Mimarinin Dante’si; Brunelleschi!

Brunelleschi’nin Kubbesi: Görkemli Bir Uygarlık Abidesinin Siyasal, Sosyal, Mimarî Öyküsü (E Yayınları), bu mucizevi, muhteşem kubbenin yapılışını tüm boyutlarıyla ele alıyor. Tapınağı, hâlâ payanda ve istinat duvarları üzerinde güçlükle tutunduran gotik tarzdan ayrılan Rönesans; payandasız, rasyonel ve hesaba dayanan mimarlığı yaratmaya başlıyordu. Ve bu mimarinin ilk örneğini Brunelleschi, Santa Maria Katedrali’nin kubbesiyle veriyordu.

Mimarinin Dante’si; Brunelleschi!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.12.2021 - 00:01

YAPIMI YÜZ YILI GEÇEN MUHTEŞEM KUBBE!

Michelangelo’ya, “Nereye gömülmek istersin?” diye sormuşlar; “Brunelleschi’nin kubbesini ebediyen seyredebileceğim bir yere” demiş. Sözünü ettiği kubbe, Floransa’daki Santa Maria del Fiore Katedrali’nin kubbesidir.

İnşaatına 1296 yılında başlanan katedralin devasa büyüklükte tasarlanmış kubbesi, aradan yüz yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, böyle bir kubbenin nasıl yapılabileceğine ilişkin temel sorulara cevap bulunamadığı için henüz inşa edilememişti.

Filippo Brunelleschi, dönemin tüm yapım teknikleri dışında kendine özgü buluşlarıyla bu kubbeyi mucizevi bir şekilde inşa etmişti. Kubbe, o güne kadar yapılmış en büyük duvar işçiliğiydi; öylesine büyüktü ki, “gölgesiyle tüm Toskana halkını örtebilir”di. (Peter Burke, Avrupa’da Rönesans (ç.Uygar Abacı), Islık Yayınları, İstanbul 2016, s.73)

Michelangelo, Vatikan’daki San Pietro Kilisesi’nin başmimarı olarak atandıktan sonra, Brunelleschi’nin yöntemini incelemek için bu kubbeyi üç kez ziyaret etmişti. Sonuçta San Pietro’nun kubbesi, ne ölçülerde ne de gösterişte, Santa Maria’yı aşamamıştı. Hayranlığı bundandı. Gerek yüksekliği gerekse çapı açısından kubbe halen aşılamamıştır.

TRAJİK KAHRAMAN BRUNELLESCHI!

Geçtiğimiz aylarda E Yayınları tarafından basılan Brunelleschi’nin Kubbesi: Görkemli Bir Uygarlık Abidesinin Siyasal, Sosyal, Mimari Öyküsü adlı kitap, bu muhteşem kubbenin yapılışını tüm boyutlarıyla ayrıntılı biçimde ele alıyor.

Kültür tarihi araştırmacısı Ross King’in kaleme aldığı eser, Brunelleschi ve Santa Maria kubbesi örneğinde insan ve doğa yasaları arasındaki ilişkinin büyüleyici bir hikâyesini sunuyor.

Aynı zamanda, Ross’un Brunelleschi’nin başarısını kendi tarihsel ve toplumsal koşulları içerisinde kavramamızı sağlayan ve Belkıs Dişbudak’ın güzel çevirisiyle tadına vardığımız anlatımı sayesinde bu büyük yapı ustası, kitapta birey ve onun çatışmacı çevresi arasındaki ilişkiye odaklanan modernist romanların trajik bir kahramanına dönüşüyor.

BRUNELLESCHI’NİN GÜVENİ, FLORANSA’NIN KİBRİ

Gerçekten de, kitaptan öğreniyoruz ki, Brunelleschi bir mucizeyi başarabilmek için insanın doğayla ve insanın insanla ilişkisinde halledilmesi gereken çok çetin meselelerle dövüşmek zorunda kalıyor.

Floransa nüfusunun beşte dördünü öldüren veba, bundan doğan işçi kıtlığı, Arno Irmağı’nın hırçınlığı, Serchio Nehri’nin su taşkınları, Lorenzo Ghiberti adında ömürlük bir rakibin aman vermeyen açık saldırı ve gizli sabotajları, isyanlar, grevler, savaşlar, kuşatmalar…

Brunelleschi, o mucizevi eserini bütün bunlarla baş ederek inşa edebilmişti. Ross King’in de vurguladığı gibi, doğa güçleriyle ilgili bilgileri hayli sınırlı olan insanlar tarafından, savaşlar ve entrikalarla dolu bir çağda yaratılmış olması bu kubbeyi daha da “harika” yapıyor. (s.167)

Bunun başarılabilmiş olmasında yeteneklerinden emin Brunelleschi ile ticari ve kültürel zenginliğinden memnun Floransa’nın kibrinin buluşmuş olmasının da rolü vardı.

O dönem Avrupa’nın en zengin kentlerinden biri haline gelmiş olan, büyük ustaların birbirinden muhteşem eserlerini serpiştirdikleri Floransa’ya, Hristiyanlık dünyasındaki en büyük katedrallerden birinin yapılması amaçlanmıştı.

İnşaat ilerlemiş ama ne var ki, eğer yapılabilirse, dünyanın gelmiş geçmiş en yüksek ve en geniş kubbesi olacak olan Santa Maria del Fiore kubbesinin yapım aşamasına geçilememiş, yapımının nasıl mümkün olabileceği sorusu çağın en büyük mimari bilmecesi haline gelmişti.

Vazgeçmek söz konusu değildi. Nasıl olacağı bilinmemekle birlikte, “Tanrı’nın mutlaka bir çözüm getireceği”ne inanılıyordu.

Her yıl katedralin mimarlarıyla, katedral inşaatından sorumlu Opera del Duomo adındaki idari kuruluşun temsilcileri, ellerini bir İncil nüshasının üzerine koyarak, kiliseyi tamamlayacaklarına dair yemin etmek zorundaydılar (s.18). Floransa’nın orta yerindeki şantiye, ilahi dokunuşu bekliyordu.

PERSPEKTİF UZMANI DAHİ!

Bu dokunuş, ilahtan değil, kısa boylu, kel kafalı, karga burunlu, kirli ve özensiz kılıklar içinde dolanan bir faniden geldi. Filippo Brunelleschi, kubbe işine, Opera del Duomo’nun 19 Ağustos 1418’de açtığı yarışmayla talip olduğunda, Roma harabeleri içinde hazine arayan bir kuyumcu ve (doğrusal perspektif konusunda yaptığı bir deney nedeniyle de) “perspektif uzmanı bir dâhi” olarak tanınıyordu. (s.41)

Henüz herhangi bir yapı inşa etmişliği yoktu. Buna rağmen, sonuçta Rönesans sanatının esas eylemi ve eseri olan, geleceğe ilişkin bir düşünüşün katıksız saf başarısı ve müjdesi olan Santa Maria’nın kubbesini yapabilmişti.

Ortaçağ’ın kasvet yayan o meşhur Gotik mimarisi, papaz duvarcıların elleri altında şekillenmiş dinsel nitelikli bir mimariydi.

Sonraları yapı işleri kilisenin emrinde çalışan duvarcı ustalarının inisiyatifine geçmişti. Duvarcılar ya da yapıcılar denen bu insanlar -ki Brunelleschi sayesinde sonradan “mimarlar” olarak tanınmaya başlayacaklardı- mütevazı üslupları içinde kayda değer yapılar inşa ettiler.

İman etmek üzere bunların içine giren insanlar, gotik üsluba nazaran, daha rahat nefes alma imkânı buldular. Tapınağı, hâlâ payanda ve istinat duvarları üzerinde güçlükle tutunduran gotik tarzdan ayrılan Rönesans; payandasız, rasyonel ve hesaba dayanan mimarlığı yaratmaya başlıyordu.

Ve bu mimarinin ilk örneğini Brunelleschi, Floransa’daki Santa Maria Katedrali’nin kubbesiyle veriyordu; “bir sanat sönüyor ve bir başka sanat doğuyor”du. (Jules Michelet, Rönesans (ç.Kâzım Berker), MEB Yayınları, İstanbul 1989, s.8.)

Yine de kilise mimarisi, ancak 15. yüzyıl sonunda tam anlamıyla seküler bir nitelik kazanabildi. 14. ve 15. yüzyıllarda Avrupa kültürü genel hatlarıyla Ortaçağlıydı. “Gotik sanat, sanki Brunelleschi hiç yaşamamış gibi, birçok bölgede gelişmeye devam ediyordu.”[Peter Burke, Avrupa’da Rönesans, s.93]).

Bu hiç şüphesiz dâhi Brunelleschi’nin marifetiydi. Ama böyle bir iş için yalnızca deha da yetmezdi. Ross King’in eseri bize bir dehanın kendini gerçekleştirebilmesinin toplumsal tarihsel koşullarını verdiği için kıymetli zaten.

Brunelleschi, birbirini çok iyi tanıyan, heykeltıraş Donatello, ressam Masaccio gibi yaratıcı insanlardan oluşan küçük bir grubun odağındaydı adeta. Donatello ve Masaccio, Brunelleschi’nin heykelde ve resimdeki karşılığı sayılır.

Antikiteden sonra yapılmış ilk çıplak figür olan Davud heykelinin yaratıcısı Donatello’nun halen Padova’da bulunan devasa Gattamelata heykeli, “Brunelleschi’nin kubbesi gibi teknik bir probleme getirilmiş başarılı bir çözümü” olarak kabul görür; zira “hem atın hem de binicinin ağırlığı, dört bronz bacak tarafından desteklenir”. (Peter Burke, Avrupa’da Rönesans, s.75)

Ve Brunelleschi, Santa Maria’nın kubbe maketinin ahşap işlerini ona vermişti. (s.46) Masaccio ise ünlü Üç Birlik ve Vergi Parası adlı freskleriyle, matematik kuralları Brunelleschi tarafından keşfedilen perspektifin hakkıyla uygulandığı ilk çizimlerin sahibi olarak bilinir.

MİMARLIĞI SAYGIN BİR NOKTAYA TAŞIDI!

Seçici kurul işi Filippo Brunelleschi’ye verdikten sonra, 1420 yılı Ağustos’unda, yani ilk temel taşının koyuluşundan 124 yıl ve aynı zamanda 50 yılı aşkın bir durma sürecinden sonra, katedralin inşaatı nihayet kubbeyi yapmak üzere yeniden başlıyordu.

“Bu benzersiz kubbenin inşasında ortaya çıkabilecek yapısal sorunların ancak ‘pratik tecrübeyle’ çözülebileceğine herkes inanıyordu. Deneme yanılma süreci başlamak üzereydi.” (s.63).

Böyle bir süreçte en büyük avantaj, süreci yönetecek olan Brunelleschi’nin “mekanik bir deha”, bir “mucit” olmasıydı.

(Brunelleschi, kubbe işini almadan çok önce, Annunciat Tarikatı rahibelerinin (tipik bir Ortaçağ töreni gibi fazlasıyla gösterişli geçen) bayramı için “olağanüstü sanatkârane bir alet” icat etmişti. “Bu alet, etrafı iki daire halinde meleklerle çevrilmiş bir gök küresidir; aynı melekler arasında Cebrail (bir mekanizma içinde) aşağıya doğru uçmaktadır.” [Jakob Burckhardt, İtalya’da Rönesans Kültürü (ç.B.Sıtkı Baykal), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1978, s.600 ]).

Örneğin, ağır yapı malzemelerinin (her biri en az iki ton ağırlığındaki mermer blokların, toplamda 450 tonu aşacak miktarda taşın, bir o kadar demirin, ahşabın vs., toplamda 37 bin ton malzemenin) 91.5 metreye nasıl çıkartılıp, Brunelleschi’nin tasarımının gerektirdiği titizlikle nasıl yerleştirileceği gibi temel bir sorun vardı.

Bu sorun Brunelleschi’yi “adı duyulmamış bir makine” tasarlamaya sevk etti. “Tasarladığı kaldıraç Rönesans’ın en ünlü makinelerinden biri olacak, Leonardo da Vinci de dahil birçok mimar ve mühendis bu aleti inceleyip eskizlerini yapacaktı.” (s.65).

Ayrıca, uzun kollu, güçlü bir vince de ihtiyaç vardı. Mucit mimarımız “castello” olarak bilinen yeni bir araçla bu ihtiyacı da karşıladı. “O çağda malzemenin dayanıklılığı konusundaki bilgi eksikliği düşünülürse, castello’nun başarılı olması gerçekten de dikkate değerdir.

Filippo’nun, yükün yarattığı gerilme karşısında vincin ne kadar sağlam olacağını bilmesinin, daha önce yaşadığı tecrübeler dışında hiçbir yolu yoktu.” (s.74).

Ne de olsa Brunelleschi, “merhametsiz bir hesapçı” idi (Jules Michelet, Rönesans (ç.Kâzım Berker), MEB Yayınları, İstanbul 1989, s.64). Ama katıksız bir Rönesans insanıydı, mimarinin Dante’si idi.

“Onda Dante’nin ruhu, her şeyi kavrayabilmek zekâsı vardır; fakat bu ruh başka bir Beatrice’nin, rakamın ilahi kudretinin ve fark olunur ahenginin hükmü, sevk ve idaresi altındadır.” (Jules Michelet, Rönesans, s.67)

Filippo Brunelleschi, kariyerine kuyumcu ve ilginç aletler yapan bir mucit olarak başladı. Ama öldüğünde artık bir mimardı, hem de mimarlık mesleğini duvarcılıktan, yapı ustalığından alıp ona sosyal ve entelektüel saygınlık kazandırmış bir mimar.

O zamana kadar mimarlık “alelade ve aşağı” bir iş sayılmaktaydı, eğitimli bir adamın işi olarak görülmüyordu. Bu yüzden Ortaçağ’ın yapı ustaları isimsizdi.

Brunelleschi’nin Santa Maria del Fiore’deki çalışmaları sonunda meslek nitelik değiştirmiş, “kültürel üretimin merkezinde yer alan soylu bir iş haline gelmiştir”. (s.159-160).


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon