Edebiyatımızın çığır açan, sevdalı yazarı! Muzaffer Buyrukçu!
Muzaffer Buyrukçu... Türkçeyi kullanma ustalığına kattığı olağanüstü insan gözleme yeteneğiyle yaşamı ve insanlar arası ilişkileri, insan olmak savaşımını veren bireylerin serüvenlerini romanlaştırarak, günlüğüne katarak edebiyatımızı zenginleştirmiş, Türk Edebiyatı’nın insani damarının sevdalı yazarı... Yazarın amacının yaptığı yeniliklerle edebiyata katkıda bulunmak, yeni deyişler, kavramlar, atılımlar, hatta yeni “tür”ler eklemek olduğunu düşünmüş ve kendini sürekli yenilemiş bir usta... Kırmızı Kedi Yayınevi’nin büyük bir değerbilirlikle Muzaffer Buyrukçu’nun yapıtlarını yayımlıyor olması edebiyatımızın önemli bir kazancıdır. Sıcak İlişkiler - Arkası Yarın, Her Şey Bittiği Yerde Başlar, Bulanık Resimler, Gürültülü Birkaç Saat, Kavga, Bir Olayın Başlangıcı, Mağara, Dar Sokaklardaki Duman, Ucu Güllü Kundura, Akan Sular Şarap Olsa, Sıcak Sularda Buzdan Bir Yelkenli, Buyrukçu’nun şu ana kadar yayımlanan yapıtları. Devamı da gelecek.
“Kişilerine iğne batırın, batırdığınız yerden kıpkırmızı bir kan sızdığını göreceksiniz. Öylesine canlı kişiler Muzaffer Buyrukçu’nun adamları.”
Cemal Süreya
DİL, ANLATIM, GÖZLEM USTASI!
Edebiyatımızın insani damarının sevdalı yazarı Muzaffer Buyrukçu, Türkçeyi kullanma ustalığına kattığı olağanüstü insan gözleme yeteneğiyle yaşamı ve insanlar arası ilişkileri romanlaştırarak, günlüğüne katarak edebiyatımızı zenginleştiren ve uzun öykünün ustası olan bir yazardı.
“Konularını İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayan dar gelirli ailelerin dertli, çekişmeli hayatlarından alan” (Behçet Necatigil) Buyrukçu; yaşamak, insan olmak savaşımını veren bireylerin serüvenlerini yazdı; günlükleriyle çığır açtı.
78 yaşında aramızdan ayrılan (26 Ağustos 2006), Muzaffer Buyrukçu’nun, yarım yüzyılı aşan yazarlığında sunduğu yapıtların sayısı 40’tan fazladır. 1950’li yılların sonlarındaki Katran, Acı, Korkunun Parmakları isimli öykü kitapları Buyrukçu öykücülüğünün doğumunu muştular. Dost Dergisi’nce yılın en beğenilen öykücüsü (1959) seçilir.
Şükran Kurdakul’a göre, “Dış gerçeği, kendisinden önceki gerçekçilerden ayrı bir gözlem yeteneği ve teknikle çizmeyi” başaran Buyrukçu’nun 1960’lı yıllarda sunduğu Bulanık Resimler (TDK Ödülü), Kuyularda (Otağ Dergisi Birinciliği), Cehennem, Kavga (Sait Faik Armağanı) isimli öykü kitapları ile Gürültülü Birkaç Saat isimli romanı, öykücülüğümüzün bir dil, anlatım, gözlem ustasıyla buluştuğunun ve romana da adım attığının habercisidir.
ANI VE GÜNLÜKLERİ
1970’li yıllarda, toplumsallığı insan gerçekliği içerisinde yedirerek aktarmayı başarıyla sürdüren Buyrukçu, Mağara (öykü), Bir Olayın Başlangıcı (roman) ve dergilerde inatla sürdürdüğü, onun yaşam ve edebiyat tanıklığı olan günlüklerinin ilki olan Arkası Yarın’ı yayımlar.
Sonraki yıllarda da yazmayı sürdürdüğü bu günlükler, onun edebiyat tarihimizdeki özgün ve anlamlı yerinin kanıtıdır.
1980’li yıllarda, öykü kitapları Şarkılar Seni Söyler, Günlerden Bir Gün, Hüzünlü Kar Çiçekleri, Her Yer Karanlık’ı; günlükleri Sıcak İlişkiler, Dillerinde Dünya, Sayılı Günler’i; anı kitapları Arkadaş Anılarında Orhan Kemal ve Kıbrıs’a Selam’ı çıkardı.
1990’lı yıllarda, birikiminin de sonuçlarını sunan ustalık ürünleriyle buluştuk Buyrukçu’nun:
Öykü kitapları Bin Hüzün, Şarkı Gibi, Yüzün Yarısı Gece (Yunus Nadi ve Haldun Taner ödülleri), Bir Aşk Daha, Telefon Konuşmaları, Kaygıların Ötesinde, Dumanı Tüten Çay Gibi... Romanları Dar Sokaklardaki Duman, Gece Bitmedi, Dışardaki Rüzgâr, Ucu Güllü Kundura, Akan Sular Şarap Olsa... Günlükleri Anında Görüntü, Dünden Bugüne, İlişkiler Arasında Bir Gezinti...
ORHAN KEMAL’İN YAKIŞIKLI “MUZO”SU!
Orhan Kemal’in Devlet Kuşu romanının delikanlı, yakışıklı kahramanı “Muzo”nun, 2000’li yıllarda da Yalnızlığın Arkasındaki Gülümseme, İpek Pijamalı Katiller ve Ay Kokuyor (seçme) isimli öykü kitapları ve Yaşadığımız ve Yaşananlar isimli benzersiz günlüklerinin devamı yayımlandı.
TEMEL İZLEĞİ, İNSAN GERÇEĞİNE ULAŞMAK!
Türkçeye egemenliğin, anlatım rahatlığının, sürükleyiciliğin verdiği güçle kendi edebiyatını kuran Buyrukçu, insanların kendilerini ve başkalarını tanıma, başkalarıyla ilgili duygularını anlama çabasıyla birlikte cinselliğin yoğunlaştığı yapıtlarıyla duygu dünyasını açıklamaya çalışan, “Yazarak birtakım sıkıntılarımı, içsel depremlerimin sarsıntılarını bastırmaya” çalıştım diyen bir edebiyatçıdır.
Atilla Özkırımlı’nın “Yazdıklarında insanı içinden yakalamayı alabildiğine işledi,” dediği Buyrukçu’nun temel izleği, insan gerçeğine ulaşma ve toplumun alt kesimlerinden insanların yaşam serüvenlerini edebiyata taşıma çabasıdır.
Her öykünün sonraki öyküyü oluşturduğu öykülerinde, kişilerini birbirine bağladı. Aynı öykünün bölümleri gibi aktardığı öykülerde insanların birbiriyle ilişkilerini ve olaylar karşısındaki davranışlarını geriye dönüşlerle, günlük yaşamın telaşı içinde anlatması, bağlantılarla bütünleştirilmesi, vazgeçmediği bir yöntem olarak onun uzun öykücülüğünün özgünlüğü oldu.
CİNSELLİK VE TOPLUM!
Anlattığı kişilerin insan yanlarına eğilen, öykücülüğünün ve romancılığının damarlarından biri olarak hep üstünde durduğu cinselliği de yoğun olarak işleyen Buyrukçu; insan duygulanımlarının en uçlarına ulaşan umutlara, umutsuzluklara, düşlere, düş kırıklıklarına, kısacası insanlar arası ilişkilerle insan gerçeğine ulaştı.
İş yerindeki kadın-erkek çalışma arkadaşlarının ilişkileri, işle ilgili sürtüşmeleri, evlilikleriyle ilgili söyleşileri, sıkıntılarını aktarmaları ekseninde gelişen anlatımlarında, sokaktan gelen seslerle dış dünyayla bağlantının kurulduğu da gözlenir. İnsanların sorunları, kaygılar, iç dökmeler, düşler ve anımsamalarla karşımıza gelir.
Cinsel duygulanımlar çerçevesinde gelişen öykü ve romanlarında erotizme uzanan cinsel çekicilikleri anlatımı, farklı biçimlerde ve cinselliğin toplumsal yaşamdaki etkinliğine uzanır.
Örneğin şöyle bir paragraf çeşitli öykülerde karşımıza çıkar:
“Belma, süper mini, enine çizgili lacivert pembe bir etek giymişti. Sadece erkekleri değil, kadınları bile baştan çıkartan çekicilikle ölçülü biçili kalçaları, sütun gibi bacakları, dimdik göğüsleri dipdiriydi... ‘Babam mini etek giymeme kızıyor, mahrem yerlerini teşhir etmekten utanmıyor musun? diyor. Utanmıyorum, bu vücut benim baba, kadına tanınan bütün özgürlükleri kullanacağım, diyorum. Şimdi bol bol giyeyim ama severek evleneceğim adam, giyme, derse giymem.’
Bir yandan bu sözleri söylüyor, bir yandan da pek beğendiği eteğini tekrar tekrar gösteriyordu hepimize ve bu edimiyle de kadınlığımızla, dişiliğimizle ilgili gizleri anımsatıyordu. Üstündük biz, çok üstündük kavramından da üstündük ama ne yazık ki çoğumuz bu gücümüzün bilincinde bile değildik... bilincinde olsaydık dünyadaki her şey şimdi daha gelişmiş, daha bir uygarlaşmıştı. Doğurgandık, anaydık, hazların kaynağıydık, bütün güzelliklerin yaratıcısıydık. Biz barıştık, erkekler de savaş... ve evrende bizim elimizle ortaya konulan tek yıkım yoktu... Bunları bana düşündürttüğü için yanaklarını öperek teşekkür ettim Belma’ya. ‘Dilediğin gibi yaşa, kimseyi umursama!..”
İSTANBUL’UN SEMTLERİNDE...
Romanları ve öyküleri, güncel olaylar, gazete ve televizyonlarda izlediklerimiz, masa başlarındaki muhabbetler ekseninde gelişir. Sokakları, evleri, meyhaneleri, yatak odaları, banyolarıyla İstanbul’un çeşitli semtlerini ve onlarca kişiyi kucaklayan bir genişliğin sınırlarını zorlar.
Örneğin, meyhane çevresinde düğümlenen ilişkilerin duvarlarını yıkarken yaşamın ve yaşananların yorumlarını yapan insanlar, içkinin kattığı gevşekliklerle ve ortaya çıkan duygularla sarmaş dolaş olur.
Buyrukçu, yaşanılan toplumsal sorunları da tek tek kişilerin düşünceleri, hesaplaşmaları, tartışmaları içinde aktarırken insan gerçekliğinin en kılcal damarlarına ulaşmayı başarır:
“Yabancı bandıralı gemiler sintine sularını boşaltıyorlardı. ‘Türkiye’ye her şeyi yapabiliriz, karşı koyamazlar, bize muhtaçtırlar,’ gibi aşağılayan bir düşüncede olan Alman, İngiliz, Fransız ve İtalyan gemileri çöp varillerini Akdeniz’e, Karadeniz’e, Marmara’ya atıyorlar, kaçıp gidiyorlardı.
Denizler bir bataklığa dönmüştü. Boğuluyordu, kokuyordu, inliyordu, ölüyordu. ‘İnsanlar da yaşadıkları olaylar yüzünden boyuna kirleniyorlar. Sorunların en büyüklerinden biri çevre kirliliğiyse ikincisi insan kirliliğidir. Ama ben kirlenmeyeceğim, boğulmayacağım!’…”
EDEBİYATIN GİZLİ TARİHİ!
Buyrukçu’nun günlükleri yakın tarihimizin içtenlikli tanıklığıdır. Bu tanıklıkta, onun olağanüstü gözlem yeteneğiyle aktardığı kimi olaylar, sanat dünyamızdaki birçok insanın günlük yaşamlarındaki ilişkilerinden izler taşıyarak onların daha iyi tanınmalarını sağlar.
Resmin, karikatürün, şiirin, felsefenin, sinemanın ustalarıyla buluşarak onların söyleşilerini, sanatın güncel sorunlarına ilişkin dediklerini duyarız.
Buyrukçu’nun gözlemleri ve söyleşilerinde yaşanan siyasal ve kültürel olaylarla ilgili düşüncelerini, yorumlarını, yıllar öncelerine gidişlerini okumak, günlükten duyulan hazzı çoğaltır. Bunu başardığı içindir ki Mustafa Şerif Onaran’ın “edebiyatın gizli tarihi vardır,” dediği Buyrukçu’nun günlükleri edebiyatımızın en renkli ve kalıcı yapıtlarındandır.
SARIP SARMALAYAN BİR ANLATIM
Kendisi günlükleri hakkında şunları söyler: “Sadece anı, roman değil, öykü, deneme, röportaj karışımı bir oluşumdur günlüklerim. Ve günlüklerim, bir zaman birimine yaklaşarak, onun içine girip her yanına sızarak, kendilerinden söz edilecek kişilerin bir tutumundan, bir davranışından, bir düşüncesinden ya da bir bakışından yola çıkarak, doğar.
Geçmişi kurcalar: Unutulmuş bir deneyimi, bir tavrı, olayların kimlik değiştirmesinden meydana gelen bir anıyı, gölgeliklere sığınan verimli bir cümleyi yakalar, gelgitlerin özlerinde canlı kalmayı başarabilmiş durumları irdeler…
Sanatçıların zihinlerinden fışkıran üst düzeydeki düşünce ürünlerini sergiler. Yaşamlarından taşan, yansıyan görüntüleri, tabloları ve çok hızlı akışları anında saptayarak ölümsüzleştirir.
Konuşmalardaki gerçeklik, inandırıcılık, kıvraklık, renklilik ve büyü, bir bütünün içinde her yana ışık saçar. İçtenliklidir, sarıp sarmalayan bir anlatımı vardır.”
HEP YENİLİK PEŞİNDEYDİ!
Buyrukçu, hep yenilik peşinde koştu, hüzünlü, coşkulu imgelerle dolu romanlarında, öykülerinde olayların yarattığı kahramanları çıkardı karşımıza.
Yazarın amacının yaptığı yeniliklerle edebiyata katkıda bulunmak, kapsama alanını genişletmek, yeni deyişler, yeni kavramlar, yeni atılımlar, hatta yeni “tür”ler eklemek olduğunu düşündü ve kendini sürekli yenileyen bir yazar olarak yaşadı.
Kırmızı Kedi Yayınevi’nin büyük bir değerbilirlikle Muzaffer Buyrukçu’nun yapıtlarını yayımlıyor olması edebiyatımızın önemli bir kazancıdır. Sıcak İlişkiler - Arkası Yarın, Her Şey Bittiği Yerde Başlar, Bulanık Resimler, Gürültülü Birkaç Saat, Kavga, Bir Olayın Başlangıcı, Mağara, Dar Sokaklardaki Duman, Ucu Güllü Kundura, Akan Sular Şarap Olsa, Sıcak Sularda Buzdan Bir Yelkenli, Buyrukçu’nun şu ana kadar yayımlanan yapıtları. Devamı da gelecek.
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Mahruki yine yandı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!