Cem Akaş: “Öykü ‘kontrollü delilik’ alanı!”
Birbirine benzemeyen 42 öyküden oluşan Son Kişot’ta (Can Yayınları) yaşamın kendisinden anları öyküleştiren Cem Akaş, babasının arabalarını, yıllar sonra evine dönen bir koltuğu, mahallesinin sevgilisi bir kediyi, bir cesedin başına gelenleri kendine özgü dili ve üslubuyla anlatıyor. Kitapta, anlayışla yaklaşılan diktatörler de var, iki kadının sert intikamı da. Gelişimini okurların belirlediği bir bar macerası da var romanların içine girip gereksiz karakterleri öldüren redaktörler de.
Fotoğraf: ESRA ÖZDOĞAN
‘DİKTATÖRLE DALGA GEÇMEK DİKTATÖRÜ ALAŞAĞI ETMENİN İLK ADIMI!’
- “Diktatörün biri bir gün…” diye başlıyor hikâye ya da masal ya da anlatı… Kimi diktatör iktidarsız, kimi diktatör gay bar emri veriyor, kimi diktatörün sonu hazin bitiyor, kimi diktatörse iyilik timsali… Bu diktatörler kimin / kimin diktatörleri? Hangi diktatörün esini?
Guy Davenport’un “Bronz, Kırmızı Yapraklar” adlı bir öyküsü vardır, adını vermeden Hitler’i anlatır ama bekleneceği gibi bir canavarı değil, bir insanı anlatmayı yeğler. “Diktatörler”in esini oradan geldi.
Ağır bir sözcük “diktatör”, günlük yaşamda deneyimlenen ağırlığı daha da fazla, komik bir yanı hiç yok. Bunu zorlamak istedim açıkçası, fantastik durumlarda birer çizgi roman kahramanına dönüştüklerini görmek istedim. Diktatörle dalga geçmek, diktatörü alaşağı etmenin ilk adımı değil mi?
- Kimi öyküler bir matematik problemi gibi kısa ve karmaşık, “Kumulların Altın Çağı”nda olduğu gibi. Kimileriyse uzun ve daha geleneksel kurgulanmış, “Soğuk Bir Kış Gecesi Sam”de olduğu gibi. Hem bu iki öyküyü hem de Son Kişot’ta neden birbirine hiç benzemeyen öykülere yer verdiniz?
Konseptli bir öykü kitabım olmadığını fark ettim. Sıfırdan kurgusu yapılmış ve o kurguya uygun öyküler yazılmış tek kitabım Gizli Hava Müzesi ama o da zaten 6 büyük yazara öykünerek yazılmış farklı öykülerden oluşuyor. Diğer tüm öykü kitaplarım aslında birer derleme; Son Kişot da öyle.
Öykü benim için bir tür “kontrollü delilik” alanı. Sanıyorum zaman içinde yazdığım parçalarda kendimi daha serbest bırakıyorum, farklı kurgu biçimleri, farklı diller deniyorum. Okur için rahatsız edici bir şey de olabilir, ferahlatıcı, merak uyandırıcı bir şey de.
ŞİDDET PATLAMALARI!
- Kitaba adını veren “Son Kişot” öykünüz... Şiddete, aile içi cinsel şiddete maruz kalan nice Haticeler, Melikelerin hikâyesi... Ve kendi adaletini arayan insanların… Okuyucuyu hayli geren bu öyküyü yazarken neler hissettiniz?
“Son Kişot” öyküsü, “Hararetli Hareket” bölümünde yer alan diğer metinler gibi bir film öyküsü aslında. Dolayısıyla yazarken kendimi hep sahnelerin içinde buldum, karakterlerle birlikte hareket ettim, “ekran”da neyin görüneceğini, nasıl görüneceğini hayal edip durdum, buna nasıl derinlik katabileceğimi düşündüm. Öfke çok belirgin bir duyguydu yazarken, Tarantinovari şiddet patlamaları biraz da o yüzden sanıyorum.
- “Haraketli Hararet” bölümündeki öyküler başta olmak üzere birçok öykü, bir sahnenin anlatımı ile başlıyor. Ve diğer öykülerde de bu sinemasallık gözlemleniyor. Bu sinematik anlatımı ve özellikle mizahın bu denli yoğun duşumsandığı izleği tercih etmenizin nedeni nedir?
Yanıtını bildiğimden emin değilim. İlk romanım 7’yi yazarken de böyle bir merakım vardı. Şuradan kaynaklanıyor olabilir: Gerçek hayatta insanların akıllarından neler geçtiğini, neler düşünüp hissettiklerini aslında bilmiyoruz; davranışlarından, söylediklerinden, mimiklerden okumaya çalışıyoruz.
Edebiyat bunu yapabilir mi, nasıl yapar gibi bir noktadan hareket ettim yazdığım pek çok şeyde, bir şeyleri açık açık söylemeden hissettirme yöntemi bana hep cazip geldi. Yine de bu her zaman yaptığım bir şey değil, Zamanın En Kısa Hali gibi çok bariz istisnaları var.
SEÇİLMİŞ ANLARIN HAFİF BİR DİL VE EDAYLA ANLATIMI
- “Hayattan Kalanlar” bölümünde babanızın arabaları, eve dönen bir koltuk, “Elhamdülillah” ve “Bismillah” yazan kupa bardağın Papa ile ilişkisi… Bu absürt ve hatta kimi çılgın anıların öykülerinize yansımasına ilişkin yorumunuz?
Pek çılgın sayılmazlar bence! Yaşanmış olayların anekdot haline getirilmesinde beni rahatlatan bir şey var, normalde kurguladığım hikâyelere kendi yaşamımdan bir şeyler katmayı hiç sevmem ama kendi yaşanmışlıklarımı gizlemeden, doğrudan anlatacağım bir dilimin olmasını da çok istedim.
“Hayattan Kalanlar” böyle metinler, seçilmiş anların hafif bir dil ve edayla anlatımı, yaşamın kendisinin sunduğu öyküler. Bazı okurların en çok bu metinlerden hoşlandığını da gördüm, moralim bozulmadı değil!
YENİ BİR ROMAN: ‘OFELYA’
- Gelecekteki çalışmalarınızdan da bahseden misiniz? Cem Akaş, okuyuculara neler vaat ediyor?
Yeni bir roman bitirdim, son haline getirmekle uğraşıyorum bu aralar. Hamlet’ten tanıdığımız Ophelia karakterinin kendi hikâyesini anlatan bir roman, adı Ofelya. Bence çok ilginç bir karakter, oyuna yansıdığından çok daha derin bir yaşam çizgisi var.
Oyunun başladığı noktanın bir-iki yıl öncesinden başlatıyorum romanı, oyunun bittiği yerin biraz öncesinde, Ophelia’nın ölümüyle bitiriyorum. Shakespeare’in kurgusunun içine girmek, onun karakterlerini oynatmak ama farklı bir “yönetmenlik” yapmak, oyunun hikâyesini baştan ve farklı bir biçimde yorumlamak beni heyecanlandırdı.
Yıllardır üzerinde düşündüğüm bir problem vardı, fraktal geometri ilkeleriyle bir edebiyat metni nasıl yazılır; Ofelya’nın analitik düşünmeye yatkınlığı, bana bu problemin çözümünü sundu.
En Çok Okunan Haberler
- Almanya'da 'Noel pazarına' araçlı saldırı
- Gazeteci Özlem Gürses gözaltına alındı
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- Otel ve villa yapılacak
- Üniversiteden skandal ilan
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- Ukrayna 'bin kilometre' uzaktaki hedefleri vurdu!
- 'Ekonomist Erdoğan'ı sordu, yanıt İmamoğlu oldu!