Oktay Akbal... Türkçeyi daha da güzelleştiren yazar!

Özellikle 1967’deki Cuntalı yıllardan sonra burada (Batı Trakya’da) Türkiye’den gelen bir gazete, bir kitap bulmak ne mümkün? Gümrükte Türkiye’den alınan takvimler bile çöpe atılıyor ya da yakılıyor. Türkiye’ye geldiğimde mutlaka bir de Cumhuriyet gazetesi alırdım. İlhan Selçuk’un “Pencere”sine bakardım ilkin, ardından Oktay Akbal’ın “Evet-Hayır” köşesine. Türkiye’nin çeşitli sorunlarını dile getiren bir köşe yazısı mı okurdum yoksa lirik bir hikâye mi, şiir mi, ayrımına varamazdım. O güzelim Türkçe daha da güzelleşirdi. “Günce” türünü de onunla tanıdık, sevdik. 1960’lı yıllardan sonra Yunanistan’daki “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” çatısı altında yayınlanan amatör “Birlik” ve “Öğretmen” dergilerinde yer alan bazı “günceler” görülüyorsa bunda Oktay Akbal’ın görünmez bir öncülüğü vardır. Türkçenin, Türk Edebiyatının bu büyük ustasını saygıyla selamlıyorum.

Oktay Akbal... Türkçeyi daha da güzelleştiren yazar!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.04.2022 - 00:02

Özellikle 1967’deki Cuntalı yıllardan sonra burada (Batı Trakya’da) Türkiye’den gelen bir gazete, bir kitap bulmak ne mümkün? Gümrükte Türkiye’den alınan takvimler bile çöpe atılıyor ya da yakılıyor. Türkiye’ye geldiğimde mutlaka bir de Cumhuriyet gazetesi alırdım.

İlhan Selçuk’un “Pencere”sine bakardım ilkin, ardından Oktay Akbal’ın “Evet-Hayır” köşesine. Türkiye’nin çeşitli sorunlarını dile getiren bir köşe yazısı mı okurdum yoksa lirik bir hikâye mi, şiir mi, ayrımına varamazdım. O güzelim Türkçe daha da güzelleşirdi.

“Günce” türünü de onunla tanıdık, sevdik. 1960’lı yıllardan sonra Yunanistan’daki “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” çatısı altında yayınlanan amatör “Birlik” ve “Öğretmen” dergilerinde yer alan bazı “günceler” görülüyorsa bunda Oktay Akbal’ın görünmez bir öncülüğü vardır. Türkçenin, Türk Edebiyatının bu büyük ustasını saygıyla selamlıyorum.

“Hepimizi kötü düşünceler, çirkin duygular kapladı. Barış günlerinin insanları artık yok. Nice tanıdığım insanların şimdi hepsi bana yabancı geliyor. İyileri kötü, cömertleri hasis, duyguları katı yürekli oldular. Ah, o ekmeğin bozulması, insanların mayası muhakkak ki ekmektir.”

Önce Ekmekler Bozuldu

YAPITLARIYLA BÜYÜLENDİK!

Önce Ekmekler Bozuldu... 1950’li yıllar... Ta o yıllardan bilirim Oktay Akbal adını. İkinci Dünya Savaşı yılları içinde yaşanmış o sıkıntılı, “karneli” günlerden söz ettiğini anımsıyorum.

Biz zaten o savaş yıllarının sıkıntılı günleri içinden çıkıp gelmişiz Anavatan’a. Yunanistan’da yokluk, sefalet; üstüne üstlük bir de iç savaş: Kralcılar ile Cumhuriyetçiler. Ortalık biraz sakinleşince iki ülke arasında varılan bir “Kültür Anlaşmasıyla” Türkiye’ye okumaya geliyoruz. Ve doğal olarak kitaplarla da tanışıyoruz.

Bizans Definesi’ni hangi arkadaştan ödünç almıştık da okumuştuk! Enikonu, İstanbul’un bilmediğimiz semtlerindeki o insanlar, olaylar, oyuncular, gişelerde çalışan kızlar, acemi sevdalar bizi büyülemişti.

Oraları, o insanları seviyoruz. Unutulmaz insanlar ama bu İstanbul, bizim sıkıntılar içinde Sirkeci caddelerinde ağır bavullar taşıdığımız, kirli otellerinde yattığımız İstanbul değil. Sonra “Ester ile Roza” kalmış aklımda, bu iki Musevi kız... Yeni kurulmuş İsrail’e gitme hayalleri…

İLHAN SELÇUK VE OKTAY AKBAL: LİRİK HİKÂYE VE ŞİİR TADINDA KÖŞE YAZILARI

Özellikle 1967’deki Cuntalı yıllardan sonra burada (Batı Trakya’da) Türkiye’den gelen bir gazete, bir kitap bulmak ne mümkün? Gümrükte Türkiye’den alınan takvimler bile çöpe atılıyor ya da yakılıyor. Türkiye’ye geldiğimde diğer gazetelerin yanı sıra mutlaka bir de Cumhuriyet gazetesi alırdım.

İlhan Selçuk’un “Pencere”sine bakardım ilkin, ardından Oktay Akbal’ın “Evet-Hayır” köşesine. Türkiye’nin çeşitli sorunlarını dile getiren bir köşe yazısı mı okurdum yoksa lirik bir hikâye mi, şiir mi, ayrımına varamazdım.

O güzelim Türkçe daha da güzelleşir, her kelime bir ressamın bilinçli bir fırça vuruşu gibi yerli yerine oturur, sonuçta ortaya mükemmel bir tablo çıkardı. Her şeyi anlardınız, anlatılan her şeyi de severdiniz, bütün bunları beyninizle birlikte yüreğinizde saklardınız.

Daha sonraki yıllarda yine Oktay Akbal’ın o köşesinde benim buradaki yerel bir gazetede yayınlanmış bir hikâyemden söz ediliyor. Oktay Akbal, Türkiye’nin onca sorunu arasında burasıyla da ilgileniyor.

Alışılmış bir şey değil Türk basınında. Ben pek öyle “sağ-sol” yakıştırmalarına itibar etmem de Oktay Akbal’ın bu ilgisi beni hem şaşırttı hem de duygulandırdı. O gazete kesiğini hâlâ kitaplığımda saklarım.

İSTİNYE SULARI

Sonra o İstinye Suları… İstanbul’un Sirkecisinden, Cağaloğlu yokuşundan, Beyoğlu caddesinden, Mısır ve Kapalı Çarşısından başka yerlerini pek bilmem. Bir de bazı müzeleri… Ama o İstinye Suları’ndaki “mini öyküler” bir masal âlemi gibi canlandı gözlerimde.

Her cümle değil de neredeyse her kelime ayrı bir manzara. Yazar, orada gördüğü her mekâna, her nesneye her canlıya kendi duygularını, estetiğini, özlemlerini, sevgisini de katmış. Öyle bir tatlı anlatım ki, sanki Deniz Kızı Eftalya’yı dinledim, içimde Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiiri okundu uzun süre.

SUÇUMUZ İNSAN OLMAK

“Aşk”, içi dolduruldukça hacmi de büyüyen bir kavram. Bir sır, bir bilinmezlik. Önü karanlık. Oysa herkesçe bilinen şeydir: Geçmiş, bilinen; gelecek ise bir “bilinmezdir.”

Oktay Akbal’ın Suçumuz İnsan Olmak romanını okurken bunlar geçti aklımdan.

Anımsadıklarım ve hâlâ aklımdan çıkmayan, evli ve iki çocuk babası küçük bir memurla, o yakınlarda oturan evli, çocuğu olmayan, mutsuz fakat güzel bir kadın arasındaki yasak aşk. Akbal’ın o tatlı ve ustaca anlatımı neredeyse olayları gölgede bırakacak. Olaylar ilerledikçe her ikisinin de bu aldatıcı mutluluk sarhoşluğundan uyanmalarını istiyorum bir okuyucu olarak.

YAŞAMI YENİDEN KURMAK

Yaşamı Yeniden Kurmak, başucu kitaplarımdan biri… Büyük zenginlik. Victor Hugo’nun düşünceleri, bu düşünceler üzerine üretilen güncel düşünceler, tarih, birinci ve ikinci dünya savaşları...

Bütün bunları o güzel anlatım içinde birer hikâye tadında okuyorsunuz. Alın, okuyun kitabın 10. sayfasındaki “Başka Gözler, Başka Kalpler” yazısını, aklınıza yaşadığımız bugünler gelecek.

Evet, bilim bilimdir ama bu insanları kendine köle yapan bir bilim olmamalı. Akbal, söz konusu yazısına “Rimbaud bir dizesinde ‘gerçek yaşam bu değil’ demişti” cümlesini eklemekle ne güzel yapmış.

Sadece bir hikâyeci, bir roman yazarı ya da günce yazarı değil Oktay Akbal, o güzel Türkçesiyle öyle bilgece sözler söylüyor ki... Ne diyor sanatçı için: “Sanatçı, yazar, ‘gücünün yetmediği yere dek’ gitmek, ulaşmak isteyen kişidir.”

Bu arada “El Grekoya Mektuplar” içine giriyorsunuz, orada Kazancakis’le İstrati’nin Gorki’yle görüşmelerine tanık oluyorsunuz. Yaşadıkları hayal kırıklıkları bir yerde sizi de üzüyor. Gorki’nin yüzündeki acıklı ifade insanın içini karartırken birden Dostoyevki’nin Yer Altından Notları içinde buluyorsunuz kendinizi.

İÇİNİZİ HEM SIZLATAN HEM DE ISITAN ANLATILAR

O kadar olay anlatılıyor, o kadar konu ele alınıyor ki kitapta, zevkle okuyorsunuz. Birkaç paragraf içinde, Fikret Otyam’ı bütünüyle tanıyor, resimlerini, fotoğraflarını görüyor, Anadolu insanının çilesine, yoksulluğuna tanık oluyor, bu insanlara sahip çıkmanın, bu insanları sevmenin “gerçek milliyetçilik” olduğunu öğreniyorsunuz içiniz sızlayarak, ama o tatlı anlatım içinizi bir ilkbahar güneşi gibi ısıtıyor mu ısıtıyor.

Yazarları, şairleri tanıyorsunuz birkaç paragraf içinde; okul yıllarımızda her zaman düzgün kıyafeti, fötr şapkası ardında okunan aruz vezinli ağır şiirleriyle içimizde yer eden Yahya Kemal Beyatlı, hiç kimselerin gücenip kırılmasına meydan vermeyen o tatlı anlatımla eleştiriliyor.

Sonra birden bir dörtlüğüyle o saygın yerine, bir çerçeve içine “klasik” bir şair olarak oturtuluyor: “Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin/ Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde/ Mehtap… İri güller… ve senin en güzel aksin/ Velhasıl o rü’ya duruyor yerli yerinde.”

KISACIK YAZILARA DÜNYALARI SIĞDIRDI!

O kısacık yazılara ne çok şeyler sığdırılmış, şaşar kalırsınız. Anday’ın şiirleri... Ünlü film yıldızları Betty, Veronika, Marilyn Monroe filmleri, yaşlılıkları, onların gençlik resimlerini saklayanlar, duvarlara asanlar… O eski “sinemalı günler” içinde bulursunuz kendinizi, yarı karanlık bir sinema salonunda güzel düşlere dalarsınız.

Böyle bir canlı tablo sunar Oktay Akbal bizlere o güzel yazılarıyla. Bir de Önce Ekmekler Bozuldu’dan birkaç satır: “Hepimizi kötü düşünceler, çirkin duygular kapladı. Barış günlerinin insanları artık yok. Nice tanıdığım insanların şimdi hepsi bana yabancı geliyor. İyileri kötü, cömertleri hasis, duyguları katı yürekli oldular. Ah, o ekmeğin bozulması, insanların mayası muhakkak ki ekmektir.”

GÜNCE TÜRÜNÜ DE ONUNLA SEVDİK!

1960’lı yıllardan sonra Yunanistan’daki “Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği” çatısı altında yayınlanan amatör “Birlik” ve “Öğretmen” dergilerinde yer alan bazı “günceler” görülüyorsa bunda Oktay Akbal’ın görünmez bir öncülüğü vardır.

“Günce” türünü de onunla tanıdık, sevdik. Günlerde adlı kitabının arka kapağındaki şu yazılar içimden geçenlerin dile getirilişi: “Yalnız ele aldığı konular ve ileri sürdüğü düşüncelerden almıyor zenginliğini bu yazılar, deyiş güzelliği ile de dikkat çekiyor ve beğeniliyor.”

Türkçenin, Türk Edebiyatının bu büyük ustasını saygıyla selamlıyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler