Bir anlatıcının patikasına yansıyanlar! Feridun Andaç’ın yazısı…

Anılarda yaşamak.. anılarla yaşamak… Sıklıkla dillendirdiğimizdir. Anıları yazmak için bir kıstas var mıdır? Yani yaş / dönem / kimlik gibi sıralamalar yaparak yazılmaya değerlik gibi bir öncelik olur mu? Anılardansa, yaşama dair şeyler yazmak daha da önceliklidir bence. Oktay Akbal, “anı değil, yaşam” demişti. Yazılmamış hayat, yaşanmamış hayattır derim ben de! Hayata, hayatınıza dair yazmak “anı yazmak” değildir.

Bir anlatıcının patikasına yansıyanlar! Feridun Andaç’ın yazısı…
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.04.2023 - 00:03

BİR YAZARIN ÖYKÜSÜ ASIL YAZDIKLARIYLA BAŞLAR!

Jean-Paul Sartré’ın Sözcükler’ini1 her okuyuşumda yazarın kendi hayatına dair anlattıkları anı ötesi bir anlam taşır benim için. Eğer anı olsaydı, bir kez okur geçerdim. Ama ara ara dönüp okuduğumda bulduklarım onun yaşama/yazıya dair dile getirdikleri her daim kuşatıcı gelmiştir bana.

Bir yazarın öyküsü asıl yazdıklarıyla başlar. Dahası onu yazmaya hazırlayan hayat yolunun ilk adımlarıyla…

Her yazar için başlama noktası  “ilk kitap” olmadığını bilmek gerekir. Bunun öncesi, o yolculuğun biçimleniş süreçleri, hatta sürdürülebilirlik zamanları çok daha öncelik taşır.

“Yaşam buyurdu, ben yazdım,” diyordu Resul Hamzatov Benim Dağıstanım2 özyaşam anlatısında. Onun yaşam/yazı ömrüne getirdiği tanıklığın romans vari bir anlatısıydı okuduğumuz. Kitabına dair söyledikleri söz çeperlerine almıştı beni ilk okuduğumda, etkilemişti de:

“Yazmadığım kitap, yazdığım bütün kitaplardan daha değerlidir. En değerli, en içrek, en güçlü olandır o.

Yeni kitap, hiçbir zaman geçmediğim, ama önümde yarılarak açılan ve dumanlı uzaklıklarının eledip beni çağırdığı bir dağ boğazıdır. Yeni kitap, hiçbir zaman eğerlemediğim bir at, kınından daha hiç çekip çıkarmadığım bir hançerdir.” 

Onun yaşama/yazma yolunu anlattığı kitabına uzandım bir ân… 

Semih Gümüş’ün Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor3 kitabını okurken şu düşünceler çıktı karşıma ilkin:

Barışık olma hali, kendini bulma/görme yolculuğu… Zaman zaman sorgulayıcı bakış… yaşamı yeniden kurma yolculuğunun keşfettirdikleri… Öyle ki yer yer bizi seslerin rengiyle buluşturur; düşte, düşüncede, yaşamdaki seslerle renklerle…Orada hem düşünsel tanıklık hem de yaşamsal renkler vardır…

SAVRULMA DEĞİL, KENDİNİ BULMA ÖYKÜSÜDÜR ANLATILAN!

Büyüme/olma/oldurma öyküsünün yanıbaşında filizveren, biriktirilenlerde edebi varoluşun hikâyesini buluruz. Savrulma değil, kendini bulma öyküsüdür anlatılan. Bir karşılama/karşılaşma kitabıdır Semih Gümüş’ün Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor’u.

O nedenle Gümüş’ün anlatısını “anı değil, yaşam” olarak nitelendirmek daha yerinde.

Sartré’ın Sözcükler’le getirdiği yaşam/edebi bellek yolcuğunda bulduğumuz yaşam/düşünce yolculuğunun tanıklığındaki yazar/düşünür olarak yetişme öyküsü başka bir kıyıda karşılar bizi. Gümüş ise, kendi hayatındaki duraklardan yola çıkıp yaşama/yazma felsefesinin uğraklarından geçerek vardığı yerin ondaki tanıklığını dile getirmesiyle ayrılır. Bir bakıma da kuşağının öyküsü de vardır onun anlattıklarında. Orada karşımıza çıkan ise savrulma değil, kendini bulma öyküsüdür. Uzak-yakın duruşların tanıklığında bir ömrün nasıl biçimlendiği, gelinen yerde kendini bir başka kıyıya taşıyan anlatıcının doğayla karşılaşması, hayatın anlamını yeniden keşfin yolculuğu ise bu “yaşama kitabı”nın belki de en anlamlı/dokunaklı yanıdır diyebilirim.

Fotoğraf: Vedat Arık

DENEYİMLEDİĞİMİZ HER ÂN YAZILMAYA DEĞERDİR!

Sayıp dökmeler, düşünceden düşünceye, kitaptan kitaba, yazardan yazara geçmeler belki o örülen entelektüel yaşamın inşasının nasıl oluştuğunu gösteriyor; ama kendi olduğu, kendini yazısının/anlatısının içine koyduğu yerlerde “sahici duygu” ile karşılaşmamız kitabın aurasına dönük kalıcılık imgesi yaratıyor.

“Kendini hatırlama” yolculuğunun ötesine geçen bir bakışla yazılmış olması, Gümüş’ün anlatısını anı ötesine geçiriyor. Yaşamsal izdüşümler, yanılsamalar yolculuğunu ön planda tutması ise deneyimlenen bir hayatın öyküsüne yakın tutuyor bizi. Adeta yol arkadaşlığı ediyoruz onun öyküsüne…

Derslerimde sıklıkla verdiğim bir örnek vardır; eğer yazıyorsanız, yazıda yol almak istiyorsanız kendinize şu deneyimi yapmalısınız: Bir elma bir de soğan alın; önce elmayı soymaya başlayın, bunu soyma biçiminiz sabrınızı, özeninizi, estetik bakışınızı yansıtır. Soğanı soyma biçiminiz, soyarken bunun hatırlattıkları/yaşattıkları, her kabuğun katmanında size düşündürttükleri ise imgelemenizle konu/izlek yakalamadaki hünerinizi gösterir. 

Deneyimlediğinizde bunların gerçekliğini kavrarsınız. Yaşadığımız hayat da öyledir, deneyimlediğimiz her ân yazılmaya değerdir. Semih Gümüş’ün yazarak, anlatarak yaptığı da bu anlamda önemlidir. Böyle yaşadım, yazıda yolculuğum böyle sürdü/sürüyor ve geldiğim kıyıdaki hayatım bu…

Gümüş’ün öz-anlatı diyebileceğimiz kitabı, uzunca süre içinde yaşattığı bir dünyanın resmi gibi geldi bana. Çizilip renklendirilme zamanını bekleyen bir resim… Adeta izlenimci bir ressamın söze dökülen anlatımında yazı ve yaşam yolunun öykülerini okuyoruz. Orada birçok dönemeç, eşik, labirent var.

Yazıya adanmış bir ömrün çetelesini tutmak yerine; bir yazar olarak yazı yolunun haritasını çizerken, düşün dünyasını renklendiren ânlara, zamanlara dönüyor; bir yazı adası/atlası kurarken o dünyayı var eden yazarlara/yapıtlara, düşüncelere uzanıyor.

Anlatılan, bir yazarın, kendi varoluş öyküsü de olsa; kuşağının yazıdaki oluşumuna tanıklıklar getirir.

Bir sesten başka sese, seslere uzanır adeta. Yer/zaman/mekân geçişlerinde  o dünyanın biçimleniş öyküsünü okuruz. Her bir şeye tanıklıktır artık anlatılan öyküde…

DOĞANIN KEŞFİ!

Başlayan ve süren keşif yolculuklarının taşıdığı kıyıda dingince bir hayatı seçerken doğanın keşfinden de söz eder, her bir şeye daha yakından bakar artık. Hayvanlar, böcekler, bitkiler, ağaçlar ve doğadaki bilcümle canlılar o anlatıcı bakışın seyrindedir. 

Yazıda kurulan bir hayatın ötesindeki gerçekliklerden söz edince, yaşama sorgusunu da öne alır Gümüş. 

Bir hayat nelerle nasıl örülür, öylesi bir yolculuğun patikasında gezinen anlatıcının dünyaya açılan penceresidir okuduklarımız.

Evet, anlatılan bir yaşama öyküsüdür…

Kendini artık bir doğasever olarak da tanımlayabilen kıyıdaki anlatıcının öyküsünde görülen; seçtiğiniz bir hayat size yeni kapılar aralıyor, orada dünyanın yeniden keşfine çıkarken her bir şeyin nasıl da anlamlı olabileceğine dair çoğu şeyi aslında doğadan öğrendiğimize dair yeni deneyimlerinin anlatımı… Öte yakada ise süren okuma uğraşının yazarı/anlatıcıyı nerelere taşıdığı, nelerle karşılaştırıp hangi düşüncelere kanatlandırdığını gözleriz. 

OKUDUKÇA SİZİ KENDİNE ÇAĞIRAN, HATIRLATAN, GÖSTEREN BİR ANLATI!

Akışkan bir dünyanın dilini kurmak için gitmek gerektiğine inananlardanım. Anlatıda karşımıza çıkan anlatıcının öyküsünde giderek yazma duygusunun neleri keşfettirdiğini görmek ise anlamlı geldi bana.

Gümüş, imlediğim gibi, bir sesten başka seslere taşırken bakışını/duyuşunu kendi öyküsünü zenginleştiren, anlamlandıran her bir şeyi anlatısına taşıyor. Parçalanan bir dünyanın dilini kurarken kendine bakışı, kendi varoluş öyküsünü yeniden kuruyor. O nedenle kurulan bu öz-anlatıyı “anı” olmanın ötesine taşıyan derinlikli bakış/duyuş onun yazarlık ömrünün sesi olarak karşımıza çıkıyor. Okudukça sizi kendine çağıran, hatırlatan, gösteren bir anlatı ile karşı karşıyayız.

YAZININ ÖTE KIYISINDAN DÜNYAYA / KENDİNE BAKIŞ!

Nicedir yazadurduğum “Kendimle Söyleşimler”in bitim dönemecinde beni karşılayan Semih Gümüş’ün Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor kitabı, benzer yollarda, farklı patikalarda gezinen iki yolcunun “hayat kitabı”nı yazma öyküsünü bulmam ise sevindirici, bir o kadar da yazın akrabalığı duygumu tazeleyici geldi bana.

Semih’in yazdıkları uzunca süre yol arkadaşlığı yapacak bana, okudukça bunu her satırında hissediyorum. Kendi yolunda bir hayatın öyküsü yazıya yansıyınca her dem etkileyici gelir bana…Sizin de edebî yaşama yolculuğuna çıkmanıza bir çağrı kitabı gibi okuyabileceğinizi düşünüyorum  sevgili okurum Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor’u… Üstelik her dem söyleyecek sözü olan bir anlatıcının yazının öte kıyısından dünyaya/kendine bakış öyküsü eminim ki sizi de zenginleştirecektir…

1- Sözcükler / Jean-Paul Sartré / Çeviren: Bertan Onaran / Payel Yayınları / 150 s. / 1996.

2- Benim Dağıstanım / Resul Hamzatov / Çeviren: Mazlum Beyhan / Düşün Yayınevi / 480 s. / 1984.

3- Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor / Semih Gümüş / Can Yayınları / 425 s. / 2023.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler