Hüzünlü ama gülen öyküler... Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...

Mahalle aralarında, kimi zor geçit veren daracık sokaklarda, ev içlerinde, kocaman kentlerin / kasabaların insanla güzel hallerinde, bitip tükenmez insan sıcaklığında dolaştırıyor Neslihan Önderoğlu’nun öyküleri bizi. An oluyor o zaman ve mekânların birinde bir akşamüstü bir köşe başında buluyoruz kendimizi, gün geliyor yakın bir tanıdık, külü kıymetli bir komşu gülümsüyor karşı kapıdan...

Yayınlanma: 05.02.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

Neslihan Önderoğlu, öyküleriyle yazın dünyamıza kattığı boyuta, gençler için kaleme aldığı Küçük Bir Mesele’yle yepyeni renkler, tatlar, esintiler ekliyor.

Önderoğlu’nun Küçük Bir Mesele yapıtında bir araya gelen öykülerini okurken hayatın, neredeyse her anıyla nasıl varsıl bir “öykücü” / “öykü taşıyıcı” olduğunu, aldığımız her soluğun barındırdığı öyküleri düşündüm.

Kimimiz hiç farkında olmaz bu varsıllığın, kimimiz arada fark edip kırık dökük anlatır bir şeyler. Kimimiz de o anları yeniden kurgular hoş bir akışla, hepimizin hayatına gülümseyen / el sallayan bir yaklaşım ve sıcaklıkla anlatır hepimize. Küçük Bir Mesele’de yazar bizi kurduğu dil, sakin ve yalın anlatımıyla hayatın yüreğine taşıyor.

Önderoğlu’nun anlattıkları da bizim hikâyelerimiz; öylesine yakın, öylesine içeriden, öylesine sahici... Kahramanları / anlatıcıları gençler de tanıdık, mekânları da öyle... Kitabı kapatıp çıksak sokağa, daha ana caddeye varmadan, sokağın başında, mahalle bakkalında, parkta, bir apartmanın girişinde, balkonlardan birinde; belki bir yolculuğun ilk adımında ya da tatil dönüşü o gençler birer ikişer hatta hepsi birden el sallayacaklar / çıkıverecekler karşımıza.

KAPIYI TIKLATAN ÖYKÜLER

Demem o ki daha ilk öyküde kapınızı usulca tıklatan kendi hikâyenizi içeri alıyorsunuz. Sonra birlikte akıp gidiyor her şey! Hikâyenin kahramanı (belki de karakterlerinden biri) siz oluyorsunuz; okuduklarınız sizde çoğalıyor, bambaşka bir öyküye dönüşüyor.

Gönül kırıklıkları, yürek burkulmaları, tatlı ilk gençlik heyecanları, beklemeler, kavuşmalar, yolcuyu yoran yolculuklar, kaygılar, umutlar; can yakıcı sorunlar, işsizlik, işe yaramayan diplomalar, bitip tükenmeyen hayaller ve küçük işlerin yarattığı büyük dünyalar... Kayıplar, göçler, Anadolu’nun yüreğinden kopup gelen hüzün yüklü esintiler...

Çizim: MURTEZA ALBAYRAK

İŞTE O HALLERİMİZ...

Bir karar verdiniz mi tamam, ömür boyu sürer artık o yargınızın değişmezliği, “Senden bir şey olmaz!” inadınız; ağzıyla kuş tutsa nafiledir silip attığınız. Gün olur devran döner, esirgenen ikinci şansı o kendisi yaratır ki kalırsınız altında inadınızın... (Ah ön yargılarımız, peşin hükümlerimiz... Sonra küçücük bir yel esse yelkenleri indirme hallerimiz!)

Yalnızlığa yargılı kıldığınız gün olur çıkar o kuyudan, içine yuvarlandığı bungunluğu kendisiyle kalmanın hazzıyla donatır, yepyeni bir dünya yaratır kendisine. Üstüne yağ sürülüp toz şeker ekilmiş bir dilim ekmeğin tadını yeniden bulur yitirdiği yerde.

Sanılır ki mutluluklar, gülümsemeler, sevinçler, heyecanlar... hayatta ne varsa yüz güldüren, varlığa / varsıllığa bağlıdır. Böyle düşünenlere bombaların susmadığı bir kentte ya da bir deprem sonrası yıkıntılar arasında koşup oynayan çocuklar verir asıl yanıtı hem de kırıp dökmeden hem de yüzlere bile vurmadan.

Çöplerden toparladıklarını ekmeğe dönüştürme telaşındaki insanın sevinci, hayatı katlanılır kılma inadı sokak lambalarından daha çok aydınlatır umutların köşe başlarında yittiğini sandığımız sokakları.

Gün olur kapıya kadar gelen sevgiye, aşka, davul dengi dengine tuhaflığıyla sürgülediğinizde kapıları sizin ölçüp tarttığınız gelecek nasıl mutlu eder bir insanı? Hayat, sizin kısır kalıplarınıza yerleşecek bir sığlıkla nasıl sevinçler taşır çocuklarınıza?

Gidenlerin bıraktığı ne varsa hoyratlık makamında, çok geçmez silinir defterlerden de bir anılar kalır anılmaya / söylenmeye değer bir de yaşanmamışlıklar belki. Zincirinden duvara asılmış arkası tren kabartmalı köstekli saat, siyah çerçeveli bir gazete ilanı ve hiç giyilmemiş bir çift Sümerbank ayakkabının vaat ettiği yolculuğa çıkmaya değmez mi?

Bazen “uzun, içinden çıkılamayacak, bir türlü bitmeyen bir zaman gibi” gelen çocukluğu / hayatı; tekdüze günleri ipe dizerek mi yoksa hayallerin açtığı pencerelerden süzülüp çıkılacak keşif yolculuklarıyla bezeyerek mi yaşamalı?

Süreyya Berfe’nin, “Yeryüzündeki trenler demirden/ Gökyüzündeki trenler düşlerimden...” dediğine denk gişesiz, biletsiz düşsel yolculuklarda bulmaz mı insan kendini? Dünden yarına uzanan, yola çıkan, siz bitti demeden bitmeyen yolculuklar değil midir zamanda yolculuk dediğimiz?

TANIŞ ESİNTİLER

Her an karşımızda bulduğumuz, sıradan ama her biri sıra dışı, hem benzer hem bambaşka öykülerle bezeli hayatların dünyasında, içten içe bitmesin çığlıklarıyla süren bir yolculuğa çıkarıyor okurunu Neslihan Önderoğlu.

Bir bütünün parçaları izlenimi de veren öyle yan yana duran yirmi yedi öykü, değil yirmi yedi, onlarca, yüzlerce dünya barındırıyor.

Küçük birtakım meseleler, onlarla azalıp çoğalan, olup bitene kızıp köpüren, “çıplak ağaç dallarında sabah yeli dolaşırken” hayatın akışına yeniden karışan insanların ustaca kaleme alınan öykülerine ilişkin sözlerimizi burada noktalayıp sizi kitapla baş başa bırakalım.

Küçük Bir Mesele / Neslihan Önderoğlu / ON8 Kitap / 156 s. / 10+ / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler