Altan Öymen ve Onur Öymen’den Başöğretmenin Yolunda

Gazetemiz yazarı, eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen ile emekli diplomat yazar Onur Öymen birlikte kaleme aldıkları ve Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan Başöğretmenin Yolunda - Atatürkçü iki Eğitim Gönüllüsü: Hıfzırrahman Raşit Öymen, Münir Raşit Öymen adlı kitaplarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında dünyaya gelen, eğitimlerini savaş koşullarının sıkıntıları içinde tamamlayarak öğretmen olan ve Cumhuriyet’in eğitim devriminde gönüllü olarak görev alan babaları Hıfzırrahman Raşit ve Münir Raşit Öymen kardeşlerin mücadele dolu yaşamlarını, çalışmalarını, düşüncelerini ve yapıtlarını ortaya koyuyorlar. Her iki kardeş de devlet tarafından gönderildikleri Almanya’da yüksek öğrenimlerini başarıyla tamamladıktan sonra Türkiye’de öğretmenlerin ve öğrencilerin en çağdaş bilgilerle donatılarak eğitilmeleri için büyük çaba göstermişler, yazdıkları veya Türkçe’ye çevirdikleri kitap ve makalelerle, yayımladıkları dergilerle, verdikleri konferanslarla öğretmenlerin ve öğrencilerin çağdaş düşüncelerle yetiştirilmesine katkıda bulunmuşlardır. Altan Öymen ile Onur Öymen, Cumhuriyetin hedeflediği laik eğitimin yaşama geçirilmesi, Köy Enstitülerinin, Millet Mekteplerinin ve Halkevleri’nin kurulması gibi büyük hamlelerin sıralandığı kitaplarında, eğitimdeki atılımların daha sonraki dönemlerde nasıl birer birer feda edildiğinin örneklerine de yer veriyorlar.

Altan Öymen ve Onur Öymen’den Başöğretmenin Yolunda
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 28.11.2024 - 00:01

ONUR ÖYMEN: ‘HEM YAŞAM ÖYKÜLERİNİ ANLATMAYI PLANLADIK HEM DE OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN CUMHURİYET’E GEÇiŞ DÖNEMİNİ ANA UNSURLARIYLA VURGULAMAYA ÇALIŞTIK’

- Öncelikle Başöğretmenin Yolunda-Atatürkçü iki Eğitim Gönüllüsü: Hıfzırrahman Raşit Öymen, Münir Raşit Öymen adlı, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet devrimlerine kadar Türkiye’de eğitim alanındaki gelişmeler anlatılırken iki kardeşin hayat hikâyeleri, düşünceleri, yapıtları ve yaptıklarını ortaya koyduğunuz çalışmanızın amacını açmanızı rica ederek başlayalım söyleşimize.

ONUR ÖYMEN - Babalarımız Hıfzırrahman Raşit Öymen ve Münir Raşit Öymen Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde doğan ve aynı dönemde ülkedeki eğitimlerini tamamlayan iki öğretmen.

Daha sonra devlet tarafından Almanya’ya yüksek pedagoji eğitimi için gönderilmişler ve dönüşlerinde de yeni öğretmen kadroları içerisinde görev almışlardır. Fakat Aynı zamanda, Atatürk’ün önderliğindeki Cumhuriyetin eğitim devriminin başarısına katkıda bulunmak amacıyla çok sayıda kitap yazmışlar, çeviri yapmışlar, konferanslar düzenlemişler.

Bu kitabı kaleme alırken, bütün bunları düşünerek onların hem yaşam öyküsünü anlatmayı planladık hem de Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyete geçiş dönemini ana unsurlarıyla vurgulamaya çalıştık.

Burada dikkatimizi çeken unsur, Atatürk’ün Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde eğitim alanında geri kalmışlığın önemini çeşitli vesilelerle vurgulaması ve Cumhuriyetten sonra yapılan büyük devrimlerin başlangıç noktası olarak eğitimi ön plana çıkartması oldu. Bu konuda hem HRÖ hem de MRÖ’nün anılarından, çalışmalarından, yazdıkları eserlerden ve ülkemizin çeşitli sorunları hakkında dile getirdikleri düşüncelerden yararlandık.

Bu arada HRÖ’nün, CHP milletvekili olarak görev yaptığı yıllarda, kendi hükümetinin ve partisinin eksiklerini ve yanlışlarını saptamakla görevlendirilen Müstakil Grup üyesi sıfatıyla yaptığı eleştirilerden ve önerilerden de yaralandık.

 

ALTAN ÖYMEN: “MÜNİR AMCAMIN TARİH VAKFI’NCA BANDA ALINAN ANILARI, İKİ KARDEŞİN GEÇMiŞiYLE İLGİLİ ‘GÖRGÜ TANIĞI’ BİLGİLERİNİN TEMELİNİ OLUŞTURDU”

ALTAN ÖYMEN - Onur Öymen çok iyi özetledi amacımızı… Biz de çocukluğumuzdan beri farkındaydık ülkemizde eğitim işlerinin ne kadar önemli olduğunun… Çocukken, bizim eve misafir gelen akrabaların ve dostların çoğu öğretmendi. Annem-babam aralarındaki sohbetlere biz çocukların da katılmasını teşvik ederlerdi. Ben de hava sokakta oyun oynamaya müsait değilse, evde kalır izlerdim sohbetleri. Büyükler bana soru sorarlardı. Konuşanlarla ilgimin kopmamasını sağlarlardı.

Ana konu, malûm, geçmişten geleceğe “eğitim”di. Türkiye’de de dünyada da nereden nereye geliniyor o alanda, tartışılırdı. O arada bolca da anılar anlatılırdı. Durum padişahlık döneminde nasıldı, şimdi nasıl, bundan sonrasında ne olmalı gibi olacak sorular arasında konuşulurdu.

Anılardan beni en çok ilgilendirenler, babamın anlattıklarıydı. Trabzon’daki çocukluğu anıları. Dedemin Midilli’deki görevi sırasında, Rum çocuklarıyla tartışmaları… Sonra memlekete dönüşleri… Dedemin Ergani’ye, eşi ile çocuklarının Trabzon’a gidişleri… Daha sonraki yıllardan: Almanya’da, sonra da Avusturya’daki çalışmaları.

Bunlar, benim bilmeyip, büyüyünce işgücü sahibi olup gazetecilik yaptığım yıllarda babamla ikili sohbetlerimizde de, ona sorup cevaplarını ilgiyle dinlediğim soruların da konusu oldu. Daha sonrasında aklıma geldikçe, “keşke” diye yakındığım bir “ihmal”in konusu. “Keşke o konularda anlattıklarını kayda alsaydım” diye…

(Gerçi, o zamanlar “banda alma” işlemini sağlayacak cihazlar henüz gelişmemiş ve yaygınlaşmamıştı. Ama o anıların en azından bir kısmının notlarını tutmayı akıl edebilirdim.)

Sonradan öğrendim ki, benim bu hayıflanmamı hafifletici bir gelişme, Münir amcam sayesinde gerçekleşmiş. Tarih Vakfı “Sözlü Tarih Çalışmaları” sırasında, Münir Raşit Öymen’in de yaşantısının büyük bir kısmıyla ilgili anılarını soru-cevap yoluyla banda almış. Ve o bantta anlattıkları içinde, babamla birlikte yaşadıkları olayların anıları da varmış. Yani benim kayda geçmemiş olmama hayıflandığım anılar. Trabzon’da, Midilli’de, Elazığ’da geçen günlerinin anıları.

Ve o kayıtlar, iki kardeşin geçmişiyle ilgili “görgü tanığı” bilgilerinin temelini oluşturdu.

Tabii, onların yanında Hıfzırrahman ve Münir Raşit Öymen kardeşlerin, hayatlarıyla ilgili daha başka vesilelerle yazdıkları veya kendileriyle yapılan söyleşilerde anlattıkları da var. Kitap çalışmaları sırasında onların da büyük bir kısmına ulaşıldı.

Bir de, Hıfzırrahman Raşit Öymen’in 25 yıla yakın bir süreyle yayınladığı -Münir Raşit Öymen’in katkıları büyük olan “Eğitim Hareketleri Dergisi”ndeki yazılar var. Hem kendi yazıları hem de onların çalışmaları üzerine başka yazarların yazdığı yazılar... Onların da çoğundan, bu kitabın çalışmaları sırasında faydalanıldı.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

ALTAN ÖYMEN: ‘KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİNDE DE EĞİTİMLE İLGİLİ REFORMLARIN ALTYAPISI OLUŞTURULMAYA BAŞLANMIŞTIR’

- Kurtuluş Savaşı tüm hızıyla sürerken eğitimin Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde, değil askıya almak başlıca gündem maddesi olması Cumhuriyet devrimlerinin bilincini, gelecek tasavvurunu ortaya koyan emsal örneklerin başında geliyor kuşkusuz.

Dokuz bölümden oluşan kitabınızın her bölümünde ortaya koyduğunuz bu bilince, iradeye ilişkin burada da neler söylersiniz? Ve Milli Mücadele yıllarında çağdaş eğitime geçişi anlatır mısınız?

A. Ö - O kongrenin toplantı zamanı çok ilginç. Zaman Sakarya Savaşının gündemde olduğu bir zaman. Yani Ankara Hükümeti’nin savaşla ve hazırlıklarıyla çok meşgul olduğu bir dönem. O günlerin içinde bir eğitim kongresinin çalışmaya başlaması alışılmış bir şey değil.

Atatürk de kongrede bu konuya değiniyor ve diyor ki: “Evet savaş birinci işimiz ama bunun yanında eğitim de çok önemli bir işimiz. Bu konuyu savaş içinde dahi unutmamalıyız. Çünkü eğitimle ilgili pek çok şey yapmaya ihtiyacımız var. Buna da bugünden başlayalım ki sorunlarımızı çözmekte hedeflerimize varabilelim.

Böylece Kurtuluş Savaşı döneminde de eğitimle ilgili işler öncelikli olarak ele alınmıştır ve o alandaki reformların altyapısı oluşturulmaya başlanmıştır.

 

ONUR ÖYMEN: ‘HER İKİ KARDEŞ DE ATATÜRK’ÜN EĞİTİM DEVRİMİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİ DAİMA BİR REHBER OLARAK GENÇ KUŞAKLARA DUYURMUŞLARDIR’

O. Ö - Özellikle, Atatürk’ün daha Kurtuluş Savaşı devam ederken Ankara’da düzenlenen Maarif Kongresine cepheden gelerek katılması ve orada yaptığı konuşmada eğitim devrimi hakkındaki düşüncelerini ve hedeflerini vurgulaması her iki kardeşin de dikkatini çekmiş ve onun sözlerini daima bir rehber olarak genç kuşaklara duyurmuşlardır.

Gerek HRÖ gerek MRÖ çalışma hayatları boyunca Atatürk’ün ilkelerini ve eserlerini en değerli esin kaynağı olarak görmüşler ve onun hedefleri doğrultusunda çalışmışlardır. HRÖ’nün daha 22 yaşındayken Trabzon’da yayımlamaya başladığı Yeni Mektep dergisinin bizzat Atatürk tarafından incelenmesi, değerli bulunması ve kendisine bir takdir mektubu gönderilmesi her iki kardeş için de bir itici güç kaynağı olmuştur.

Atatürk’ün Trabzon ve Samsun’a yaptığı ziyaretler sırasında kendisi ile temas etme şansına sahip olan HRÖ, bugün onun eğitim alanındaki hedeflerini, düşüncelerini daima özümsemiş ve yayınladığı yazılarda, makalelerde, dergilerde onları geniş ölçüde dile getirerek genç eğitimciler için esin kaynağı olarak ön plana çıkartmıştır.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

ONUR ÖYMEN: ‘OSMANLI’NIN ÇÖKÜŞ YILLARINDA ÇOK BAŞLI BİR EĞİTİM SİSTEMİ VARDIR!’

- Kitabınızda eğitim alanında Cumhuriyetin ilk yıllarında nasıl bir tablonun söz konusu olduğunu ortaya koyuyorsunuz?

O. Ö - Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarında ülke eğitiminin bir yandan çok başlılığı bir yandan da çağdaş ülkelerinin eğitimlerine göre geri kalmışlığını dile getirmesi iki öğretmen kardeşin dikkatlerini çekmiştir.

Gerçekten Osmanlı’da eğitime damgasını vuran medrese, birçok alanda dünyadaki çağdaş eğitim anlayışının çok gerisinde kalmış ve eleştiri konusu olmuştur. Medresenin yanı sıra bir ölçüde laik unsurlardan da esinlenen Mülkiye mektebi, Galatasaray sultanisi, bazı askeri okullar gibi eğitim kurumlarının yanı sıra azınlık okulları ve misyoner okulları gibi farklı amaçlı eğitim kurumları ülkede çok başlı bir eğitim sisteminin çıkmasına yol açmış ve buralardan mezun olan gençler de ülke yönetiminde çok başlı bir yönetimin temsilcisi olmuşlardır.

Özellikle, misyoner okullarının Osmanlı Devleti’nin bölünmesini ve yıkılmasını amaçlayan emperyalist ülkelerin hedefleri doğrultusunda çalışmaları, yeni kuşak eğitimciler için kaygı verici olmuştur.

İşte Cumhuriyetin devrimi bütün bu olumsuz unsurları bertaraf etmeyi amaçlamış ve 1924 yılında kabul edilen Eğitim Birliği yasası ile Cumhuriyetin yeni, çağdaş, laik yapıya kavuşturulmasını hedef almıştır.

A. Ö - Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitimdeki tablo şöyleydi: halkın okuma yazma oranı %4-5 oranında tahmin ediliyordu. Tahmin diyorum çünkü bu konuda nüfus sayımı gibi çalışmalar çok sınırlıydı. Bunu değiştirmek için ve savaş sırasında başlayan çalışmalar daha da hızlanmış ve kısa zamanda okuma-yazma oranı açısından çok büyük bir gelişme sağlanmıştır.

ONUR ÖYMEN: ‘CUMHURİYET İLE BAŞLAYAN BÜYÜK EĞİTİM DEVRİMİ BİR SEFERBERLİK ANLAYIŞI İLE YÜRÜTÜLMÜŞTÜR’

- Vurguladığınız gibi ülkemizde eğitim ve kültür alanlarında Atatürk devrimlerinden uzaklaşmayı amaçlayan çevrelerin eylemlerine karşı Cumhuriyet ilkeleri doğrultusundaki çabalarını ve direnişlerini sürdüren babalarınız Hıfzırrahman Raşit Öymen ve Münir Raşit Öymen’in tam da bir önceki soru bağlamda yetiştikleri koşullar kuşkusuz çok önemli.

Hangi koşullarda yetişiyorlar, adeta yurdun yepyeni gündoğumuna nasıl ilerliyorlar? Hangi görevlerde bulunuyorlar, hangi projelere, yayınlara ve yapıtlara imza atıyorlar?

O. Ö - Cumhuriyet ile birlikte başlayan büyük eğitim devrimi, dünyada örneği görülmemiş bir seferberlik anlayışı ile yürütülmüş, Millet Mektepleri, Halkevleri ve Köy Enstitüleri gibi kurumlar oluşturularak eğitim devriminin amaçlarına ulaştırılması için olağanüstü bir çaba gösterilmiştir.

Fakat zaman içinde bazı tutucu çevreler, bu büyük reform hareketini engellemek, yozlaştırmak, amacından saptırmak için çalışmaya başlamışlardır.

Gerek HRÖ gerek MRÖ, bu devrim karşıtı eylemleri her vesile ile eleştirmişler ve Türk devriminin hedeflerinden saptırılmaması için çaba göstermişlerdir. Kitapta bunların örnekleri yer almaktadır.

Ne yazık ki 1945 yılında çok partili rejime geçildikten sonra muhalif partilere mensup bazı siyasetçiler de aynı doğrultuda çalışmaya başlamışlardır. Özellikle, Köy Enstitülerinin kapatılması bunların başlıca hedeflerinden biri haline gelmiştir.

Ne yazık ki bu eğilimlerin bir kısmını destekleyenler arasında bazı üst düzeyde CHP mensupları da yer almıştır. Onların çabaları sonucunda Köy Enstitülerinin ne en büyük destekçilerinden biri olan İsmet Paşa bile bazı geri adımlar atmak zorunda kalmış ve Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç gibi Köy Enstitülerinin mimarlarına o dönemde görev verilmemiş, hatta Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünün kapatılması yoluna gidilmiştir.

1950 seçimlerinden sonra iş başına gelen DP yönetimi kısa bir süre içinde Köy Enstitülerinin tamamının kapatılması yoluna gitmiş ve dil devrimini amacından saptıran yaklaşımlar benimsenmiştir.

Köy Enstitülerini kuvvetle destekleyen İsmet Paşa bile kendisine geri adım attırmayı amaçlayan çevrelerin çabalarına engel olamamıştır.

HRÖ ve MRÖ yurt dışında eğitim gördükleri dönemlerde çağdaş ve laik eğitimin güçlü savunucuları arasında yer almışlardı. Aynı şekilde Pedagoji Cemiyeti genel sekreteri olarak Pedagoji Cemiyeti dergisinin çıkarılmasının sorumluluğunu üstlenen MRÖ de aynı doğrultudaki çabalarını sürdürmüştür.

HRÖ’nün Ankara’ya atanması üzerine onun öğretmen okulundaki görevini MRÖ üstleniyor. Öymen ayrıca İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi, Vefa Lisesi, Alman Lisesi gibi okullarda görev aldıktan sonra uzun yıllar Kabataş Lisesinde felsefe, sosyoloji öğretmenliği yapıyor. MRÖ ayrıca Almanya’daki Sosyoloji Derneğine üye olarak kabul ediliyor.

 

ALTAN ÖYMEN: ‘CHP İKTİDARI İÇİNDEKİ BAZI SİYASETÇİLER BAŞTAN BERİ ÇOK PARTİLİ DEMOKRASİYE GEÇİŞ SÜRECİNİN ERKEN BAŞLADIĞI GÖRÜŞÜNDEYDİLER’

A. Ö - Bu konudaki durum şuydu: CHP iktidarı içindeki bazı siyasetçiler baştan beri çok partili demokrasiye geçiş sürecinin erken başladığı görüşündeydiler. Devrimlerin yerleşmesi için daha fazla sürenin geçmesi gerektiğini savunuyorlardı. Bu konu parti içinde de çok tartışıldı. Buna karşı İsmet Paşa bu sıkıntıların aşılabilmesi için denemenin şart olduğunu sık sık vurguluyordu.

İlerideki zamanlarda bu sıkıntıların aşılması kolay olmadı. Hatta, bugünün dünyasında demokrasiye geçmekte geciken ülkelerin pek çoğu o geçiş dönemini hala aşamamışlar.

Ben şu anda aklıma gelenlerden söz edeyim. Babamın ilk eserlerinden biri Viyana’da, Avusturya Maarifindeki gelişmeleri ve sorunları anlatan Mektepçiliğin Kabesinde adlı kitabıdır. Avusturya’da da çağdaş eğitim reformu çabalarını engellemek isteyen kilisenin yıkıcı faaliyetleri vardı. Bu kitapta, bu mücadeleyi örnekleriyle dile getirmiştir.

Tabii daha sonra da bazen gazetelerdeki ve dergilerdeki yazılarıyla ve konferanslarıyla çağdaş eğitimin nasıl gerçekleşeceği yolundaki görüşlerini anlatmıştır. Parlamentoda aynı yönde çalışmalar yapmıştır.

Emekli olmasından itibaren de Eğitim Hareketleri dergisini 24 yıl boyunca çıkarmıştır. O dergide, sadece kendisinin değil eğitimle ilgili diğer düşünürlerin de yazılarına yer vermiştir. Kendi öğretmenlik görevi açısından da Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsündeki görevinden sonra Dil Tarih Coğrafya fakültesi ile İlahiyat Fakültesinde pedagoji dersleri ve konferansları vermiştir.

Kısacası, eğitim alanındaki gelişmeler hayatının en önemli çalışma konularından biri olmuştur.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

ÖYMEN KARDEŞLERİN PEDAGOJİ ALANINDAKİ ÖNCÜL VERİMLERİ...

- Öymen kardeşlerin Pedagoji alanındaki öncül verimlerini ayrıca sormak isterim.

O. Ö - Hem HRÖ hem de MRÖ pedagoji ve sosyoloji alanında çok sayıda kitap yazıp çok sayıda çeviri yapıyorlar. MRÖ ünlü düşünür Pitirim Sorokin’in 36 dile çevrilen Çağdaş Sosyoloji Teorileri isimli kitabını Türkçe çeviri hakkını da yazardan alıyor ve bu kitabı Türkçeye çeviriyor. O çeviri Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanıyor.

A. Ö - Yukarıda sözünü ettiğim Mektepçiliğin Kabesinde babamın en önem verdiği eseridir. Onun yanında pedagoji alanında 30 civarında eseri vardır. Ararlarında Cumhuriyet ve Ulus gazetelerinin de bulunduğu birçok gazete ve dergide eğitim konusundaki makaleleri yayımlanmıştır.

CUMHURİYETÇİ, ATATÜRKÇÜ BİR EĞİTİMCİ AİLENİN EVLADI OLMAK...

- Cumhuriyetçi, Atatürkçü bir eğitimci ailenin evladı olarak Cumhuriyetçi, Atatürkçü bir eğitimci ailenin evladı olmayı anlatmanızı rica edersem neler söylersiniz?

O aydınlık, yetkin, bilimsel yaklaşımı, bugün sizi siz yapan o değerlerin tohumlanışını iki oğul olarak ev içinden başlayarak ilk elden nasıl deneyimlediğinizi anlatır mısınız?

O. Ö - Gerek babam MRÖ gerek annem coğrafya öğretmeni Nebahat Öymen bütün ömürleri boyunca Atatürk’ün izinde çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin hedeflerini ve niteliklerini öğrencilerine anlatmayı en önemli görevlerinden biri saymışlardır. Ev hayatımızda da benim aynı doğrultuda yetişmem için özel bir çaba göstermişlerdir. Onların o konudaki katkılarına hala şükranla hatırlıyorum.

Hem annem hem babam benim de Atatürk’ün ilkelerine ve Cumhuriyetin değerlerine bağlı olarak yetişmem için özel çaba göstermişlerdir. Bundan sonra Her ikisi de hayatlarının sonuna kadar bu doğrultuda son günlerine kadar sürekli olarak çalışmışlardır.

Babam 93 yaşında, hayatının son dönemlerinde UNESCO tarafından Hasan Ali Yücel ile ilgili olarak hazırlanan bir dergiye makale yazarken kendisine biraz dinlenmesi gerektiğini hatırlattığımda bana “evladım bizim devlete olan borcumuz daha bitmedi. Daha çok çalışmalıyız” dediğini hatırlıyorum.

A. Ö - Önce amcamın eşi, yengem Nebahat Öymen’den söz edeyim. Coğrafya öğretmeniydi. Öğretmenliğini görevinin dışındaki alanlarda da fiilen çalışmayı sürdürmeyi hiç ihmal etmezdi. Sadece okuldaki zamanlarda değil, okul dışındaki öğretim faaliyetlerinde de çok başarılıydı. Ben İstanbul şehrinin tarihini de ve coğrafyasını da onun sayesinde öğrendim.

Babamın görev yeri Ankara olduğu için biz Ankara’da oturuyorduk. Onurlar ise İstanbul’da… bazı yıllar yaz tatilinde İstanbul’a birer ikişer haftalığına babamın kardeşlerinin -amcalarımın- halamın evinde kalırdık. Bir seferinde Münir amcamın evinde misafirken bana dedi ki Yengem Nebahat öğretmen “sen İstanbul’dayken İstanbul’u öğrenmelisin, her yerini görmelisin.”

Ve bana bir “İstanbul’u tanıma programı hazırladı”. O zamanlar İstanbul’da tramvaylar vardı. Denize kıyısı olan semtlerde de, ayrıca şehir hatları vapurları sefer yapıyordu. İkisinin de basılı biletleri vardı. Biletlerin üzerinde de seferlerin güzergahlarını gösteren haritalar vardı. Yengem o haritaları göstererek bana ne yapmam gerektiğini anlattı.

Diyelim ki, tramvaya bineceksin. Giderken yolun üstünde ne kadar durak varsa hepsinde inip indiğin o yeri iyice gezeceksin, tanıyacaksın. Sonra yine aynı yerden tramvaya binerek yolculuğuna devam edeceksin. Böylece birkaç gün içerisinde tramvay hattı üzerindeki semtleri bir ölçüde tanımış olursun. Ondan sonra da akşam bana rapor verirsin.

Ben, yengemin dediklerini yapmaya başladım. Her gün sabah evden çıkarak bir tramvay hattındaki yerleri tek tek gezerek akşam eve dönünce yemekten önce yengeme gördüklerimi anlatıyordum. O da benim bilgilerimdeki eksikleri tamamlıyordu.

Vapur hatlarında da benzeri uygulamalarım oldu. Fakat tramvaylar istasyonlara çok sık geliyordu. Vapur seferlerinin ise iskeleye gelişleri arasındaki zaman bazen 2-3 saate kadar uzayabiliyordu. O zaman da bir iskelede inip orayı görüp tanıdıktan sonra öteki iskeleye yürüyerek gidiyordum.

Deniz kenarındaki semtleri de o şekilde tanıyıp akşamlara yengemin sınavına giriyordum. Böylece o zamanın İstanbul’unu oldukça iyi tanımış oldum.

Annem ve babam ile ilgili anlatacak çok şeyim var. Fakat bu söyleşiye sığmaz. Ben kitap okurken babam hangi kitapları okuduğumla yakından ilgilenirdi. Babama da okuduklarımdan bahsederdim. Babam ise “tabii ki oğlum her şeyi oku, ama okuduklarının karşıt fikirlerini de oku” derdi. Bu bana ders oldu ve benim tartışmalarda empati kurmamı kolaylaştırdı.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

ONUR ÖYMEN: ‘ÇOK PARTİLİ REJİME GEÇİLDİĞİNDE SİYASET BAZI EĞİTİM HAMLELERİNİN SÜRDÜRÜLMESİNE VE DEĞİŞTİRİLMESİNE ENGEL OLDU’

- İç içe sorarsam; soru ve sorun net: Bir; öncelikle eğitimin dünden bugüne politikayla ilişkisini nasıl merceğe alıyorsunuz? İki; “Milli Eğitim”in bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz? Nereden nereye?

O. Ö - Atatürk Osmanlı İmparatorluğu’nun başlıca çöküş nedeni olarak Osmanlı’nın eğitim alanında geri kalması olduğunu söylemişti ve Cumhuriyetin gerçekleştirdiği devrimlerin başlangıç noktası olarak da eğitimi öngörmüştü.

Devletin siyasi yapılanmasında da eğitime özel bir önem verilmişti. Millet mekteplerinin, Halkevlerinin, Köy Enstitülerinin kurulmasında devletin temel politikalarının izi görülmektedir. Ancak, 1940’lı yılların ortalarına doğru çok partili rejime geçildiğinde siyaset bazı eğitim hamlelerinin sürdürülmesine ve değiştirilmesine engel olmuştu.

Daha Demokrat Parti iktidara geçmeden önceki yıllarda CHP içindeki bazı siyaset adamları özellikle Köy Enstitülerinin engellenmesi yolunda adımlar atmışlar ve cumhurbaşkanı İsmet İnönü de dahil olmak üzere bu alanda frenleyici bir rol oynamışlardı.

İsmet Paşa bu konudaki sıkıntılarını ve görüşlerini eski bakanlardan Muammer Ertem ile yaptığı bir konuşmada dile getirirken Köy Enstitülerinin kendisi için daima öncelikli bir hedef olduğunu anlattıktan sonra bazı çevrelerin parti içinde Köy Enstitülerine karşı yoğun bir tepki göstermeye başladıklarını ve bir siyaset adamı olarak bunları görmezden gelemediğini, istemeyerek de olsa Hasan Ali Yücel gibi Köy Enstitülerinin öncülüğünü yapan önemli bir şahsiyeti Milli Eğitim Bakanlığı’na yeniden atamaktan kaçınmak zorunda kaldığını söylemişti.

İsmet Paşa, Köy Enstitüleri ile ilgili hedeflerinden vazgeçmediğini, ileride koşullar uygun olduğu zaman yeniden aynı hedefleri gerçekleştirmek için çalışacağını söylemişti. Maalesef koşullar onun arzu ettiği gibi gelişmedi.

Daha CHP iktidarda iken Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kapatılması yoluna gidildi ve Demokrat Parti iktidara geçtikten sonra yeni iktidarın siyasetçileri kısa bir süre içerisinde Köy Enstitülerinin tamamen kapatılmasını sağladılar.

Benzeri gelişmeler Halkevleri konusunda da yaşandı. Cumhuriyet devrimlerinin en önemli uygulama alanlarından biri olan ve eğitim, kültür, sanat gibi çeşitli alanlarda önemli katkılarda bulunan Halkevleri de kapatıldı.

Aynı şekilde Cumhuriyetinin dil devrimi ve Türkçenin sadeleştirilmesi yolunda atılan adımlar da yine demokrat Parti iktidarı zamanında engellendi. Anayasa da dahil olmak üzere pek çok devlet kurumunun dili öztürkçe niteliğinden çıkartılıp eski dildeki hallerine döndürüldüler.

Örneğin, Genelkurmay Başkanlığının adı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti, İçişleri Bakanlığı’nın adı Dahiliye Vekaleti oldu. Aslında Bakanlıkların çoğu vekâlet olarak adlandırılmaya başlandı.

Türk Dil Kurumu’nda bu olumsuz gidişi engellemek için sarf edilen çabalar sınırlı sonuç verebildi. Buna rağmen aydınların, sanatçıların, bilim adamlarının öztürkçeyi ısrarla kullanma çabaları sürdürüldü. Zaman içerisinde bu eski tabirler uygulamadan kaldırıldı.

Bazı devlet kurumlarında eski deyimlerin kullanılması uzunca bir süre devam etti. Örneğin, Dışişleri Bakanlığındaki genç diplomatların öztürkçe yazışma konusundaki ısrarlı çabalarına rağmen, eski kuşakları temsil eden bazı üst düzey yöneticiler Osmanlı dönemindeki tabirleri kullanmakta ısrar ettiler.

Örneğin, adı geçen kişi yerine mumaileyh, bu nedenle yerine binaenaleyh, gerektiğinde yerine indel hace gibi tabirler uzunca süre kullanılmaya devam edildi. Son zamanlarda, Milli Eğitim Bakanlığı yerine maarif kelimesinin kullanılması da bu eğilimlerin son örneklerinden birini oluşturuyor.

 

ALTAN ÖYMEN: ‘MİLLİ EĞİTİMİN BUGÜNKÜ DURUMU İÇLER ACISIDIR!’

A. Ö - Çok partili demokratik hayata geçiş döneminde Cumhuriyetin kazanımlarından bir kısmında gerilemeler görülmüştür. Köy Enstitülerinin gelişmesinin yavaşlatılması, Halkevlerinin kapatılması gibi gerilemeler birbirini izlemiştir. Buna karşı, demokrasiye geçme sürecinin erken başlatıldığı eleştirileri CHP’ye yöneltilmiştir.

CHP Başkanı İsmet İnönü ise buna karşı “yüzmeyi öğrenmek için denize girmeyi göze almak gerekir. Güçtür, ama yüzmenin başka çaresi yoktur. Ne kadar gecikirsek o iş o kadar geç olur” derdi. Bunda da bir hakikat payı var.

Türkiye bugün Cumhuriyet ile birlikte çok partili demokrasiyi uygulamada büyük mesafe almış bir devlettir. Bölgemizde demokrasi ile henüz hiç tanışmamış olan devletler var. Bir kısmı Osmanlı zamanında bizimle aynı ekonomik ve sosyal koşullar altındaydılar. Demokrasiyle hâlâ hiç tanışmamışlardır.

Bir kısmı hala iktidarın babadan oğula geçti hanedanlık, bir kısmı serbest seçimlerin bulunmadığı sivil diktatörlükler halinde kalmıştır. Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmının da demokrasiye geçiş yapmaları da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraya kalmıştır.

Milli eğitimin bugünkü durumu ise içler acısıdır. Son yirmi senede, sadece bakanlar değil sistemler ve müfredat da sık sık değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklikler sırasında laikliğin gerekleri de yerine getirilemez hale gelmiştir. Bütün bunlar bugünkü “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen tek adam rejiminin sonuçlarıdır.

Ama bu gidişin böyle devam edemeyeceği, milletimizin çoğunluğu tarafından görülür, bilinir hale gelmiştir. Sistemin değiştirilmesinin önümüzdeki ilk seçimde gerçekleşmesi kaçınılmazdır.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

- Halkevleri’nin, Millet Mekteplerinin açılması... Köy Enstitüleri... Toprak reformu... Bilmez gibi sorarsam: Hangi çevrelerce ve öne çıkan isimlerce asla benimsenmeyecekti?

O.Ö. - Eğitimin eğitim alanında 1950’lere giden yıllarda başlayan geriye gidiş çabalarının yanı sıra Cumhuriyetin önemli hamlelerinden biri olan toprak reformu konusunda da Demokrat Parti çevreleri engelleyici bir rol oynadılar.

Hıfzırrahman Raşit Öymen’in milletvekili olduğu yıllarda toprak reformunun engellenmesi için çalışanlara karşı büyük bir mücadele verdiğinin örnekleri kitapta yer almaktadır. Bazı CHP’li siyasetçilerden örneğin Reşat Şemsettin Sirer’in Köy Enstitülerine karşı tutumu hatırlanmaktadır.

A.Ö. - Evet bunlar demokrasiye geçişimizin ilk yıllarındaki tavırlardır. Zamanımızda ise hürriyetimizin ve demokrasimizin başta eğitimdeki gelişmeler olmak üzere Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin kazanımlarına karşı bugünkü iktidar tarafından gösterilen muhalefetin örnekleri saymakla bitmez.

Eğitimde ise bu iktidar döneminin başlangıcından beri milli eğitimimizin ilkeleri ve yönetimi bir yapboz tahtası haline gelmiştir. Hele bu son yıllarda öğretmenlere yönelik baskılar birbirini izliyor. Okulların tuvaletlerin bile sağlıklı bir şekilde muhafazasının üstesinden gelinemiyor.

Öğretim kurumları arasında imam hatip okullarının alanı eğitim alanındaki dengesizlikleri büsbütün arttıracak bir hale gelmiştir. Dini eğitime diğer bütün eğitim alanlarının üstünde imtiyazlı bir duruma getirilmiş, Diyanet İşleri Başkanlığının eğitim alandaki etkileri laiklik ilkesi ile bağdaşamayacak şekilde arttırılmıştır.

- Vahim sonuçlar yaratan ve yıkıcı / çürütücü etkisini bugün de en derinden yaşadığımız, devrimleri aşındırmak, özünden uzaklaştırmak gibi yaklaşımlarla harekete geçen çevrelerin, yazık ki bugünlere töreyen, miras bırakan kıyasıya “karşı ataklar” nasıl sürdü ve yazık ki yol da alabildi / engellenemedi?

O. Ö - Yalnız dil, eğitim ve toprak kanunu konularında değil başka alanlarda da Cumhuriyetin ilkelerine karşı eğilimler ortaya çıkmaya başladı. Örneğin, Atatürk’ün büyük önem verdiği tam bağımsızlık, egemenlik gibi kavramları sulandıracak, yabancı ülkelerin bazı tercihlerini benimseme etki alanına girme eğilimleri görüldü.

Lozan Antlaşması’ndan sonra dış borçlardan kaçınarak milli kaynaklarla kalkınma yaklaşımı Demokrat Parti zamanından itibaren bir tarafa bırakılarak giderek artan oranda dış kaynaklara bağımlı kalkınma yaklaşımı benimsendi. Bunun izleri bugün de görülmektedir ve devletin aşırı borçlanma yolunu benimsemesi eleştiri konusu yapılmaktadır.

A.Ö. - Evet bunlar demokratikleşme dönemimizin ilk yıllarındaki gelişmelerdi. Günümüzdeki durum ise çok daha vahim hale gelmiştir. Benim yaşım gereği ülkemizin tarihinin epey uzun bir bölümünün içinde yaşadım ve mesleğim gereği yaşadığımız olayların çoğunun yakın tanığı oldum.

Ülkemizin bu kadar çok alanda ve aynı zamanda geriye gittiğini hiç görmedim. Bunun tabii ki çeşitli nedenleri var. Fakat başta gelen etken bugünkü yönetim sistemidir.

Demokrasinin pek çok ilkesi ve koşulu göz göre göre uygulanmıyor. Cumhuriyetimizin kurucusu olan TBMM hâlâ var olan yetkilerini bile kullanamaz hale geldi.

Ama bugünkü yönetimin bir an önce yapılacak bir seçimle yeniden demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti haline gelmesi kaçınılmaz görünüyor.

- Atatürk dönemindeki, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren aralarında Hıfzırrahman Raşit Öymen ve Münir Raşit Öymen’in de bulunduğu binlerce aydınımız, bilim adamımız, basın mensubumuz ve eğitimcimizin hayatları boyunca çalıştığı hangi uygulamalardan geri adım atılmak zorunda kalındı? Bedelleriyle açar mısınız?

O. Ö - Hıfzırrahman Raşit Öymen ve Münir Raşit Öymen’in de aralarında bulunduğu çok sayıda aydın Türkiye’nin çağdaş ve laik devlet anlayışını sürdürmesini ve Atatürk’ün bu yoldaki ilkelerine sahip çıkılmasını bir yaşam biçimi olarak benimsemişlerdi.

Yazdıkları kitaplarda ve yaptıkları çevirilerde Batı ülkelerinin pedagoji alanındaki uygulamalarını ön plana çıkartmışlardı. Atatürk’ün önerdiği gibi dinin gerçek niteliğinden uzaklaştırılıp bazı laiklik karşıtı çevrelerin etki alanına sokulması girişimlerine karşı çıkmışlardı.

Hıfzırrahman Raşit Öymen’in İlahiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştığı yıllarda dinin gerçek boyutundan uzaklaştırılmaması için özel bir çaba gösterdiği biliniyor. Ayrıca İlahiyat Fakültesi’ndeki çağdaş düşünceli birçok profesörün de aynı doğrultuda çalıştıkları hatırlanıyor.

Ne yazık ki son yıllarda çağdaşlıktan ve laiklikten uzaklaşma yolundaki adımlar bir hayli yaygınlaşmıştır. Anayasamızın çağdaş ve laik devlet anlayışının da değiştirilmesi için bazı girişimler yapılmaktadır. Önerilerde bulunanlara rastlanmaktadır.

- Söz konusu dönemde dış politikadaki kaygı verici gelişmeler de başta İsmet Paşa’nın emeklerine nasıl darbe vuruyordu?

O. Ö - Atatürk’ün benimsediği, İsmet Paşa’nın da sürdürdüğü temel dış politika ilkelerine 1950 yılından sonraki dünya koşullarda yeterince titizlikle uyulduğu söylenemez. Özellikle Mısır ve Cezayir’in tam bağımsızlık yolundaki mücadelelerine Türkiye yeterince destek olmamıştır. 1955 yılındaki Bandung konferansı sırasında Türkiye’nin izlediği politikalar, bağımsızlığa yeni kavuşan ülkeler tarafından sıcak karşılanmamıştır.

Yine 1950’li yılların başlarında Demokrat Parti hükümeti İngiltere’nin Kıbrıs politikasına yeterince tepki göstermemiş, hatta Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktur,” diyerek Kıbrıs’taki soydaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmıştır. Daha sonraki yıllarda bu politikalarda değişiklikler olmuştur. Kıbrıs, milli bir mesele haline getirilmiştir. Ancak başlangıçtaki Türkiye’nin mesafeli tutumu unutulmamıştır.

A.Ö - Dış politikamız özellikle şu sıralarda çok garip hale geldi. İsmet Paşa’nın İkinci Dünya Savaşındaki Türkiye’nin savaşa girmesini önleyen başarılı politikası da bugünkü iktidar tarafından eleştiriliyor.

Oysa, “yurtta barış dünyada barış” ilkesini esas alan bu politika Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri sürdürülen ve ülkemizi İkinci Dünya Savaşının felaketlerinden kurtaran bir temel ilkenin büyük bir başarıyla uygulanmasıdır. Bunun yanlış olduğunu öne sürerek eleştirmenin arkasında “yeni bir savaşa girme merakı mı var” sorusunu akla getirmektedir.

Fotoğraf: VEDAT ARIK

- Türk halkının demokrasiyle imtihanını tüm gelgitleriyle değerlendirdiğinizde din, siyaset, adalet bağlamlarında karmaşık ve yazık ki kadük bir “özgünlükle” (!) seyrededuran ülkemizde hangi tuhaflıklar -ya da istisnalar mı demeli- öne çıkıyor? Bizde ne çalışıyor, ne çalışmıyor? Ne işe yarıyor, ne işe yaramıyor? Demokrasiden neyi anlıyoruz, neyi anlamıyor / anlamak istemiyoruz?

O. Ö - Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk’ün bu vesileyle demokrasiye ve laikliğe öncelik veren yaklaşımı 1950li yıllardan sonraki hükümetler zamanında giderek zayıflamıştır. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olarak ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ilk imzalayanlardan biri olmasına rağmen ülkemiz zaman içerisinde demokrasiden ve insan haklarından giderek uzaklaşan bir ülke görünümü sergilemeye başlamıştır.

Pek çok uluslararası kuruluşun sıralamalarında, değerlendirmelerinde Türkiye bir hayli geride kalmaktadır. Aynı şey basın özgürlüğü, kadın hakları gibi konularda da göze çarpmaktadır.

Aslında, anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklikle Türkiye önemli bir adım atmış olmakla birlikte daha sonraki yıllardaki uygulamalar Türkiye’yi en çok eleştirilen ülkelerden biri haline getirmiştir. Böylelikle başka amaçlarla Türkiye’yi Avrupa Birliği’nden uzaklaştırmak isteyenlere de koz verilmiş olmaktadır.

Türkiye daha fazla gecikmeden Atatürk’ün çağdaş ve laik uygarlık düzeyine ulaşma hedefine dönmelidir.

- Günümüzde ülkemizin iç ve dış politikadaki yaklaşımlarının çarkıfelek seyrine ve politikacıların çizdikleri profillere ilişkin düşünceleriniz?

O. Ö - Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ile birlikte benimsenen çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı hedefleyen ilkeleri uzun yıllar Türkiye’nin istikrarlı ve sürekli politikalar izlemesine olanak vermişti. Ancak, daha yakın tarihlerde dış politikada sürekliliğin ve istikrarın azalmakta olduğu, güncel gelişmeleri dikkate alan yaklaşımların benimsendiği görülmektedir. Bu da dış politikamız da inişlere ve çıkışlara yol açmaktadır.

Bazen iç politikadan kaynaklanan güncel tercihler Türkiye’nin daha önce aynı konularda izlediği politikalarda sapmalar ortaya çıkarabilmektedir. Örneğin, Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci başlangıçta sürekli bir devlet politikası gibi görülmüşken zaman içerisinde bazı yabancı ülkelerin olumsuz yaklaşımlarının da etkisiyle gündemden düşmüş görünmektedir.

Aynı şekilde, Türkiye’nin en önemli ulusal davalarından biri olarak kabul edilen Kıbrıs konusu da zaman zaman güncelliğini yitirmiş görünmektedir. Aynı şey, BRICS üyeliği ile ilgili tartışmalar konusunda da söylenebilir. Sonuç olarak, Oysa sürekli ve istikrarlı politikalar uzun vadede devletin çıkarlarına daha çok hizmet etmekte ve ülkenin itibarini yükseltmektedir.

Gamze Akdemir, Altan Öymen, Onur Öymen

Fotoğraf: VEDAT ARIK

ONUR ÖYMEN: ‘YAPILMASI GEREKEN CUMHURİYETİN İLKELERİNE VE ATATÜRK’ÜN ÇİZDİĞİ TEMEL HEDEFLER DOĞRULTUSUNDAKİ POLİTİKALARA DÖNMEKTİR’

- Cumhuriyet devrimi “yatıştırma” değil “hep geliştirme, geleceğe aydınlık, bilimsel adımlarla temeller atma” yolunu seçmesi... Yıkılamıyor, yıkamıyorlar! Sizlerin de bugün yaşanan karanlık tabloya karşın yine de umudunuz hep diri! Soralım; nasıl?

O. Ö - İşte, Cumhuriyet devriminin sürekli olarak geliştirme, geleceğe yönelik umut verme ve bilimsel yaklaşımları benimseme yolunu seçmesi Türkiye’nin uzun yıllar dünyadaki itibarini yükseltmiş ve ülkemizin çıkarlarına hizmet etmiştir. Şimdi yapılması gereken de Cumhuriyetin ilkelerine ve Atatürk’ün çizdiği temel hedefler doğrultusundaki politikalara dönmektir.

A.Ö - İşin özeti bu: Bunun gerçekleşmesi için de belirttiğim gibi, mümkün olduğu kadar kısa bir zaman içerisinde yeni genel seçime ulaşmamız gerekir.

İnanıyorum ki, parlamenter demokrasinin daha da gelişmiş bir şekilde yeniden uygulanmasının sağlanması önümüzdeki ilk genel seçimimizde mümkün olacaktır. Çünkü, bu kadar olumsuzluk bundan daha fazla devam edemez. Türkiye’nin bir yüz yılı aşan Cumhuriyet ve demokrasi tecrübesi bu sonuca ulaşmaya yeterlidir.

Başöğretmenin Yolunda - Atatürkçü İki Eğitim Gönüllüsü: Hıfzırrahman Raşit Öymen, Münir Raşit Öymen / Altan Öymen, Onur Öymen / Remzi Kitabevi / 240 s. / 2024.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon