Resmin yolu, ressamın etkisi! Feridun Andaç’ın yazısı...

Resmin bir dünya olduğunu düşünürüm. Ressamın karşımıza çıkardığı her tablonun derin bir anlamı, anlatım sürecini içerdiğini de bilmek gerekir. Bunları tümüyle bir araya getirebilmek için öncelikle sanatçının yaşamını, sanatında aldığı yolun dönemeçlerini de öğrenmek kaçınılmaz gelir bana.

Yayınlanma: 04.02.2022 - 00:04
Abone Ol google-news

VAN GOGH’UN KARDEŞİ THEO’YA MEKTUPLARI

Her sabah kanal boyuna giderdim. Kasabaya su getirecek olan kanalda çalışan işçilerleydi işim. Sabah, öğle, akşam uğrar puantajlarını yapardım. Kim var, kim yok... Bir süreliğine de yanlarında eyleşir, çalışmalarını seyre dalardım.

Sabahları benim için vazgeçilmez bir yolculuk başlardı. Kasabanın dışında süren kanal boyu çalışmalara doğru yolculuğa çıkar, kaldığımız Su İşleri Şantiyesi’nden uzaklaşarak yeni bir güne başlamanın sevinciyle dolup taşardım. Koltuğumun altındaki çantamda beni bekleyen kitaplarımla bir an önce buluşabilmek için de neredeyse adımlarımı sayardım.

Kanal boyunu iki kez gider gelirdim. İşim gücü işçilerinin çalışma sürelerini kontrol etmekti. Sonra gelir bir ağacın duldasında oturur elimdeki kitabıma verirdim kendimi.

Van Gogh’un, kardeşi Theo’ya yazdığı mektupları (*) bu süreçte okumuştum. Kitaplarımın arasında beni bekleyen Van Gogh’un o düşüncelerine kavuşmamla bunlardan bir daha hiç kopmamam... Theo’ya Mektuplar kitabını o sürelerde hiç yanımdan ayırmadığımı söylemeliyim.

On altı yaşındaki bir gencin dünyasına yansıyan ressamın düşünleri sarsıcıydı. Van Gogh’un her bir mektubunu sindirerek okumuş, satırlarını bir bir çizmiş, defterime oradan notlar devşirmiş, o esinle yazılar yazmaya vermiştim kendimi.

MEKTUP ZENGİNLEŞTİRİR!

Amsterdam’dan 18 Ağustos 1877’de yazdığı mektup kitabın ilk sayfasını ışıtıyordu. O ilk satırlara düşen sözler nasıl beni çekip almıştı içine:

“Erkenden kalkmıştım: işçileri şantiyeye gelir gördüm, pırıl pırıl güneşin altında. Sen de görsen hoşuna giderdi: irili ufaklı kara insancıklar bir ırmak olmuş akıyordu, önce çok az güneş alan dar sokaktan, sonra da şantiyede.

Daha sonra bir parça kuru ekmek ve bir bardak bira ile kahvaltı ettim. Böylesine bir kahvaltıyı Dickens canlarına kıymak üzere olan insanlara salık ver, onları daha bir süre niyetlerinden vazgeçirir diye. İnsan tam bu ruh haletinde değilse de, yapmalı bunu zaman zaman, Rembrandt’ın ‘Emmaüs Hacıları’ adlı tablosunu düşüne düşüne.”

Van Gogh’da beni alıp götüren düşüncenin izlerine her döndüğümde, bu mektupların zenginleştirici bir boyutu olduğunu hatırlarım. Başkaları için yazdığımız mektupların bir gün çoğul sese dönüşüp bizi anlatmasının ötesinde bir derinliği / anlamı olabileceğini düşünmeyiz elbette. Ama yazar / sanatçı mektuplarının bu boyutu olduğunu da biliriz...

Benim Sarıkamış Su İşleri Şantiyesi’nde geçen günlerimin en anlamlı okuma yolculuğudur Van Gogh’un bu mektupları. Mektup yazmaya, uzunca süre kendimi bir mektupçu gibi görmeye hazırlayanın bu mektuplar olduğunu söyleyebilirim.

PICASSO BULUŞMASI

Picasso’nun resimleriyle buluşmam, yani onu önce kitaplardaki resimlerinden tanımamın üzerinden tam kırk yıl geçmiş. İmzalı ilk resmini görmem ise 1980’lerin sonuna rastlar. Stockholm Modern Sanat Müzesi’ndeki salonda uzunca bir süre oturup Salvador Dali ile onun resimlerini izlemiştim.

Resme olan ilgimdi beni onları erken yaşlarda tanımaya götüren duygu. Bunda, ortaokuldaki resim öğretmenimiz Fuat İğdebeli’nin etkisi vardır. Bize resmin yolunu açan, dünya ressamlarını tanıtıp anlatan, resimlerini gösterip onlara bakma biçimimizi geliştiren bir resim öğretmeniydi İğdebeli.

Benim Picasso ile buluşmamın öyküsünü, Bir Ömrün Dört Mevsimi adlı denememde uzunca anlattım. (**) Bu açıdan Picasso’nun bendeki anlamı çağdaşı diğer ressamlardan farklıdır. Resmin bir dünya olduğunu düşünürüm. Ressamın karşımıza çıkardığı her tablonun derin bir anlamı, anlatım sürecini içerdiğini de bilmek gerekir. Bunları tümüyle bir araya getirebilmek için öncelikle sanatçının yaşamını, sanatında aldığı yolun dönemeçlerini de öğrenmek kaçınılmaz gelir bana.

Kitaplığımdaki Picasso kitaplarını aldım önüme. Yurt dışında gezip gördüğüm müzelerle ilgili notlarıma / günlüklerime uzandım. Anthony Hopkins’in başrolünü oynadığı Picasso filmini anımsadım.

Önüme aldığım kitaplardan biri, belki de benim için en anlamlısı yakın zamanlarda yitirdiğimiz sevgili Serol Teber’in Picasso (***) adlı kitabıydı. Çünkü, kitabın ikinci basımının editörlüğün üstlenmiş, Picasso üzerine Teber ile uzun uzun konuşmuştuk.

Picasso üzerine Türkçede (bildiğim kadarıyla) yazılan ilk kitaptır. Bunun da bir psikanalistin elinden çıkması kitabı daha da önemsetiyor benim gözümde.

Okuma, gözden geçirme sırasına aldığım kitaplardan bir de Picasso ila Konuşmalar (1939-1962) oldu. (****)

Picasso’ya, onun yaşadığı döneme, resim dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarken başka kitaplara başvurmadan yapamazsınız. Eminim ki salt onun resimlerini izleyerek bir yargıya varmak güçtür, yetersiz kalırsınız bunların karşısında.

(*) Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, Çev. Azra Erhat, 1969, Yankı Yay., 158 s.

(**) Feridun Andaç, Babil’e Yolculuk, 2003, Doğan Kitap, 212 s.

(***) Serol Teber, Picasso, 1999, Kavram Yay., 198 s.

(****) Brassaï, Picasso ile Konuşmalar (1939-1962), Çev. Yakup Şahan, 1985, De Yay., 326 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler