Güç veren bir hikâye; “Mozart Kızı”... Emek Yurdakul’un yazısı...

Nihal Ünver’in editörlüğünde, çeviride Edip Sönmez’in emeğiyle, elden bırakılamayacak şekilde bizlere ulaşan “Mozart Kızı”, toplumsal cinsiyetin psikolojik değil de sosyolojik bir sorun olduğunu ispatlayan örneklerden biri. Tarih okumaları çoğaldıkça ve yeni kuşaklar için bu şekilde aktarıldıkça “Neden büyük sanatçılar/ düşünürler/ yazarlar vb. hep erkek?” sorusundan kurtulacağımızı umuyorum.

Güç veren bir hikâye; “Mozart Kızı”... Emek Yurdakul’un yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.03.2022 - 00:02

Genellikle kitapları arka kapaklarına değil de ilk birkaç sayfasına bakarak seçerim. Birisi, “Çok acımasızca değil mi?” demişti. O, ilk elli sayfayı okuyormuş. Bana kalırsa ilk sayfa yeterlidir. Dil’i yoksa zaten aldığınız gibi bırakırsınız. Sayfayı çevirdiğinizdeyse tarzı size hitap ediyor mu ya da şu sıralar okumak istediğiniz bir şey mi diye bakarsınız.

İşte Müjde Başkale’nin kapak resmi ve Gökçe Alper’in kapak tasarımıyla da kendine çeken Mozart Kızı’nı, hakkında yazmayı düşünmeseydim de okurdum. Tonla bilgiyi aktarırken hiç bilgi vermemek yazarın, hikâyenin içinde dolandığını hissettiriyor bize.

Dış ses olmaktan çıkmış, görerek anlatıyor ve ilk cümlede sizi hikâyenin ortasına atıyor. Metin; Nihal Ünver’in editörlüğünde, çeviride Edip Sönmez’in emeğiyle, elden bırakılamayacak şekilde bizlere ulaşıyor.

MOZART KIZI’NI BİLMEDEN

Nannerl ve Wolfi müzik dehası iki kardeş, köpekleri Bimberl, anneleri ve babalarıyla Salzburg’da yaşıyorlar. Kitap; on sekizinci yüzyılda, konserler vermek ve tanınmak için ailecek çıktıkları Avrupa seyahatini merkez alarak, sanatın / müziğin nasıl hissettirdiğini Nannerl’in iç dünyasından anlatıyor:

“Notalar parmaklarının altından, kafesinden salınmış eflatun kelebekler gibi uçup gidiyordu. İkinci bölüm daha yavaştı; yorulmuş atlar gibi ya da ağaçların etrafında yavaşça sekiz çizen Wolfi’nin ayak sesleri gibi. Üçüncü bölüm hızlı bir danstı ve Nannerl, cumartesi günleri öğleden sonra Salzburg şehir meydanında zıplayan kukla bebekleri düşündü.”

Nannerl’in müzikle bağını, onun bir uzvu gibi bedeninden ayrılamayışını, müzikle her buluşmasında hissediyoruz. Müziğin hissettirdiklerini betimlemelerle okura da geçirebilmekse, sözcüklerle dans eden, iç dünyası sanatla renklenen bir yazarın meziyeti.

KADIN OLMAK VE MÜZİĞİNİ SAKLAMAK

İçinde müzik olan insanların, onu dışarı çıkaramadıklarında ne olduğunu da “karşıt karakter”le yerleştirmiş bu yolculuğa yazar: Sopherl. Nannerl ile Sopherl’in karşılaşmalarının taşları, Mozart’la birlikte Bavyera Seçmen Prensi’nden, saray erkânı önünde çalmak için davet almalarıyla döşeniyor.

“Kız” olmanın her eksisiyle mücadele ederken davet gecesi kendisine zaman kalmadığı için çalamamasının hayal kırıklığıyla da başa çıkmaya çalışıyor Nannerl.

Seçmen Prens’in eskiden dinlediği Nannerl’i unutmaması ve tekrar davet etmesiyse yeniden bir umut yeşertiyor müziğine dair içinde. İşte belki de prensin bu küçük kızı görmesi, kız kardeşinde gördükleriyle birlikte gelişmiş bir empati kasıdır.

Prens Nannerl’i, Sopherl ile sadece tanıştırmıyor, Paris’e gittiğinde onu bulmasını ve ona yardım etmesini de istiyor. Çünkü Sopherl de kardeşi prens gibi yetenekliyken müziğe, kocasının “bu kadar çok” enstrüman çalmasından hoşlanmayıp kemanı da yasaklaması üzerine kemanını kutusuna yirmi beş yıl önce kapatmış bir kadın:

“Kutuyu son kez kapattıktan sonra, sanki kendi sesim, gülüşüm, yapmayı sevdiğim her şey de kemanla birlikte kutunun içinde tutsak kaldı… O öldüğünden beri tekrar açmayı çok düşündüm. Fakat cesaretim olduğunu sanmıyordum… Ama sen ve güzel müziğin, yeniden çalabilmeme, konuşabilmeme yardım ettiniz.”

HER DEVİRDE KADIN OLMAK

Mozart Kızı’nın yolculuğunda başa çıkmaya çalıştığı, çabaladığı her mesele, ya bir anısıyla ya da birinin tepkisiyle toplumsal cinsiyetin kadınlara, kızlara çektiği setlerle bağdaşıyor.

Barbara Nickel ilk sayfadan başlayarak bu kızın müziğini hangi izlek üzerinden anlatacağını okura açıkça gösteriyor:

“Nannerl doğum günü pastasından şansına çıkan yüzüğe bakarken dileğindeki görüntüyü düzenlemeye çalışarak kırmızı ceket ve parlak siyah ayakkabılar giymiş bir adamın şatonun odalarında kendisinin peşi sıra yürüdüğünü hayal etti… Nedense bu adam (-onun- dünyadaki en ünlü besteci olma) hayaline uymadı. Nannerl (bestesini çaldıktan sonra) reveransı tek başına yapmayı tercih ederdi.”

Müziğe muhteşem bir yeteneği olan bu kız on iki yaşına basmıştı. Kendisinden beş yaş küçük kardeşini de çok seviyordu ancak kızların yeteneklerinin, kadınlık zarafeti dahilinde önemsendiği ve “koca”ya uygun eş olabilme amacıyla kazandırıldığı bir çağda, harika çocuğun kardeşi olmak görünmezliğini pekiştiriyordu ki bu da iç dünyasında sürekli bir çatışma yaratıyordu.

“Wolfi’nin keman çalışını dinlemeyi seviyordu. O da çalmak istemişti ama babası öğretmemişti. Babasına nedenini sormuştu. ‘Sen klavye çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrendiğin için şanslı bir kızsın. Buna şükretmelisin. Keman ya da org lazım değil sana; bunlar sadece eğer bir sarayda ya da kilisede müzik yönetmeni olarak çalışacaksan gereklidir. Bunlar erkek işleri… senin işin koca bulmak!’

Babası bazen mantıksız konuşuyordu. Belki günün birinde bir koca isteyebilirdi ama bu neden bugün keman öğrenmesine engel olsundu ki? Çalabildiği bir enstrüman için müzik yazmak çok daha kolay olurdu. Ama zaten beste de yapmaması gerekiyordu.”

ESİN KAYNAĞI BİR KADIN

Mozart Kızı’ndaki meseleler şekil değiştirerek varlığını sürdürüyor, yokmuş gibi yapma konusunda da ustalaştık. Bazılarımız mecburuz, bazılarımız bir parça huzur için, bazılarımız “normal” olmak istiyoruz…

18. yüzyıl ve 21. yüzyıl… Hâlâ yetenekli, bilgili, eğitimli, öngörülü, sağduyulu, becerikli vb. kadınların, en az bir özelliği erkekleri ürkütüyor. Ve konunun çözümü büyük değişimleri zorunlu kılacağı için de çözümleneceği noktadan uzaklaştırma yöntemine gidiliyor, meselenin politikliğinden kaçınmak için bireysel bazda ele alınarak.

Mozart Kızı, toplumsal cinsiyetin psikolojik değil de sosyolojik bir sorun olduğunu ispatlayan örneklerden biri. Tarih okumaları çoğaldıkça ve yeni nesiller için bu şekilde aktarıldıkça “Neden büyük sanatçılar / düşünürler / yazarlar vb. erkek?” sorusundan kurtulacağımızı umuyorum.

Yaşamıyla ilham veren bir kadının hikâyesini okuduğumu kitabı bitirince öğrendim. Kurgu bir evrenin tarihsel gerçekliğe oturtulduğunu düşünmüştüm. Hâlbuki kitap tam aksine, Nannerl’in gerçek hikâyesi üzerine birkaç kurgu içeriyor. Yazar, her şeyi kitap bitiminde ayrıntılı olarak kaynakçalarla açıklamış.

Yine de o, hayal ettiği senfoniyi on iki yaşında besteledi. Toplumsal cinsiyetin tüm engellemelerine karşın mücadele etti. Sonuç mu? Huzurlarınızda hepimizin bildiği Wolfgang Amadeus Mozart ve pek çoğumuzun tanımadığı ablası Maria Anna Walburga Ignatia Mozart ya da kısaca Nannerl…

Mozart Kızı / Barbara Nickel / Çeviren: Edip Sönmez / Ayrıntı Genç / 192 s. / 9+ / 2022.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon