Kendi olma cesareti! Emek Yurdakul’un yazısı...

Romantizmin çocuk kitabında ne işi var? Çocukları erken büyütür bu… diyorsanız, çocukları erken büyüten şeyler şunlar: Şiddet, dengesiz yaşam koşulları, güvensiz ortamlar, empati yoksunluğu… Pedagog olsam daha veri tabanlı iddialar yazabilirdim ama benim, psikoloji meraklısı, duygusal zekâsı yüksek ölçümlenmiş bir sosyolog olarak gözlemlediklerim hep olumlu yönde oldu.

Kendi olma cesareti! Emek Yurdakul’un yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.04.2022 - 00:13

‘MARSIK VE BEN’ VE TEPE HAKKINDA

Marsık ve Ben, tahmin edersiniz ki bir romantizm kitabı değil. Önce bunu yazmak gerekiyor. Ancak ilk aşka dair incelikler okumak, “aşk” bile demeden, nahif bir yerden keşfedilirken, o duygularla ilk karşılaşmayı yaşamak ve “aşk” aslında neydi diye o sulara bir daha girmek…

Aslında kitapta “ilk aşk”tan da öte Joey’in dünyayı seyreyleyişi romantizm içeriyor: “Sadık yardımcım Belalı Betty hep yakınlarda; burnu yerde, kuyruğu havada, kahramanlık taslıyor.”

Şöyle anlatanlar da var hâlâ maalesef: Köpeğimin adı Belalı Betty. Kuyruğu hep havadadır. Kahramanlık taslar. Hatta yakın zamanda karakterinin tipini merak ettiğimize emin olduğunu söyleyen yazar okudum. Üstelik okka burunlu kız tasviri…

Veryansını burada kapatıp olay örgüsündeki birtakım klişelerin bile okumayı bıraktırmadığı kitaba dönersem…

Kitabın adında Marsık geçse ve onun hikâyesini de anlatsa da, ana karakterimiz Joey M. Green, tepesinde keşfe çıkmadığında veya davetsiz misafirlerin peşine düşmediğinde kırsaldaki eski evinde kucağında gitarıyla bulabileceğiniz bir çocuk.

“Sıradan bir ailesi olan sıradan bir çocuk: Opal adlı bir kız kardeş, anneyle baba, Oscar adlı güzel bir sarman kedi, büyük ölçüde görmezden gelinen iki kobay ve evin sevgili köpeği Belalı Betty.”

Kitapta Joey’in ağzından düz bilgilendirme bundan ibaret. Yazarın, kimsenin tipini vererek okura, kendi hayalini gördürtmeyeceğini aslında baştan seziyorsunuz.

Zaten kitaba nasıl acaba diye bakıp Joey’in peşine düşme isteğim ilk cümlede geldi: “Tepeme tırmanıyorum. ‘Tepeme’ diyorum ama aslında kimsenin tepesi değil. Hatta gerçek bir tepe bile sayılmaz. Onu tam da bu yüzden seviyorum ya…”

Ve tepesinin oluşumunu anlatıyor, onda uyandırdığı hisleri, kendi olma cesaretini, değiştirdiği bakış açısını.

‘GÜLÜMSE’ DİNLERKEN...

Joey’in kendi olamadığı çünkü var oluşuyla huzurlu olamadığı dünyası, Sırp diye adıyla dalga geçenlere ve diğer etkenlere karşın kendi olma konusunda tereddütsüz Marsık’ın dünyasıyla çarpışıyor.

Marsık onu öyle bir onaylıyor ki Joey’in kendini onaylayamadığı kaleleri çöküyor: “Digby’le arkadaşlığımız, tanıdık bir oda gibi… Oysa Marsık, benim için hiç gitmediğim bir yerin kapısı gibi.”

Temelinde aşk, bize biz olma alanı yaratan, o cesareti ve özgürlüğü veren bir birlikte var olma hali değil midir? Yani sazları, ırmakları, çakıl taşları var Joey’in ama Marsık bir başka ve Joey, “O güldüğünde çöle yağmur yağmış gibi ferahlıyor.”

Hem Joey’i neyin, nasıl dönüştürdüğünün bilgisini öğrenmek hem de içsel huzursuzluğumuzun kaynağını yakalamak istersek diye Marsık ve Ben’in yanına not düşelim: “Alfred Adler”.

Marsık ve Ben / Martine Murray / Çeviren: Tuğçe Özdeniz / Can Çocuk / 160 s. / 10+ / 2022.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler