslükler de olsa, kıymet bilenimdir. Adalet Ağaoğlu ile küs ayrıldık, ama onun yitiminde -ihtimal- en duygulu yazıyı yazandım.

Gene de zaman ayırıp, bir kuyumcu işçiliğiyle anlatmak istediğim yazarım var. Hem bizden hem de dünya edebiyatından. Bir Çehov anlatısına o nedenle başladım, bir romans demeliyim. İlk bölümünü Notos’ta yayımladım: “Bir Daha Hiç Görüşmeyeceğiz”. Ardından da Kafka’yı, Dostoyevski’yi, Nâzım Hikmet’i yazmaya yöneldim… Birer aşk öyküsü olarak…

Sanırım o kısa denemeler, yer yer biyografik anlatılar bu tür yazıların da debisini oluşturdu. Böylesine yazınsallaştırarak anlatmayı seviyorum.

EDEBİYATIMIZA ÇANSUYU VERENLER!

- Başat temsilcileriyle yazınımızın oluşum evrelerine cansuyu verenler ve/veya tabuları kıranlar ve/veya yeniye yol alanlar Yüzler İzler Gölgeler: İnsan Kavşağı’ndaki Sesler, Renkler 1’de nasıl yer alıyor?

Karşılaşma anları/zamanlarıdır beni onlara götüren, yazdıran, anlama/okuma yolculuklarına çıkaran… Gene de şunu demeliyim ki buzdağının altını ortaya çıkarabilmek için anı/biyografi yazmak gerekiyor. Hele hele günlük, mektup, özyaşamöyküleri…

Necati Cumalı’nın Samim Kocagöz’e yazdığı mektupları yayıma hazırlıyorum şu sıralar… Arşivimde birçok yazarın mektupları, notları, günceleri var. Bunların her biri kitaba dönüşüp kayda geçmeli derim. Sanırım bu dizinin ikinci üçüncü kitaplarında bunlara daha da açılımlı biçimde yer vereceğim.

Biriktirerek yazmaktan yanayımdır. Bunda okurluğumun yanı sıra insanlara gitmemdir, yakınlık kurmamdır. Ve yazınsal bağlantıları önemsememdir demeliyim.

Hatırlarsınız, Söz Uçar Yazı Kalır / Yüzyılın Son Tanıkları adlı iki ciltlik söyleşiler kitabım vardır. Edebiyatımızda iz bırakan yazarlar / şairler / kültür insanlarıyla yaptığım konuşmaları içeriyor. Bugün bunun üçüncü dördüncü kitabını hazırlıyorum.

Gördüm ki; orada sizin sözünü ettiğiniz “edebiyatımıza cansuyu” verenlerin neredeyse hepsi var. Bu benim için tutkulu bir yolculuk, ötesi her şeyin kayda geçmesini isteyen yanımın ısrarı… Bu da kitaptaki yazılara da bir biçimde yansıdı sanırım!

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘EDEBİYATA İÇİNDEN BAKMALI!

- Samim Kocagöz ile ilgili yazınızda da hayli önemli tespitlerle bütünlediğiniz gibi, kitabınızın denemeden incelemeye de dönüştüğü dönemler / akımlar / kuşaklar arası gelişen düzlemine ilişkin neler söylersiniz?

“Edebiyatımız Yol Haritası” adını verdiğim altı kitaplık bir dizi çalışmamda öykü / roman / deneme / eleştiri / şiir birikimimize bakmayı amaçladım. İlk üç kitap çıktı.

Burada asıl şunu anlatmak isterim size: Edebiyata içinden bakmalı. Uzak duruşlar biraz “ahkam kestiriyor” bazı yazanlara. Sürekli ya övgü ya da yergi hanesine yazılanları görüyoruz çoğunlukla.

Bir de “klanlık” zihniyeti egemen. Bununla her açıdan sıklıkla yüzleşen biriyimdir. Ödüller, yayın dünyası, yazar / yayıncı ilişkileri vb. şunu göstermiştir bana: Mesafeli olmalı her açıdan. “Hiç kimsenin kimsesi” olma hali. Biraz ironik gelse de bu böyle. O nedenle yazdığıma, tanıklıklarıma bakarım.

‘KİBİRLİ BİR EDEBİYAT İKLİMİNE SÜRÜKLENDİK BUGÜN!’

Geçen gün telefonda Mustafa Kutlu ile konuşuyorduk. Büyük bir coşkuyla Şule Gürbüz’ün Kıyamet Suresi romanından söz ediyordu. Hiç sakınmadan şu cümleyi kurmuştu sevgili dostum: “Onun yazdığı bir cümleyi inan yazamadım bugüne kadar!” Üstelik usta bir öykücü söylüyordu bunu. Hiçbir kibir, çekince göstermeden…

Bu ortamda iyi insanlar, iyi yazarlar hep var. Şule Gürbüz’ü hiç görmedim, tanımadım da. Ama ona dair yazılar yazdım, yazdıklarını neden önemsediğimi, beğendiğimi anlattım. Yeni bir defter açıp bu iki ciltlik romanını okumaya verip kendimi, notlar aldım…

Cortazar’a soruyorlar; Borges’le yolda karşılaşsanız yolunuzu değiştirir misiniz, aynı görüşte değilsiniz? Yanıtı şudur: Durup elini sıkar hatırını sorarım! Ne yazık ki bu duyguyu yitiren bir edebiyat iklimine sürüklendik bugün.

‘NİYAZİ BERKES OKUMA KILAVUZUM OLMUŞ BİR DÜŞÜNÜRDÜR!’

- “Niyazi Berkes’e dönme nedenimi şöyle açıklayabilirim: Doğu ile Batı arasında kalmışlığımızın tarihsel serüvenine nasıl bakmalıyız?” diye yazıyorsunuz.

Berkes’in Türkiye’deki çağdaşlaşma serüveninin geçtiği evreler, Türk Devrimi’nin geldiği noktanın öncesi ve sonrasındaki evrilme noktaları, bunları biçimleyen ortam, iktisadi ve toplumsal gelişmelere ilişkin düşüncelerini / düşünceleri bu sorunuza nasıl bir yanıt sağlamaktadır?

Niyazi Berkes, benim okuma kılavuzum olmuş bir düşünürdür. Tarih, sosyoloji, psikanaliz bir yazarın ilgi / bilgi alanında hep olmalıdır derim. Sinema, müzik, fotoğraf özel ilgi gerektirir. Ama bunlar olmazsa olmazıdır yazarın.

Niyazi Berkes’i erken yaşlarımda keşfettiğimi söylemeliyim. Türk Düşününde Batı Sorunu’nu 1977’de okumuştum. Lisede, edebiyat öğretmenimiz Muhammed Alkaşi bizi Fethi Naci’nin Gerçek Yayınevi’nin “100 Soruda” dizisi, Unesco’nun o yıllarda Türkçe de yayımlanan “Görüş” dergisiyle tanıştırmıştı. Ve daha birçok şeyle… iyi insanlar / eğitimciler öyledir, size dünyanın kapılarını açarlar.

Tarihi, sosyolojiyi, hatta felsefeyi bir “ders” olarak okumaktan çıkaran düşün insanlarıyla o genç yaşta buluşmak nasıl bir zenginlik anlatamam. Berkes Hoca’yı tanıyamadım. Ama öğrencisi Ruşen Sezer’den uzunca dinledim onu.

Edebiyat bilincinin oluşmasında iktisadın, sosyolojinin, tarihin ne deneli önemli olduğuna kapı aralayanlardandır benim için Niyazi Berkes.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

 

‘OKUMANIN YANI BAŞINDA RESİM TUTKUM, ÇİZMEK HEP VARDI!’

- Şimdi biraz başa, Feridun Andaç’ın yaşamına dönelim: Kronolojik izlekte anlatmanızı rica edersem; yazı ve yazın nasıl başladı, her şey nasıl başladı?

Okumak…Ve elbette yaşadığım aile ortamı, coğrafya… Karşıma çıkan insanlar… Okumanın yanı başında resim tutkum, çizmek hep vardı. Öyle ki, iyiden iyiye bu yönde ilerleyeceğim bile sanılmıştı! Edebiyatı seçtim… Okurken yazmaya başladım. Bunun ince, uzun bir yolculuk olduğunu keşfettim. Bu da, ilkin, mektuplar yazarak oldu.

Hiç unutmuyorum, Orhan İyiler dostum, “artık bu enerjini yazıya ver” demişti. Aralık 1979. K. Maraş’tan ona yazdığım mektuplara bir yanıtında söylediğiydi. Oysa “Günü Gününe” adını verdiğim günlüklerimde yazdıklarım birer metindi, kurmaca ve denemeler…

Öncesi ise lise sıralarında yazdığım mektupların yanı sıra Hüseyin Haydar’la çıkardığımız “Taşra” ve “Haykırış” dergilerine yazdıklarımdı. Öyküler, denemeler…Hüseyin şiirler yazıyordu.

Resim bizim için sanatın bütün kapılarına gitmenin anahtarıydı adeta. Düşünsenize ortaokul öğrencisisiniz, Akademi’den çıkıp gelmiş bir ressam giriyor okul hayatınızda dünyanıza. Işığını düşürüyor yetenekli öğrencilere, dahası bunun önünü açan bir sanat eğitimi veriyor… Resmin yanına edebiyatı, müziği ve hayata bakışınızı yerleştiriyor…

Neşet Günal, bir gün bir konuşmamızda, Akademi’de öğrencisi olan Fuat İğdebeli Hoca için şunları söylemişti: “Paris’e gitmeyi seçmedi, gitseydi dünya ölçeğinde ressamdı, ama Anadolu’yu seçti, oradaki çocuklara eğitim vermeyi önemsedi…”

‘ERZURUM YİTİK CENNETİM!’

- Memleketiniz Erzurum’un esinini, etkilerini anarsanız neler söylersiniz?

Bir Kentin Solgun Yüzü: Erzurum kitabım bir bakıma doğduğum kentle yüzleşme, oraya tanıklığı içerir. Kadim bir kentin tükenişine kayıttır aynı zamanda. Geçenlerde gidişimde bu tükenişi iyice görmek, beni oradan uzaklaştırdı. Artık “yitik cennet” gibi anılarımdadır o kent. Yerci, hamasetçi biri değilimdir. Ama bir yazarım aidiyet duygusuna inanırım. Büyük resme, Anadolu’ya bakmayı önceler ve önemserim.

Kaplıcada Son Yaz romanımın ilk kitabında bu çözülmenin yansımalarına da değindim. İşte o izler / etkiler size neyi / niçin / neden yazmanız gerektiğinin de bilincini aşılar demeliyim.

Joyce, Ulysses romanı için şunu der: “Eğer Dublin’i terketmeseydim, bu romanı yazamazdım!” Doğduğunuz yer bazen yamanızın, anlatmanızın da engelidir. Ancak giderek yazabilir, anlatabilirsiniz. Sanırım Kaplıcada Son Yaz üçlemesi de bunu yanıtlar düzeyde.

Ama yazınca uzaklaşıyorsunuz. Hele bugünün yağma düzeninde… Doğduğum kent nitelikli göç verip, niteliksiz göçle artık kimlik değiştirmiş durumda. Oraya dair hiçbir aidiyetim yok şimdi. “Yitik cennet” dediğim ise artık yazılarda kalandır…

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘YAYINCILIKTAN HİÇ KOPMADIM!’

- Uzun yıllara varan yayıncılık deneyimlerinizi anlatır mısınız? Ve bugün yazar ve yayın dünyasının karşılıklı imtihanına ilişkin görüşleriniz nelerdir?

Sanırım bir yazar için benzersiz bir deneyimdir. Bu konuda Erdal Öz’den çok şey öğrendim. Ona her gittiğimde yeni bir şeyle karşılaşır, öğrenirdim. Çok insan tanıdım onun yayıncılık arenasında ve çok deneyimler edindim.

Ama önce Sait Maden adını anmalıyım. Aslında yayıncılığın neredeyse bütün inceliklerini ondan öğrendim demeliyim. Örnek aldığım diğer iki yayıncı da; Memet Fuat ve Ferit Edgü’dür. O ara başka yayıncılar da tanıdım kuşkusuz.

Dünya Kitapları deneyimim başlı başına yazılası bir öyküdür bence. Yaptıklarım ortada. Yayıncılıktan hiç kopmadım. Ama bugün kıyısında durmayı seçtim.

- Feridun Andaç’ın tekrar tekrar okuma ihtiyacı hissettiği yazarlar / yazarları kimlerdir ve neden?

Yazıevimdeki masalarım bunları anlatır biraz. Ve elbette kütüphanemin düzeni. Bunlardan kısaca söz etmek isterdim. Gene de şunu söyleyeyim ki; eğer yazıyorsanız, iyi bir kütüphaneniz olmalıdır. Ve bir ressam gibi kendi yazı atölyeniz, yani “yazıevi”niz.

Bunun bir “hobi” olmadığını anlatmak isterim. Bunlar birbirini tümleyen, ivdiren, yönlendiren şeylerdir. Yazıya, okumaya dair her şey orada başlar ve sürer benim için.

Olmazsa olmaz yazarlarımın yanı sıra klasik başyapıtlar vardır. Kütüphanemde hep gözümün önünde dururlar: Homeros, Binbir Gece Masalları, İlahi Komedya, Montaigne, Yaşar Kemal, Don Kişot, Dacemaron, Calvino, Çehov, Canetti, Dostoyevski, Jung, Flaubert…

‘TÜKENİŞ VE TÜKETİŞ ÇAĞINDAYIZ. ÇÖZÜLME HAYATIN HER ALANINDA!’

- “Edebiyatın dili kentte kurulsa da, insanın ruhunu, toplumun anatomisini asıl yansıtanın taşra olduğunu düşünürüm.” Burada da getirir misiniz devamını?

Tükeniş ve tüketiş çağındayız. Kentleri doğanın çöplüğüne dönüştürdük. Gene de taşranın sessizliği, içe dönük korumacı yanı, insanı insana yakınlaştıran gerçekliğine inancım yitmedi.

O nedenle de Ula’ya yerleşmeye, zamanımın bir bölümünü burada geçirmeye karar kıldım. Bilip tanıdığım bir yer de değil üstelik. Sessizliği, bozulmamışlığı, kendine özgülüğü, insanlarının yakınlığı cezbetti bizi.

Gene de taşranın bugünkü görünümüne bakınca ne çok şeyi kaybettiğimizi gözlediğimi söylemeliyim. Yani çözülme hayatın her alanında… Toprağın kaybı, doğanın katledilmesi, mekânların yağmalanması bir tür hafıza kaybı yaratıyor… Ve o “iyicil taşra” da tükenişe veriyor kendini. Canetti’nin “insanın taşrası” tanımını severim, orada duran edene bakışta kalıyorsunuz ister istemez. Yıllar önce, “İçimdeki Babil” öykümde biraz da bunu anlatmıştım.

‘İYİ EDEBİYATIN ÖZSUYU HEP TAŞRADAN GELMİŞTİR!’

İyi edebiyatın özsuyu hep taşradan gelmiştir. Çehov bile yazabilmek için taşraya gitmeyi seçmiştir. John Fowles da öyle. Yıllar sonra yazdığı taşraya gitmeyi özleyen John Steinbeck’in Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında ‘sını okumanızı öneririm. Hem yağmalanmayı görmek, hem de kaybedilenlere bakabilmek için…

- İmlediğiniz gibi deneme gündeş bir yazı türü. Ve fakat? Denemenin doğası, yordamı, türler arası yolculuğu, bakan ve gören gözüne ve iyi bir denemecinin yazı bilincine ilişkin düşünceleriniz nelerdir?

Ve özellikle bir dönemin düşünce iklimine bakabilmek için yazınsal ve eleştirel denemelerinin dikkatle okunması gerektiğini vurguladığınız isimler kimlerdir?

Denemeyi başat yazınsal tür olarak görmemin birkaç nedeni var. Şunu derim, deneme yazabilen her türde yazabilir. Bir diğer önemli yanı, bence, toplumun eğitim durumunu / düşünce ikliminin ne’liğini ele veren bir tür. Düşünen bir toplumun, yaratıcılığı ve bilimi önemseyen bir zamanın ruhunun izlerini yazılan denemelerde, deneme yazarlarının ufkunda görebiliriz.

Montaigne benim rehberimdir. Nurullah Ataç’tan çok şey öğrendim. Onun dil anlayışını savunduğum için, lisede edebiyat öğretmenim beni dersten çıkarmıştı! Sonra Nermi Uygur, Salâh Birsel, Melih Cevdet Anday, Oktay Akbal, Memet Fuat o yolculuğumun öncüleridirler…

SOY YAZARLAR!

- Çehov, Woolf, Sartre, Fuentes, Baudelaire, Verne, Marquez, Said, Balthus, Fowles, Calvino; Yüzler İzler Gölgeler: İnsan Kavşağı’ndaki Sesler, Renkler 1’in “İzler” başlıklı bölümünde yer verdiğiniz yazarlar...

Taşradan kente, farkla şafaklarda boy veren, kadın erkek tedirgin insandan devrimci yurttaşa, bireyselden toplumsala, yerelden evrensele, yazından sanata yazın ve düşün dizgeleriyle irdelediğiniz bu yazarlara ilişkin ortak birkaç değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Her dem okunabilen kurucu yazarlar / sanatçılar öyledir; bir okurun / yazarın da optik bakışındadırlar. Okurken düşünürsünüz onlara dair. Neyi / nasıl gerçekleştirdiklerini anlamaya / öğrenmeye çalışırsınız. Bir bakıma bu “el almak”, “aşılanmak” olarak bakarım…

Sizi etkileyenlere açık olmak, oradan beslenmek; kendinizi yazıda var edebilmek için kaçınılmaz olandır. Bu aşıyı da ancak bu soy yazarlardan alabilirsiniz diye düşünüyorum. Her çağda / zamanda okunabileceklerden söz ediyorum elbette…

Fotoğraf: VEDAT ARIK

‘GİDEN BİR İNSANIM; BİR YERE, BİR DÜŞÜNCEYE, BİR İNSANA...’

- Kitabınızda anılara ayrı bir önem verdiğiniz de görülüyor. Anı türüne ilişkin neler söylemek istersiniz? Bu anılar yazın yolculuğunuzda size nasıl kapılar açmıştır / açmaktadır?

Ferit Edgü, bir konuşmamızda, bizi sonraki kuşaklara taşıyan bir eşiksiniz demişti. Çoğul bir hayatım olduğunu söyleyebilirim. Uğraşım ve yaşantım gereği bu böyledir. Giden bir insanımdır; bir yere, bir düşünceye, insana… O nedenle biriktirdiklerinizin zamanla anıya dönüşmesi kaçınılmaz.

Elias Canetti’nin “insanın taşrası” dediğini işte orada hissederim; onun 3 ciltlik anılarını okuduğunuzda, özyaşam ötesi bir bakışla yazmanın derinliğini gözlersiniz. Tanıklık esas, ama kendini anlatarak dünyaya bakmak, çağının ruhunu yansıtmak etkileyici gelmiştir bana hep.

- Ve elbette soluk aldığınız mekânlar, bağlandığınız nesneler, insanlar... Bir yazarı iyice tanımak ve anlamak için yapıtlarını bilmek kadar önemli. Söz konusu bu mekânları, bağlandığınız nesneleri, insanları anlatır mısınız?

Doğrusu, 24 saat yazının / okumanın içinde gezinen biriyimdir. Meraklı olmam, öğrenme tutkum sanırım beni bütün kapılardan geçmeye yöneltiyor… Hayata, insana, yazıya ve sanata dair… Tükenmeyen bir duyguyu arzuyla beslemek gerekir derim. Kendi edebi yolculuğumun ibresini belirleyen de budur.

Yazmadığım, okumadığım zaman eksiklik hissederim. Her ikisi de düşünme eyleminin ayrılmaz bir parçasıdır. Bunlarsız insanın yavan, çölleşmiş olduğunu düşünürüm.

Kalemler, defterler, bazı antika objeler, elbette kitaplar… Atlarla ilgili her şey… Geçmişle duygu bağımının nişaneleridir her biri sanki! Orada yaşamam ama oralarda gezinmenin simgelerine ara ara dönmenin iyicil yanı olduğunu düşünürüm…

- Yeni tasarılarınızı sorarak, ipuçları vermenizi rica ederek bitirelim söyleşimizi Feridun ağabey. Yüzler İzler Gölgeler: İnsan Kavşağı’ndaki Sesler, Renkler 1’in ikincisinden ve diğer tasarılarınızdan bahseder misiniz?

Bir yazarın gizli / çoklu çekmeceleri olmalıdır derim. Ben öylelerindenimdir. Sanırım Edmund Husserl ile ilgili bir okumada karşıma çıkmıştı, onun ardında bıraktığı defterlerin sayısının 100 küsur olduğu…

Bir yazar daha çok defterlerindedir derim. Abartısız yüzlerce yazı / okuma / yazar defterim vardı ve bunlarda olan / oluşanların zamanla yazıya dönüşebileceğini söylesem de; bir ömür yetmez! Gene de, ikinci kitabın yazıları hazır. Kitap olarak yayımı bu kitabın sonrasında gelecek.

Sürekli yazar birinin her daim yayıma hazır kitabı vardır. Ve sürdürülen kitap çalışmaları. O yolda biriyimdir. “İlle de yeni bir kitabım olsun” diyen değilimdir. Ama yazdıklarımın içinde kitabı dönüşenler, yayım süresini bekleyenler çoğunlukta elbette:

Kavşaktaki Kent Erzurum, Bir Bakışı Solduran Zaman, Haritalarda Yüzün, Yüzüm Özleminle Solacak, Ters Akıntıdakiler (2 cilt), Aforizmalar, Pusulasız Edebiyat, Yazarın Yolu / Yordamı (2 cilt), Kısa Öykü Dersleri, Yazıdan Yoruma… Tüm bunlar kurmaca dışında olup hazır olanlar…

YAPITLARI

BAŞLICA YAPITLARI:

İnceleme/Eleştiri:

- Gerçekçilik Yolunda, (1989, Cem Yay.)

- Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları (1995, Ümit Yay.)

- Edebiyatımızın Yol Haritası/Yazınsal Oluşumun Göstergeleri:1 (2000, Can Yay.)

- Romanda ve Öyküde Gerçeklik Arayışları (2011, Varlık Yay.)

- Anonimleşen Edebiyat (2014, Varlık Yay.)

- Çıkmazdaki Edebiyat (2016, Erdem Yay.)

Deneme:

- Işık Ol, Günüme Ağ (1998, Papirüs Yay.)

- Söz Uçları, Yazı Burçları (1998, Cumhuriyet Kitapları)

- Aynanın Arkası (2002, Can Yay.)

- Celile’de Kuşlar Ölüyor (2003, Can Yay.)

- Babil’e Yolculuk (2003, Doğan Kitap)

- Günün Gölgedeki İzi (2004, Dünya Kitapları)

- Küllenen Her Şey (2005, Can Yay.)

- Aşk Hayatı Gölgeler (2006, İskele Yay.)

- Susan Bir Yerin Dili (2006, Dünya Yay.)

- Zamana Yazılan Sözler (2007, Doruk Yay.)

- Öykü Yazmak Öyküyü Düşünmek (2008, Doruk Yay.)

- Yazıda Yaşamak (2009, Pupa Yay.)

- Geçen Zamanın İzinde: Kentler (2011, Heyamola)

- Türkiye’yi Düşünmek (2012, Bilgi Yay.)

- Öykü Yazmak Hikâye Anlatmak (2014, Ceres Yayınları)

- Rüzgâra Verdim Bakışlarımı: Babil’e Yolculuk: 1 (2014, Kaynak Yayınları)

- Çıkmazdaki Edebiyat (2016, Erdem Yay.)

- Bir Güz Güneşi Gibi (2016, Dafne Yay.)

- Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi (2019, Eksik Parça Yay.)

- Genç Meslektaşıma Mektuplar (2021, Eksik Parça Yay.)

- Yüzler İzler Gölgeler (2022, Cumhuriyet Kitapları)

Yaşantı/İnceleme:

- Yaşar Kemal: Sözün Büyücüsü (2015, İnkılap Kit.)

- Aziz Nesin: Gülen Düşünce/Muhalif Kimlik (2016, İnkılap Kit.)

- Yaşar Kemal: Bir Ömür Edebiyat ( 2016, Eksik Parça Yay.)

Anlatı-Deneme:

- Paris Bir Yalnızlıktır (2009, Kavis Yay.)

- Erzurum: Bir Kentin Solgun Yüzü (2010, Dharma Yay.)

- Zamanın Durduğu Bir Yerde: Ortaköy (2010, Heyamola Yay.)

- Gölgesi Kalemimin Ucunda: Montaigne (2012, Kavis Yay.)

Öykü:

- Gönlümün Yitik Yurdunda (2003, Can Yay.)

- Kar Masalları (2003, Doğan Kitap)

- Yoksa Aşk Ölür (2005, Doğan Kitap)

- Hassas Kalp Hikayeleri (2017, Eksik Parça Yay.)

- Gün Sevincin Kavşağında (2018, Eksik Parça Yay.)

Roman:

- Kaplıcada Son Yaz:1/Sandım ki Göğün Cennnet (2020, Eksik Parça Yay.)

Anlatı:

- Ferhad ile Şirin (2007, Merkez Kit.)

Söyleşi:

- Söz Uçar Yazı Kalır (1996, Toplumsal Dön. Yay.)

- Türkân Şoray ile Yüz Yüze/Gözlerinden Bellidir (2000, Can Yay.); Genişletilmiş 2. basım, 2008, Turkuvaz Kitap; Genişletilmiş 3. Basım: 2010, Dharma Yay., 4. Basım: 2017)

- Adalet Ağaoğlu Kitabı (2000, T.İş Bankası Kültür Yay.)

- Söz Uçar Yazı Kalır/Yüzyılın Son Tanıkları (2001, 2 Cilt, Can Yay.)

- Yaşar Kemal’in Sözlerinde Yaşamak (2003, Dünya Kitapları)

- Edebiyatımızın Kadınları (2004, 1. Kitap, Dünya Kitapları)

- Erhan Bener’in Dünyasına Yolculuk (2004, Dünya Kitapları)

- İlhan Berk’le Şiirin Anayurdunda (200-, Dünya Kitapları)

- Ülkü Tamer’le Hayata ve Şiire Dair (2006, Dünya Kitapları)

- Doğan Hızlan’la Denemenin Dönencesinde (2006, Dünya Kit.)

- Emre Kongar Kitabı (2009, T. İş Bankası Kültür Yay.)

Derleme:

- Sürgün Edebiyatı Edebiyat Sürgünleri (1996, Bağlam Yay.)

- Öykücünün Kitabı (1999, Varlık Yay.)

- Anadolu Aydınlanmacısı: Fakir Baykurt (2000, Evrensel Basım Yay.)

- Sözcüklerin Diliyle Konuşmak: Tahsin Yücel ile Yüz Yüze (2003, Dünya Kitapları)

- Sürgünlüğün Bin Yüzü/Sürgünde Edebiyatçılar (2004, Can Yay.)

- Yazarın Kitabı (2004, Varlık Yay.)

- Kalem Kitabı: 45 Yazar 45 Öykü (2014, Varlık Yay.)

Aydınlanmanın Işığında Sanat İnsanlarımız:

- Vedat Günyol, 1997, İde Yay.

- Salâh Birsel, 1997, İde Yay.

- Fakir Baykurt, 1997, İde Yay.

- Orhan Asena, 1997, İde Yay.,

- Oktay Akbal, 1997, İde Yay.

- Timur Selçuk, 1997, İde Yay.,

Yabancı Dilde Söyleşi/İnceleme:

İngilizce:

- Living Through the Words of Yaşar Kemal, Çev.: Şemsa Yeğin, 2003, Dünya Kit.

Öykü

Boşnakça:

- Kar Masalları/Bajke Od Snijega, Çev.: Dzejla Dautovic, Sarejevo 2009, Connectum Yay., 160 s.

Bulgarca:

- Leylaklı Bahçe (Seçme Öyküler)/Çev.: Kadriye Özgür, Sofya 2009, 96 s.

- Kar Masalları, Çev: Kadriye Özgür-Hüseyin Mevsim, Rusçuk, 148 s.

Slovence:

- Zgodbe Iz Turcije (Çağdaş Türk Öykücülüğü, 2008; Sodobnost International, 237 s.)

Ödülleri

- 1987 Akademi Kitabevi Eleştiri-Deneme Birincilik Ödülü (Gerçeklik Yolunda kitap/dosyasıyla-Cem Yayınevi, 1989)

- 1994 Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü (“Işık Ol, Günüme Ağ” adlı denemesiyle)

- 2000 PEN Yazarlar Derneği Onat Kutlar Edebiyat Söyleşi Birincilik Ödülü (Necati Cumalı ile yaptığı “Yazıya Adanmış Bir Ömrün Tanıklığında” adlı söyleşiyle)

- 2002 Haldun Taner Öykü Ödülü (“Gönlümün Yitik Yurdunda” adlı öyküsüyle)

- 2004 Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü (Kar Masalları)

- 2004 Cemal Süreya Deneme Ödülü (Günün Gölgedeki İzi)

- 2012 Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü (Gölgesi Kalemimin Ucunda Montaigne)

- 2017 Vedat Günyol Deneme Ödülü (Üstümüzdeki Gül Yaprağı)

Yüzler İzler Gölgeler: İnsan Kavşağı’ndaki Sesler, Renkler 1 / Feridun Andaç / Cumhuriyet Kitapları / 2022.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler