Asıldık ey halkım, unutma bizi!

Serpil Çelenk Güvenç, babası Halit Çelenk’in bıraktığı belgeler üzerine çalışarak yazdığı, tarihe kalacak bir ibret belgesi niteliğindeki kitabı Daraağacına Mektuplar: Deniz, Yusuf, Hüseyin - Türkiye ve Dünya Basınında 12 Mart İdamları’nda (Tekin Yayınevi); sosyalistlerin ve aydınların her türlü yönteme başvurarak, avukatların bütün yasal olanakları kullanarak, bazı milletvekili ve senatörlerin Mecliste mücadele ederek üç devrimci genci ipten kurtarmak için nasıl mücadele ettiklerini yanı sıra kimlerin de asmak için canlarını dişlerine taktıklarını ve darbeci komutanlara övgüler düzdüklerini ortaya koyuyor. Bu arada Türkiye’deki sağcı basının intikam çığlıklarına, acımasızlıklarına ve kayıtsızlıklarına tanık ediyor. Kitapta ayrıca dış basının Kızıldere katliamı ile infazların öncesinde ve sonrasında yaşanan olayları nasıl yorumladığını da kırk yıl gecikmeyle öğreneceksiniz.

Asıldık ey halkım, unutma bizi!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.09.2022 - 00:02

Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ

Serpil Çelenk Güvenç, babası Halit Çelenk’in bıraktığı belgeler üzerine çalışarak yazdığı, tarihe kalacak bir ibret belgesi niteliğindeki kitabı Daraağacına Mektuplar: Deniz, Yusuf, Hüseyin - Türkiye ve Dünya Basınında 12 Mart İdamları’nda (Tekin Yayınevi); sosyalistlerin ve aydınların her türlü yönteme başvurarak, avukatların bütün yasal olanakları kullanarak, bazı milletvekili ve senatörlerin Mecliste mücadele ederek üç devrimci genci ipten kurtarmak için nasıl mücadele ettiklerini yanı sıra kimlerin de asmak için canlarını dişlerine taktıklarını ve darbeci komutanlara övgüler düzdüklerini ortaya koyuyor.

Kim, tek cana kıymamış devrimciler için “ip” talep etmişti? Hangi devlet adamı, okyanus ötesinden mektuplar yazıp “Türkiye’yi yıkmak isteyenlere, acıma duygusuyla bir şans daha verilmemesini” savunmuştu? Hangi milletvekili, satır arasında “Bizden 3 kişi yandı, onlardan da yansın,” bedduası okunan dilekçelerle “İnfazlar durdurulmasın” kampanyası açmış, faşizme alkış tutmuştu?

Hangi yazar, Denizler için “parka giyen, gözü dönmüş psikopatlar, efsane kılığındaki haydutlar, eli, gözü kanlı mahluklar, vatanı satan iç düşmanlar,” diye yazmış, darbeci komutanlara övgüler düzmüştü?

Hangi sermaye örgütü, devrimcilerin “Anayasa’yı değiştirmeye çalışmaktan” idamla yargılanmasına ses etmezken Anayasa’nın derhal değiştirilmesini savunmuştu? Güvenç, hepsini gerçek yüzleriyle birer birer tarih huzuruna çağırıyor.

Çelenk basından kapsamlı derlemelere yer verdiği, sadece sağ basın için değil, sol, sosyal demokrat basın için de bir belgesel niteliğindeki çalışmasında, yargılama sürecinin ve ertesinin özellikle genç okuyuculara çok yararlı olacak bir panoramasını çiziyor.

Bu arada Türkiye’deki sağcı basının intikam çığlıklarına, acımasızlıklarına ve kayıtsızlıklarına tanık ediyor. Kitapta ayrıca dış basının Kızıldere katliamı ile infazların öncesinde ve sonrasında yaşanan olayları nasıl yorumladığını da kırk yıl gecikmeyle öğreneceksiniz.

Kitapta öte yandan cesur, dürüst, ahlaklı yüreklere de tanık oluyoruz: 12 Mart’ın işkencecilerinin nasıl sermaye tarafından ödüllendirildiğini belgeleyenleri... “Devlet cinayet işleyemez. Yargılama yenilensin” diye darbe koşullarında imza toplayıp kampanya yürütenleri...

“Onlar Türkiye’nin yiğit çocuklarıdır,” diyerek devrimcilere sahip çıkanları... “İnsanlık, 21. yüzyıla ceza literatüründen idamı silerek girecektir” öngörüsünde bulunanları... Yurt dışından ses vererek yardıma koşanları: Pablo Picasso’yu, Louis Aragon’u, Samuel Becket’i, Pablo Neruda’yı...

‘ASILDIK EY HALKIM, UNUTMA BİZİ... UNUTMA BİZİ... UNUTMA BİZİ...’

“(...) Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi. Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...”

Uğur Mumcu / Cumhuriyet Gazetesi / 25 Ağustos 1975

 

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm - Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın işçiler, köylüler! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm!”

Deniz Gezmiş’in son sözleri...

Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ

‘12 MART DÖNEMİNE BASIN ÜZERİNDEN BAKMAK, EZİLENLERİN SAVAŞIMININ ÜSTÜNDEKİ ÖRTÜYÜ AÇMAK İSTEDİM’

- Sadece öldürülen üç genci, öz evlatları gibi bağırlarına basan avukatları Halit Çelenk ve eşi Şekibe Çelenk’in kızları olarak değil; Denizlerin yaşıtı bir devrimci olarak, 12 Mart ve 12 Eylül faşizmine maruz kalmış, hapishanelerde ve yurt dışında çekmiş bir aydın olarak tüm süreci ilk elden tanıklıklarla da ayrıntılarıyla kaleme alıyorsunuz.

Bu bağlamda hem öncelikle genç kuşaklar için kaleme aldığınızı ifade ettiğiniz bir ibret belgesi ve belgeseli niteliğindeki kitabınızın o günlerin anlaşılmasına nasıl yardımcı olmasını amaçladığınızı hem de bu ikinci baskısında ilk baskısında yer almayan nelerin yer aldığını açar mısınız?

Sevgili Gamze kitapta, yerli ve yabancı basında Denizlerin idamı ve Kızıldere katliamına dair sağdan ve soldan yorum ve yazıların yanı sıra değerli şair ve ozanlarımızın yaktıkları ağıtlar ve şiirler bulunuyor.

Aralarında yerli ve yabancı tanınmış bir çok kişinin imzasını taşıyan idam karşıtı bir liste, bazı Sıkıyönetim belgeleri, üç babanın Sunay, Erim, İnönü’ye ve infaz kurumlarına yazdıkları mektup ve çektikleri telgraflar ve döneme ait başka belgeler de sondaki EK başlıklı bölümde yer almakta.

Egemen sınıflar bize kendi çıkarlarına dayalı ve sonuçta bu çıkarlara hizmet eden bir tarih anlayışı sunuyorlar. “Büyük insanlık” ise yüzyıllardır içinde yaşadığımız sömürü düzenini değiştirmek, yaşanası güzel bir dünyayı kurmak için mücadele veriyor.

Emeğin -dünyada ve ülkemizde- tarihini bilmeden bu mücadeleyi kazanmak mümkün mü? O dönemi yaşayan bir kişi olarak bu düşünceden yola çıkarak yakın tarihimizde önemli bir kırılma noktası olan 12 Mart dönemine basın üzerinden bakmak, ezilenlerin savaşımının üstündeki örtüyü biraz açmak istedim.

‘KİTABIM BU KOKUŞMUŞ DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK İSTEYENLER İÇİN BİR OKUMA BAŞLANGICI OLABİLİR!’

Özellikle yaşları o yılları anımsamaya yetmeyen gençler için, bu kokuşmuş düzeni değiştirmek isteyenler için bir okuma başlangıcı olabilir düşüncesindeyim.

İlk baskıda olmayan önemli bir belge, o dönemde Dünya Bankası çalışanı olarak ABD’de bulunan Turgut Özal’ın AYM’nin bozma kararı üzerine idamların yeniden TBMM’ye gelmesini önceleyen günlerde sağ basının önde gelen gazetesi Tercüman’a yolladığı, “Türkiye’yi yıkmak isteyenlere bir şans daha vermemek” telaşı içinde yazdığı mektuptur.

YENİ BELGELER...

Değerli dostum Erendiz Atasü’nün “İdam ve Toplumsal Vicdan” başlıklı yorumu, Aşık Nesimi’nin, Aşık Zamani’nin ağıtları ve Hasan Hüseyin’in, Fakir Baykurt’un şiirleri ile ABD’nin ünlü gazetesi Washington Post’un mide bulandırıcı idam haberi de yeni baskıda yer almakta.

Ek bölümüne de, infazlarla ilgili avukat- savcı yazışmaları, üç babanın 1586 sayılı idam yasasının kaldırılması için TBMM’ye verdikleri dilekçe, Deniz’in parka teslim zaptı gibi yeni belgeler geldi.

SİYASET, BASIN, SERMAYENİN KARANLIK İMECESİ!

- 1950’lerde idamların piknik havasında izlendiği bir Türkiye... İmlediğiniz gibi idam, hele siyasi nedenlerle idam, toplumun yadırgamadığı bir işti.

Dönemin Türkiyesi’nin atmosferine, “o normalleştirme pratiğine” daha da kötüsü “zorba bir yönetimin hukuksuz vahşi uygulamalarına milleti ikna etme azmine” ilişkin burada da neler söylersiniz?

İdamlar emperyalizm ve yerli işbirlikçiler yoluyla siyaset, basın (basını ayırarak bir sonraki sorumda anacağım) ve sermaye eliyle karanlık bir imeceyle gerçekleştiriliyor.

Söz konusu çevrelerin başat rollerini ve benimsedikleri kirli taktikleri ilişkin öncelikle nelere dikkat çekiyorsunuz?

Sermaye sınıflarının temsilcileri olan siyasi iktidarlar tarih boyunca ezdikleri kitleleri sadece zor araçlarıyla değil, rıza dediğimiz beyin yıkama yöntemleriyle de idare etmişlerdir. Rıza ve zor birlikte yol alır. Teknolojinin geliştiği çağımızda medya rızanın oluşturulmasında çok önemli bir araçtır.

Yazılı basının etkin olduğu 12 Mart döneminde ise kitapta görüleceği gibi, vurguladığınız bu karanlık “imece”, sermayenin siyasette basını kullanması yoğun bir biçimde yaşandı. Kitap bunun örneklerini göz önüne sermeye çalışıyor.

DENİZLERİ YANİ ANAYASAYI SONUNA KADAR SAVUNANLARI DEMİREL, BAYAR, SOYSAL GİBİ SERMAYE TEMSİLCİLERİ EL ELE ASTILAR!

1961 Anayasasının lüks olduğunu, bununla devlet yönetilemeyeceğini ve değiştirilmesi gerektiğini her ortamda yineleyen Süleyman Demirel, Celâl Bayar, Ertuğrul Soysal gibi sermaye temsilcileri el ele vererek Denizleri yani Anayasayı sonuna dek savunanları astılar!

Sizin deyiminizle “zorba bir yönetimin hukuksuz vahşi uygulamaları”, bir cinayetin “haklılığı” konusunda milletin ikna edilmesi görevi ise birkaç istisna dışında basına düştü. Toplumsal sorunların yaratıcısı olan kurulu düzen ve onun destekçisi siyasal parti ve kişiler aklandı.

Günümüzde de iktidar medyasında, Gezi’deki milyonların daha güzel bir dünya arayışları amansızca yerilirken ülkeyi satanlar, emekçilerin cebinden çalınanlarla gününü gün edenler, yeni liberal düzenin özelleştirme başta olmak üzere her türlü kötülüğüyle yaşamı ezilenlere zindan edenler göklere çıkarılmıyorlar mı?

SIKIYÖNETİMLİ, BALYOZLU, OLAĞAÜNÜSTÜ MAHKEMELİ, DARAĞAÇLI, KONTRGERİLLALI BİR HÜKÜMET VE SİLAHLI KUVVETLER!

Aslında, 12 Mart ile yapılmak istenen tekelci burjuvazinin iktidarını sağlamlaştırmak, sorunlarını çözmekti. Emekçilere göreli de olsa örgütlenme ve ifade özgürlüğü çerçevesinde bazı haklar tanıyan Anayasa bu amaca engel olmaktaydı ve değiştirilmesi gerekiyordu.

Sermayenin bu yöndeki talepleri, sözde “reformcu” 12 Mart hükümeti, Cuntanın desteği ve TBMM’deki siyasal partilerin çoğunluğunca yerine getirildi. Bu seferberlik harekâtı “sıkıyönetimli, balyozlu, olağanüstü mahkemeli ve darağaçlı, kontrgerillalı” bir hükümet ve silahlı kuvvetlerce yerine getirildi. Bu pratiğin eksikleri, daha ağır koşullarda 12 Eylül’de tamamlandı.

‘12 MART BASINI DA KENDİNE DÜŞEN GÖREVİ YERİNE GETİRDİ!’

- Yine ayrıntılarıyla gözler önüne serdiğiniz üzere, o günlerin Dünya Bankası görevlisi Turgut Özal ile de birlikte üç genç devrimcinin, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamlarının gerçekleşmesi için ellerinden geleni artlarına koymayan 12 Mart basınına ilişkin neler söylersiniz? “12 Mart basını” tam da ve başka nedir?

12 Mart’ta, başta Tercüman, Son Havadis, Adalet, Yeni İstanbul, Orta Doğu, Bugün, Zafer, Hürriyet gibi gazetelerde bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm talepleriyle yola çıkmış olan Denizlerin işlemedikleri bir suçtan bir an önce idam edilmeleri için ellerinden geleni yapan; kamuoyunu etkileyebilmek için bir sürü yalan dolanla dolu öyküyü köşelerinden yayan; Denizleri “Maocu şehir eşkıyaları, gaddar ve satılmış bir ihanet şebekesi, eli kanlı caniler, kızıl katiller” olarak yaftalarken idamı usulden bozan AYM kararını kıyasıya eleştiren, bu kurumun ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulayan, AYM’ye giden İnönü’yü “açık kapılardan faydalanmaya çalışmakla” suçlayan; Sıkıyönetim mahkemelerinin idam kararlarını öven, “İptal” sözcüğünden “İp” çıkaracak kadar düzeysiz besleme kalemler gördük.

Yukarıda da belirttiğim gibi, yürürlükteki ceza yasaları Denizlerin değil onları asanların yargılanmasını ve hüküm giymesini gerektiriyordu.

Ne var ki, basın ve medyanın, sermaye sınıfının rıza üretiminin başlıca araçları olduğu düşünüldüğünde 12 Mart basınının kendilerine düşen görevi yerine getirdiği söylenebilir.

‘SAĞ YA DA SOL EĞİLİMLİ AVRUPA BASINI İSE GENELDE OLAYLARA OLDUKÇA DOĞRU TEŞHİS KOYMUŞTUR’

- Yabancı basına ilişkin neler dikkat çekmektedir?

Sağ ya da sol eğilimli Avrupa basını genelde olaylara oldukça doğru teşhis koymuştur.

İdamlar öncesi Denizleri kurtarmak için girişilen Kızıldere olayında rehineler ve devrimcilerin bir kontrgerilla harekatıyla katledilmeleri, işkence olayları ve benzeri cunta uygulamaları, görülmedik bir “barbarlık” ve “insan avı” olarak nitelendirilmiş, Denizlerin Anayasayı değiştirmek istemedikleri, bu suçu askerlerin ve “onların kuklası haline getirilen Parlamentonun” işlediği ileri sürülmüştür.

Tek farklı bakış “Üç Türk Gerillası iktidarı devirmek istedikleri için asıldılar” başlığıyla idam haberini veren ve Kızıldere katliamını da çarpıtarak aktaran ABD çıkışlı Washington Post gazetesine aittir.

Öte yandan, Yunanistan’da polis tarafından katledilen milletvekili Lambrakis’in yaşamını anlatan Z kitabının yazarı Vassilikos’un 12 Mart devrimcileri için yazdığı şiir de yabancı basının bize armağanı...

‘CEZALARI, MUKTEDİRLERCE YARGIÇ KARŞISINA ÇIKMADAN KESİLMİŞTİ!’

- “Elini kana bulamamış, şahsı için hiçbir talebi bulunmayan, toplumsal iyilik için başkaldırmış çok genç üç insanın, mevcut yasalar çiğnenerek, hukuk ayaklar altına alınarak 12 Mart döneminin zulüm ortamında, Sıkıyönetim Mahkemesince sözde yargılanıp mahkum edilmeleri ve 6 Mayıs 1972 günü idam edilmeleri gerekti! Cezaları, muktedirlerce yargıç karşısına çıkmadan önce kesilmişti onların…” Bilmez gibi sormalı; çünkü?

Denizler, 6 Mayıs 1972 günü sabaha karşı Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin bahçesinde idam edildiler. Denizlerin yargılanmaları ve idam edilmeleri, 12 Mart olayının tanımlanması açısından önemli bir mihenk taşıdır. Üç gencin avukatlarından Halit Çelenk’in anıları, savunmalar ve TBMM tutanakları incelendiğinde, idamların asıl nedeni nasıl ortaya çıkmaktadır?, asıl gözdağı verilen ve ipe götürülmek istenenler kimlerdir?

O kadar haklı bir saptama ki... “Cezaları, muktedirlerce yargıç karşısına çıkmadan önce kesilmişti onların...” tümcesi Denizlerin yakalandıkları andan idamlarına dek geçen süreci özetlemekte.

Denizler eylemlerini gerçekleştirdikleri tarihte var olan mahkemeler yerine, cuntanın emriyle kurulmuş, olağanüstü bir mahkeme önüne çıkarıldılar. Hukuksuzluk ilk günden başlamış, anayasal hakları yani “doğal” hakimleri önünde yargılanmak hakları ellerinden alınmıştı.

‘MAHKEME BAŞKANININ HUKUKÇU BİLE OLMADIĞI OLUŞUM, MAHKEME DEĞİLDİ. HALİT ÇELENK’İN İFADESİYLE ANCAK BİR KURUL OLABİLİRDİ!

Siyasal iktidarlara bağımlı, emir komuta zinciri içinde hareket eden rütbeli askerlerden oluşan, mahkeme başkanının hukukçu bile olmadığı bir oluşum, mahkeme değildi. Halit Çelenk’in ifadesiyle ancak bir kurul olabilirdi.

İdamlardan sonra Başkan Elverdi’nin ve savcı yardımcısı Baki Tuğ’un Demirel’in partisinden milletvekili seçilmeleri ve yaptıkları açıklamalar bile tek başına mahkemenin “tarafsızlığı”nı anlatmaya yeter.

Cumhuriyet Senatosu’ndaki idam görüşmeleri sırasında idam yanlısı senatörlerden birisinin konuşmasındaki şu bölümün tam da sorunuzun yanıtı olduğunu düşünüyorum.

Sağ partilerden bir senatör olan M. Tığlı“...eğer bu üç zavallı çocuk ... gençlik saikasıyla kanun hudutlarını geçerek...hatta bir yığın adam öldürmüş olsalardı...ona şevkatte bulunmak bizim için bir vazife olurdu...ama ‘benim mesleğim Marksist Leninist savaşçı’ diyor...” diyerek bu düşüncenin idamları için yeterli olduğunu söylüyor.

‘DENİZLERİ ASANLAR BAŞARAMADILAR ÇÜNKÜ...’

Özetle Denizler eylemleri nedeniyle değil, düşünceleri nedeniyle infaz edildiler. Tam bağımsız, gerçekten demokratik bir ülke, eşit ve özgür bir toplum, sınıfsız sömürüsüz bir dünya istiyorlardı.

Çıkarları insanlığın bu kokuşmuş sömürü düzeninde yaşamasına bağlı olan iç ve dış emperyalist güçler yaşamlarına son vererek inandıkları davanın yok edileceğini sandılar.

İşçi köylü gençlik el ele sloganı altında 68’li yıllarda başlayan emekçi eylemlerinin son bulabileceğini, ordunun bir kesimi de dahil olmak üzere toplumda yaygınlaşan sosyalizm düşüncesinin yok edilebileceğini sandılar.

Sonrası? Başaramadılar çünkü Denizlerin davası, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm ideali ancak sömürüsüz, sınıfsız, insan onuruna yakışan bir toplum düzenine kavuşulduğunda son bulacaktır.

Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ

‘CESUR, AHLAKLI BİRÇOK BASIN EMEKÇİSİ O GÜNLERDE DE VARDI. BUGÜN DE VAR! İYİ Kİ VARSINIZ!’

- Kitabınızda cesur, dürüst, ahlaklı yüreklere de tanık oluyoruz.

37 gazete ve derginin, 200’ü aşkın kitabın basımı ve satışının yasaklandığı, yarım milyondan fazla “sol” yayının toplatılarak imha edildiği, 118 yazar, çevirmen, yayıncı, sanatçı ve gazetecinin gözaltına alındığı, tutuklandığı ve mahkûm edildiği dönemin basınının idamların durdurulması konusundaki girişimleri ve cuntaya karşı duruşları nedeniyle 12 Mart generallerinin hışmına uğrayan, Mamak Cezaevi koşullarını devrimcilerle paylaşan onurlu üyelere sahip olduğunu da imliyorsunuz.

İsimleriyle burada da anarsanız neler söylersiniz?

Cesur, dürüst, ahlaklı birçok basın emekçisi 12 Mart’ta da, 12 Eylül’de de vardı. Bugün de var. İyi ki varsınız! 12 Mart’ta idam karşıtı girişimleri -imza toplama dahil- nedeniyle başı belaya giren Altan Öymen, Uğur Mumcu, Erdal Öz, Emil Galip Sandalcı benim anımsayabildiğim isimler. 68 Kuşağının mücadelesini -cezaevlerinde yaşananları, işkenceleri, idamları- bir anlamda öyküleştirerek köşesinde insanlara sunan Mustafa Ekmekçi’yi unutmak mümkün değil.

Yine bu nedenle cezaevine girmemekle birlikte Cumhuriyet, Yeni Ortam, Milliyet gibi gazetelerde, Aydınlık, Devrim gibi dergilerde, bırakın yazmayı konuşmanın bile yürek istediği 12 Mart’ın o karanlık ve baskıcı günlerinde, idam cezasına karşı çıkan -yazılarını kitabımıza aldığımız- İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, Vahap Erdoğdu, Remzi İnanç, Refik Erduran, İsmail Cem, Ali Gevgilili, İlhami Soysal’ı bu vesileyle bir kez daha saygıyla selamlamak istiyorum.

‘HALİT ÇELENK VE ŞEKİBE ÇELENK KUTUP YILDIZIMDI. ONLARI KAYBETTİĞİMDE SADECE ANNE BABAMI DEĞİL, YOLDAŞLARIMI DA YİTİRDİM!’

- Öldürülen üç genci, avukatları öz evlatları gibi bağırlarına basan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatlarından olan, 12 Mart ve 12 Eylül askerî cunta dönemlerinde TCK’nın 141/142 ve 146. maddeleriyle yargılanan devrimci kişi ve kuruluşların büyük bir bölümünün savunmanlığını yapmış olan, konuya ilişkin kapsamlı, ön açıcı ve öğretici yazısını aktardığınız babanız Halit Çelenk’in ve anneniz Şekibe Çelenk’in mücadelesini ve duygularını nasıl paylaşıyorsunuz?

Annem ve babam bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine inanmış insanlardı. Yaşamlarının her aşamasında, hukuk ve siyaset dahil birçok alanda bu uğraşlarını sürdürdüler.

TÖS ve TÖB-DER’in savunmanlarından olan Halit ÇelenkTCK’nın 141-142. maddelerinden yargılanan bir çok kişi ve örgütü savundu. 68 gençliği ve özellikle Denizler ise onların aynı dünya görüşünü paylaşan genç arkadaşlarıydılar.

Böyle bir ortamda büyüdüm, ideallerini bütün kalbimle paylaştım. Benim kutup yıldızımdı onlar. Kaybettiğimde sadece anne babamı değil, savunmanlarımı ve yoldaşlarımı da yitirdim.

‘BİR AN ÖNCE ASMAK İÇİN CUNTA ORGANLARI SÜREKLİ MÜDAHALE ETTİ. SÜRE UZAYINCA YASALLIĞI ELEŞTİRENLER, SÜRE KISALINCA ÖVENLER OLDU!.’

- Denizlerin işlemedikleri bir suçtan, TCK’nın 146. maddesinde belirtilen, anayasayı tağyir, tebdil ve ilgadan idamla yargılandıkları iki ay yirmi üç gün gibi kısacık bir sürede sonuçlanan dava... Yargılamanın cuntanın müdahaleleriyle sürekli zehirlenen ortamını başat anlarıyla anlatır mısınız?

Kararın baştan verildiği ve iki ay yirmi üç günde idam kararının alındığı bir yargılamadan veya bir yargılama gösterisinden söz ediyoruz. Öncesinde sizin de vurguladığınız gibi cunta organlarının sürekli müdahaleleri yaşandı.

Bunlardan ilki, aynı suçun cezasının işleyenin görüşüne göre değiştirilmesidir. Denizler ve sol görüşe sahip gençler, banka soyma, yaralama gibi suç işlediklerinde TCK’nın idamı içeren 146. Maddesine göre Sıkıyönetimce yargılandılar.

Aynı suçlar sağ görüşlü kişilerce işlendiğinde ise, yargılama normal mahkemelerde ve “doğal” hâkimler önünde yapıldı, TCK’nın ilgili maddeleri uyarınca aldıkları ceza ise birkaç yılı aşmadı! Bu hukuk dışı uygulama Korgeneral Kemal Taran’ın tüm Sıkıyönetim komutanlıklarına gönderdiği 16.7.1971 tarihli Genelkurmay bildirisi ile başladı.

Davalar bu “esas”a göre açılıp sürerken Ankara Sıkıyönetim Komutanı Semih Sancar 49 No’lu bildirisinde, Denizlerin davasına da değinerek mahkemenin savunma hazırlığı için avukatların talep ettiği süreyi kısaltmasını övdü ve “yargılama usul ve kanunlarının bazı formalitelerin yerine getirilmesini mecburi kılmakta” diyerek yasallığı eleştirdi!

Sancar’a göre “kanunların öngördüğü işlemler bizzarur (mecburen) ifa edilmekte ve bu sebeple duruşmalar ister istemez uzamaktadır!” Generale kalsa idam kararlarını hemen uygulamaya sokacaktır ama ne yazık ki o “demokratik anayasanın öngördüğü kanunlarla” yargılanmaktadırlar gençler ve işler uzamaktadır!

İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı, 26 No’lu bildiri ile “...Özellikle Sıkı Yönetim mahkemelerindeki davaların karar safhasına geldiği ve infaz işlemlerinin başlamakta olduğu bugünlerde...” ifadeleriyle kamuoyuna açıklamalar yaptığında Denizlerin davası henüz sonuçlanmamıştı.

Savunma hazırlandığı sırada evimizin sıkça basılması, el konmasını önlemek için avukat savunmasının gecenin bir vakti TMMOB’un bir odasında teksir makinesinde bastırılması, avukat-sanık görüşmelerinin sahte tutanaklar düzenlenerek avukatlar hakkında davalara dönüştürülmesi, savcıya “önyargılı” denildiği için avukatların yargılanmaları, Denizlerin davasını izlemek isteyen Avukat Şekibe Çelenk, Avukat Çetin Güner ve Yılmaz Sel’in salondan atılmaları yaşananlardan sadece bir kaç örnek...

‘ŞİİRLER VE AĞITLAR OLMASAYDI KİTAP ÇOK EKSİK KALIRDI!’

- Kitabınızda ülkemizin yüz akları ozan ve şairlerimizin, baskı ve cezalara rağmen, Denizler, Kızıldere’de ve ülkenin birçok köşesinde katledilen devrimciler için akıttıkları dizeler, ağıtlar, güzellemeler de yer alıyor.

Onlara ilişkin duygularınızı burada da paylaşmanızı rica ederek bitirelim söyleşimizi.

Ruhi Su toplumu etkileyen her olayın, her düşüncenin sanatı da etkilediğini söyler Ezgili Yürek’te. Şair ve ozanlarımız da 12 Mart’ta yaşanan onca haksızlığa karşı, kocaman yürekleriyle, dizelerinin gücüyle, bedel ödemeyi göze alarak yargısız infazları, işkenceleri, katliamları eleştirdiler ve halka ulaştırdılar. O şiirler ve ağıtlar olmasaydı kitap çok eksik kalırdı.

Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ

SERPİL ÇELENK GÜVENÇ:

Üniversitede Dev Genç’e bağlı Hacettepe Sosyalist Fikir Kulübü’nde yönetici olarak görev yaptı ve yaşanan gençlik olayları nedeniyle Ankara Ağır Ceza ve Asliye Ceza Mahkemelerinde yargılandı. 12 Mart askeri darbesi döneminde Ankara Yıldırım Bölge Askerî Cezaevi’nde yattı.

2002-2005 yılları arasında ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde yüksek lisans yaptı. Tezini İkili Anlaşmalardan Kıbrıs’a - Solun Merceğinden Dış Politika - TİP Deneyimi 1960-70 adıyla kitaplaştırdı.

Sol Yayınları, Bilim ve Ütopya dergisi, Evrensel Yayınevi için çeviriler de yapan GüvençCumhuriyet ve Evrensel gazeteleri, Yeni Ülke dergisi, Cumhuriyet Dergi, Eğitim Bilim Toplum, Aratos, Mülkiyeliler Birliği, Bilim ve Gelecek, Evrensel Kültür dergilerinde yazılar yazdı. Sol gazetesinde köşe yazarlığı yapan Güvenç, yazılarına Sol Portal’da devam ediyor.

2007 yılında Yurtsever Cephe Ankara Adayı olanSosyalistlerin Meclisi, Yurtsever Cephe İşçi Birliği, Haziran Hareketi gibi oluşumlarda yer alan Güvenç, halen Dayanışma Meclisi üyesi.

KİTAPLARI

Solun Merceğinden Dış Politika (Daktylos Yayınları, 2008), Darağacına Mektuplar (İmge Kitabevi Yayınları, 2012), Kapitali Topraktan Çıkaranlar (Yazılama Yayınevi, 2018), Denizlerin Şekibe Ablası - Şekibe Çelenk (Sultan Özer ile birlikte, Evrensel Basım Yayın, 2011), Katkıda Bulunduğu Kitaplar, Yeni Bir Aydınlanma İçin (Yazılama Yayınevi, 2017), 100. Yılında Büyük Ekim Devrimi (Yazılama Yayınevi, 2017), Anti-Emperyalizm ve Bağımsızlık Fikri (Sol Kültür Yayınları, 2021)

ÇEVİRİLERİ

Sosyalistler İçin Felsefe, Maurice Cornforth (Sol Yayınları, 1965), Tarımda Kapitalizm, V. İ. Lenin (Sol Yayınları, 1996), Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları, Svetlana Aleksiyeviç (Hilal Ünlü ile birlikte, Evrensel Basım Yayın, 2002)

Serpil Çelenk Güvenç / Daraağacına Mektuplar: Deniz, Yusuf, Hüseyin - Türkiye ve Dünya Basınında 12 Mart İdamları / Tekin Yayınevi / 400 s. / 2022.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler