Orhan Kemal...

Aşık Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece...” deyişini Orhan Kemal için kısa yaşamında geleceğe bıraktığı çağları aşacak eserleriyle almakta olduğu uzun yolu ve ölümünün üzerinden geçen elli yılı düşünürüm. Bu sürenin yirmi yılına yoğun bir uğraşla babam Orhan Kemal için yayınladığım on iki kitap, yeni keşif isimler, fuar, okul etkinlikleri ve bir müze sığdırdım. Bu yazımda kitap olarak üzerinde çalıştığım biriken anılar ve anekdotlardan oluşan eserden tadımlık satırları ve yeni bulduğum ismi paylaşmak istiyorum.

Orhan Kemal...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.04.2022 - 00:03

DİRENÇLİ VE TÜKENMEZ BİR USTA

Orhan Kemal’in en yakın arkadaşı Fikret Otyam’ın “Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları” kitabında babamın sözünü ettiği hikâyeye “Hayrullah Güçlü” imzasını attım. Bu tip hikâye ve romanlar yazmak niyetindeyim. Ve bu imzayı kullanmak!”, satırlarını her okuduğumda bu isimle nerede ve nasıl karşılaşacağımı kendime sorup duruyordum.

Fakat şu ana kadar bunu bulmak mümkün olmamasına rağmen, gazeteci yazar Mazlum Vesek’in bana ilettiği başka bir isim şaşırttı ve mutlu etti. Hemen onun söylediği kaynağa baktığımda Orhan Kemal’in bilmediğim yeni bir ismini ve bu isimle yazdığı tanıdık hikayelerini bir anda karşımda buldum.

‘REŞAT KEMAL İLK İMZALARINDANDI’

Birkaç yıl önce araştırmacı Murat Baycanlar Türk Sözü gazetesinde 1934’te yayınlanan “Reşat Kemal” imzalı Orhan Kemal’in “Zeynep” isimli bir öyküsünü bana ulaştırmıştı. Bu isimle şiir yazdığını biliyordum ama öyküsü sürpriz olmuştu.

Kendisi de bir röportajında 15-16 yaşlarında skeçler yazdığından söz ediyordu. Demek oluyordu ki o dönemde diyaloglara aşina olan ve bu tecrübeyi bir veya daha fazla öykü yazarak denemek isteyebilecek bir yazar söz konusuydu.

Böylece öykü yazmaya Nâzım Hikmet’le tanışmasından yıllar önce başlamıştı. Nâzım Hikmet kendisiyle aynı koğuşta kalan bu genç yazarı düz yazıda hızlı yol alması için yüreklendirmiş, ufkunu ve toplumcu gerçekçi bakışını şekillendirmişti.

 

‘PEK ÇOK DEĞİŞİK İSİMLE YAZDI ÇÜNKÜ...’

1951 ve 1952 yıllarında yayınlanan, başyazarlığını Kemal Sülker’in yaptığı “İşçi Hakkı” gazetesinde “Harman Sonunda”, “Fabrikaya Giren Göçmen”, “Dokumacı İslam”, “Tarlada Doğan Çocuk” ve “Bereketli Topraklar Üzerinde Yaşıyoruz” gibi öyküler tefrika olarak yayınlanmaktaydı.

Öykülere atılan imza “Rüştü Ceyhan”dı. Bu ismi görünce şaşkınlığa uğradım ve çok duygulandım. Çünkü öyküler tanıdıktı. Bunları babam yazmıştı. Bu isimle yazarak nasıl bir mücadele içinde olduğuna ve inandığı doğruları yazmak için ne fedakarlıklarda bulunduğuna bir kez daha tanıklık ettim. Evet, ailemin bile bilmediği Orhan Kemal’in yeni bir ismini daha bulmuştum.

Okuyucularımız da meraklıdır. Neden bu kadar değişik isimle yazmış olduğunu sorabilirler. Bunun yanıtı yine Fikret Otyam’a yazdığı mektupta bulunmaktadır. “Suçlu senaryosu reddedilmiş. Redde esas, eserin sol temayüllü oluşuymuş.. Allah razı olsun. Ya reddetmeselerdi de ‘Uygun’ deselerdi? Kendi kendimden, yani ‘Sol’cuğumdan şüphe edip, kendimi bir çeşit ‘Dönek’ saymaz mıydım?”

‘HER TEKLİFİ KABUL ETSEYDİ ZENGİN OLURDU’

Talat Kılıç’ın anılarında yer alan Orhan Kemal’in düşüncesine ters olarak yapılan tekliflerin kendisi tarafından nasıl reddedildiğini göstermesi açısından bu anı çok anlamlıdır, “Tercüman gazetesi sahibi Kemal Ilıcak, Orhan Kemal’e görüşmek istiyorum diye haber gönderir. Gitmek istememesine rağmen arkadaşları git, konuş derler. Üstat görüşmeye gider. Döndükten sonra, ‘Benden roman yazmamı ve gazetesinde tefrika etmemi istiyor. Ben de düşünürüz, dedim. Kabul etmem demek, onların politikasını kabul ediyorum anlamına gelir ki, bu bana ters düşer. Ben bugüne kadar bana yapılan teklifleri kabul etseydim zengin olurdum.. Ben halimden memnunum’, diyerek teklifi reddeder.”

Ne olursa olsun yaşam devam etmekte, İstanbul’u her gün ekmek için dolaşmak gerekmektedir. Yayınevlerine gidip alacaklar alınmalı ve yeni kitapların basılması konuşulmalıdır. Dolaşırken İstanbul’daki tarihi eserlerin estetik güzelliğinin de farkına varılması gereklidir.

‘DİL VE ESTETİĞİ ÖNDE TUTTU’

Günlerden bir gün Beyoğlu’ndan Cağaloğlu’na dolmuşla giderken, köprü üzerinde Orhan Kemal arkadaşına dönerek, “Yahu şu Süleymaniye var ya, sanki insan eliyle yapılmamış da bu tepeler yamaçlar yaratılırken o da aradan çıkıvermiş gibi. Bak, Haliç’ten yükseliyor yamaç, yükseliyor, yükseliyor Süleymaniye ile tamamlanıp kubbesine kadar yükseliyor. Gözünü tırmalayan bir yanı var mı hiç?”. Bu bakış açısı eserlerinin gerçek ve akıcı tekniğinde estetiği önemsemesidir.

OĞLU KEMALİ’NİN ÖYKÜSÜ

Sanatı ve yazılanları ciddiye alması oğlu A.Kemali Öğütçü’nün bir anısında da yer almaktadır:

“1969 yılında evde otururken birden babamla ilgili bir konuyu öykü olarak yazmaya karar verdim. Babam sabah erken evden çıktığından daktilo sahipsiz kalırdı. Daktilonun başına geçtim, kafamda canlandırdığım şekliyle kağıda döktüm. Dört sayfa yazmıştım, öykünün altına imzamı atarak, babamın göreceği şekilde masasının üzerine bıraktım. Tepkisini merak ettiğimden çok heyecanlıydım.

Tabii babam eve dönmüş. Ben de akşama doğru eve geldiğimde kapıyı yavaşça açıp içeri girerken, kuvvetli ‘Kemaliii’ diye seslenen, sesi duydum. Ellerimin ve ayaklarımın titrediğini hissettim. Yanına gittim. Benim öyküyü okumuştu. İlk söylediği, ‘Bu yazdığın ben miyim?’ oldu. ‘Yok, herhangi bir kişiyi örnek aldım,’ dedim. Ama inanmadı. Suratı asılmıştı. Önündeki öykümü uzatarak, ‘Al, üzerinde bir iki düzeltme yaptım, oraları gözden geçir ve bana getir,’ dedi.

Sanki üzerime kaynar su dökülmüştü. Kâğıtları aldım ve çıktım. Yapmış olduğu düzeltmeler nedir diye baktığımda, çok şaşırmıştım. Öğretmen gibi yapılan tek tük hataları, kelime fazlalıklarını, noktalama işaretlerini düzeltmemi istemişti. Tabii hemen düzeltip kendisine götürdüm. ‘Tamam,’ dedi ve aldı. Ertesi gün Yeditepe Dergisi’ne götürdü. Öyküm bir ay sonra yayınlandı. Dünyanın en mutlu insanı olmuştum.”

‘IŞIĞI ÜMİTSİZLERE ÜMİT OLACAKTIR!’

1970 yılı onun yaşama veda mesajları verdiği bir yıldır. Yaşama bakışını ve romanın geleceği ile ilgili düşüncesini komşumuz olan Hürriyet Gazetesi yazarı Leyla Soykut’a 1970 başında Basınköy’de durakta birlikte otobüs beklerken aktarır:

“İyi günler Orhan Bey, nasılsınız?”.

“Teşekkür ederim, iyiyim. Size şunu söylemek isterim Leyla Hanım: İnsan hayatı bir mum alevi gibidir. Alev yükseldikçe çok iyisinizdir, neşelisinizdir, yaşamdan ümitlisinizdir. Fakat mumun alevi sönmeye yüz tuttu mu, içinizdeki yaşam tutkusu da sönmeye başlar, hayattan artık bir şey beklemezsiniz.”.

“Ne diyorsunuz Orhan Bey, durun bakalım, daha gençsiniz, bu kadar çabuk pes etmek niye?”.

Otobüste de sohbet devam eder. Orhan Kemal otobüsten inmeden önce, “Dünya artık uzay çağına kayıyor, bu bakımdan da romanın değeri tükenmek üzere.” diyerek Leyla Soykut’tan ayrılır.

Eserleri ve yaşanmışlıkları bizleri aydınlatmaya devam ediyor. Onun aydınlığı bilgisizliğin koyu karanlıklarına çevrilmiş projektörlerdir. Orhan Kemal’in ışığı ümitsizlere ümit, kendini bezgin, yenilmiş görenlere direnme gücü olacaktır. Yeter ki bu ışıktan faydalanmasını bilelim...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler