Ayşe Yüksel: ‘Türkan Saylan hocamdı, annemdi de’

Çağdaş Türkiye’nin simge kadınlarından Türkan Saylan’ın açtığı yolda yürüyen, “Hocamdı, annemdi de” dediği Saylan’dan devraldığı bayrağı aynı kararlılıkla taşıyan bir başka simge isim, ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel. Kısa süre önce yayımlanan Türkan ve Ayşe - Otuz Yıllık Yol Arkadaşlığının Hikâyesi adlı Kitabında Saylan’la dile kolay otuz yıl omuz omuza gerçekleştirdikleri mucizeleri ve yaşama geçirdikleri sayısız projeleri paylaşan Yüksel; FETÖ’nün algı operasyonları ve iftiraları nedeniyle yıllarca yargılandıkları, hücreye girdikleri ve beraat ettikleri zorlu süreci, hukuk mücadelesini de tarihe kazıyor. Bu söyleşi Türkiyemizin Atatürk ilke ve devrimlerinin aydınlığından ayrılmayan, bu yolda baş koydukları her alanda mücadele eden tüm çağdaş insanlarına ve bu uğurda canını dahi veren kahramanlara adanmıştır.

Ayşe Yüksel: ‘Türkan Saylan hocamdı, annemdi de’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.04.2022 - 00:03

Soldaki fotoğraf: KAAN SAĞANAK / Sağdaki fotoğraf: VEDAT ARIK / Grafik: MEHMET AMAN

‘İSTİKLAL SAVAŞI GAZİSİ İSHAK YAVRU’NUN TORUNUYUM’

- En önemli öncül sorudur, değişmez; soralım: Türkan ve Ayşe - Otuz Yıllık Yol Arkadaşlığının Hikâyesi’ni en önce neden yazdınız, hangi duygularla kaleme aldınız?

Ben, İstiklal Savaşı Gazisi İshak Yavru’nun torunuyum. Dedem sağlığında bize İstiklal Savaşını, Atatürk’ü anlatır, marşlar okurdu. Köyümüzün okulunda milli bayramlarda marş söyler, herkesi coşkulandırırdı. Ben de, Atatürk ile birlikte savaşmış diye ona gıpta ederdim.

Atatürk döneminde yaşamış, onunla karşılaşmış kişileri tanıdığım zaman ben de büyük hayranlık duyardım. Tıpkı Atatürk döneminde yaşayan kişilere benim gıpta ettiğim gibi, Türkan Saylan ile çalıştığım, onunla çok şey paylaştığım için bana da gıpta edenler oluyordu.

TÜRKAN SAYLAN İLE OMUZ OMUZA 30 YIL!

İşte bu nedenle bendeki Türkan Saylan’ı mutlaka yazmalı, onu tanımayan ya da daha iyi tanımak isteyenlerle paylaşmalıydım. Tabi ki yaşamak başka, anlatmaya çalışmak başka. Ne yaparsam yapayım başaramayacağım endişesi var. Denemeden olmazdı. Ben de denedim. Umarım okuyanlara anlatmak istediklerimi anlatabilmişimdir.

Türkan Hocamın fiziksel olarak aramızdan ayrılmasından sonra “Türkan Saylan’dan Öğrendiklerim” başlıklı bir sunum hazırladım, yaşanan anıları o günkü duygularla anlattım, dinleyenler çok duygulanıp çok etkilendiler. Bunları mutlaka yazmam gerektiğini söylediler.

Türkan Hocam ile birlikte çalıştığım, onu tanıdığım için ne kadar şanslı olduğumu sık sık duymaya başladım. Otuz yıl yıl dile kolay. Başkaları da öğrensin istedim, yazmaya karar verdim.

Soldaki fotoğraf: KAAN SAĞANAK / Sağdaki fotoğraf: VEDAT ARIK

‘TÜRKAN HOCA TANIDIĞIM HEKİMLERE BENZEMİYORDU, İNSAN YÖNÜ DAHA GÜÇLÜYDÜ’

- Bu 29 yıl boyunca hem sağlık hem de sivil toplum alanında birlikte çalışacağınız Türkan Saylan ile nasıl tanıştınız? Onunla çalışmaya ilk nasıl karar verdiniz?

Türkan Saylan Hoca ile çalışma kararım, onun o güne kadar tanıdığım hekimlere benzemediği, insan yönü daha güçlü olduğu içindi. Çalışma yaşamım boyunca da, Türkan Hocamdan her gün yeni bir şey öğrendiğimi fark etmeye başladım.

Her konu Türkan Hoca ile kolayca çözüm buluyordu, onun bilgisi, görgüsü, deneyimleri o kadar çoktu ki, bilmediğimiz soruların yanıtı onda, çözemediğimiz sorunların çözümü yine ondaydı.

İlk zamanlar, aldığı eğitimler, birlikte çalıştığı hocalar, ona çok şey öğretmiş zannediyordum, oysa öyle olmadığını sonradan anladım, Türkan Hoca empati kuruyor, soruna değil çözüme odaklanıyor, karşısındakini dinliyordu.

Lepralı hastaları ziyaret ettiğimiz Anadolu köylerinde halkla bütünleşmesi karşısında da Türkan Hoca herhalde buralarda eskiden yaşamış ki bu kadar kolay uyum sağlıyor diye düşünmüştüm. O zaman da yanıldım, çünkü önceden yaşayıp deneyim kazanmasa da, empati kurma gücü, dinleme sabrı, çözüme odaklanma becerisi onu hep farklı kılıyordu.

Bu farklılığı görmek bana çok heyecan verdi, ondan çok şey öğreneceğimi öngörüp onunla çalışmaya karar verdim.

‘TÜRKAN HOCADAN İLK ÖĞRENDİĞİM KAPIMI KAPATMAMAK OLDU!’

- İlk anlardan başlayarak nasıl hoca olduğunu, farkını, herkese örnek yöntemlerini nasıl gözlemlediniz? Türkan Hoca’nın size ilk önerileri neler olmuştu?

Türkan Hocadan ilk öğrendiğim kapımı kapatmamak oldu, kendisinin de kapısı hep açıktı, herkes ona ulaşabilirdi. Arabasına bindiğimde ilk işi ehliyetimin olup olmadığını sormak oldu, yok deyince kendisi bana arabasını, bu direksiyon, bu vites vb diyerek araba nasıl kullanılır, onu öğretti.

Otokontrolümüzü kullandırtmayı çok severdi, ona bir şey sorduğumda “Sen nasıl düşünüyorsun ?” diye fikrimi sorar, “Bence de böyle ilerlemelisin” diye desteklerdi. Daha iyi olabilmesi için önerilerini doğrudan söylemez konuşa konuşa karşısındakine buldurturdu.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

‘AKADEMİK YAŞAM ONUNLA DAHA DA ÖNEM KAZANDI!’

Okuduklarım izlediklerim nedeniyle ürktüğüm cüzzam hastalığına nasıl yaklaşacağımı, ailelerinin bile dokunmadığı hastalara dokunmayı ondan öğrendim. Aynı anda çok işle uğraşılabileceğini, zamanı iyi kullanmayı, karşındakini iyi dinlemeyi, empati kurmayı, sorunun değil de çözümün bir parçası olmayı Türkan Saylan’dan öğrendim.

Akademik yaşam onunla daha önem kazandı, bana yol gösterdi, uluslararası kongrelerde bildiri sunma cesareti kazanmamı sağladı, “Yapabilirsin” diyerek hep destek olurdu. Hem çok ciddi hem de espriliydi. Sanatın içinde olurdu her şeye zaman bulurdu.

“TÜRKAN HOCA’YA ‘HAYIR’ DEMEYE GİTTİĞİM ODADAN ‘EVET’ DİYEREK ÇIKTIM!’

- Türkan Hoca ile çalışmayı reddetmişsiniz? Öyle ki Halk Sağlığı hocanız Müeyyet Perk’i epey uğraştırmışsınız bu konuda.

Öğrenciliğimde Prof. Dr. Yıldız Tümerdem ile tanışmış Halk Sağlığı dersini çok sevmiş ve çok başarılı olmuştum. O nedenle bu alanda ilerlemek istiyordum. Araştırma Görevlisi olmak için İngilizce ve bilim çalışıyordum.

Müeyyet Perk Hocam Türkan Hocanın yakın arkadaşıydı, benim huyumu beğendiği için ısrar ediyordu ama halk sağlığında çalışmak istediğimden kabul etmemiştim.

Sonunda Türkan Hocanın yanına gidip derdimi anlatmak istedim ama ondan o kadar etkilendim ki, böyle bir hekimle çalışmak çok değerli diyerek “Hayır” demeye gittiğim odadan “Evet” diyerek çıktım. İyi ki öyle olmuş, o “Evet”den hiç pişman olmadım aynı zamanda çok sevdiğim Halk Sağlığı alanında da çalışabildim.

- Türkan Hoca’nın Lepra hastalığına ilişkin ön yargılarla mücadelesine ilişkin neler söylersiniz?

Lepra çok iyi bilinmediği için damgalanma nedeni olmuş, ön yargı ile yaklaşılmış. Türkan Hoca İngiltere’ye giderek lepra hastalığını önce kendisi öğrenmiş, döndükten sonra Sağlık Bakanlığı’ndan onay alarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları içindeki 28. Lepra Servisinin sorumluluğunu almış.

1976 yılında Cüzzamla Savaş Derneği’ni kurarak radyo, televizyon, gazete aracılığı ile Cüzzamın korkulacak bir hastalık olmadığını anlatmaya çalışmış. Topluma sağlık eğitimleri varmış, iyileşmiş hastaları örnek olarak göstermiş. Sağlık ekibi kurarak Anadolu’yu dolaşarak hastalığın ön yargılarını azaltmaya yok etmeye çalışmış.

Soldaki fotoğraf: KAAN SAĞANAK

‘12 EYLÜL DARBESİNDE KİTAPLARIMIZI HASTANENİN KALORİFER KAZANINDA YAKTIK

NE YAZIK Kİ!’

- O yıllarda ülkedeki hakim karanlık atmosferle nasıl başa çıktınız? Her şeye karşın işlerin askıya alınmadan rutin çalışmaların sürdüğünü, yeni projelere başlandığını da yazıyorsunuz. Bu arada Türkan Hoca ile kitap yakmak zorunda da kaldınız. Nasıl oldu bu?

1980 öncesi ülkede anarşi kol geziyordu, sağ sol çatışmaları yoğundu, üniversitede boykotlar yapılıyordu. 12 Eylül 1980 askeri darbesinde birçok aydın da tutuklandı, yıllarca cezaevlerinde kaldı. Türkan Hoca da ülkesini seven, duyarlı olan, sorunlara çözüm bulan, yanlışı ifade eden bir kişiydi. Onun yaptıkları da izleniyordu mutlaka.

Hastalarımız okusun diye oluşturduğumuz kitaplıkta bağış aldığımız kitapları bahane ederek sorun çıkabilir diye düşündük. Hastanenin kalorifer kazanında yaktık ne yazık ki.

Bir taraftan da işimize devam ettik, belki de cüzzamdan korktukları için hastanemize gelmediler. Türkan Hoca hep üretken idi, hastalar için hep daha iyi ne yapabilirim der onu gerçekleştirirdi.

‘MERHABA YAŞAMAK: LEPRA HASTALARI İÇİN EL KİTABI İLK YAYINIM OLDU’

- Afrika ülkelerindeki deneyiminizi nasıl anıyorsunuz? Mesleğinize, lepra hastalığına ve yaşama ve sınırlara bakışınıza ne gibi etkileri oldu?

Afrika’da Tanzanya ve Etiyopya gitmeyi hiç aklıma getirmediğim ülkelerdi. Lepra hastalığı oralarda yaygındı, öğrenmek için gitmek gerekirdi. O yıllarda ülkeler ile ilgili hiç bilgi yoktu, sadece ateşte kaynatılan beyaz karikatürlerini bilirdik.

İyi ki gitmişim, yeni bir üniversite bitirmiş gibi oldum. Lepra hastalığını, hastalığın rehabilitasyonunu çok iyi öğrendim ufkum açıldı, projeler üretebildim, dönünce şunu yapmalıyım diye hayaller kurdum.

Dünyanın birçok ülkesinin insanını tanıdım. Rengi, dili, dini ne olursa olsun insanların aynı şeylere üzüldüğünü aynı şeylere sevindiğini öğrendim. Bir başka üniversite bitirmiş gibi oldum.

- Merhaba Yaşamak: Lepra Hastaları İçin El Kitabı’nızdan da bahseder misiniz?

Türkan Hoca hastaların eğitimini çok önemsiyordu, onlar için hazırlanmış bir el kitabını bana verdi “Tercüme et bastıralım, hastalar yararlansın” dedi. Çok sevindim, okuma yazma bilen hastalar için yaşam boyu rehber kitap oldu. Benim de ilk yayınım diye çok sevindim.

- ABD deneyiminizi anlatır mısınız? Türkan Hoca size mektuplarıyla da nasıl güç veriyordu, neler öneriyor, yazıyordu?

ABD Lousiana Carville Lepra Merkezinde duymayan ayak rehabilitasyonu ve ortopedik ayakkabı yapımı için gitmiştim. Türkan Hoca sık sık mektup yazar güç verirdi. Sana öğrendiklerine hastalarımızın çok ihtiyacı var derdi. Ben de kendimi çok önemli hissederdim.

Belki de Türkiye’nin ilk kadın ayakkabı ustası olmuştum, dönünce ustalara öğrettim hastalarımızın çok rahat ettiği ayakkabıları yıllarca hastanede üretebildik.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

‘ÇYDD’YE DOÇENT OLDUKTAN BİR HAFTA SONRA 1995’TE RESMEN ÜYE OLDUM’

- ÇYDD’nin kuruluş aşamasını, o heyecanı, cesur kadılarını, doçentliğinizin ardından derneğe üye oluşunuzu ve dönemin atmosferini burada da anarsanız ilk kertede neler söylersiniz?

1980-1990 yılları arasında İslam siyasallaşıyordu, kamusal alanda dini semboller, yaklaşımlar görülmeye başlanmıştı, laiklik tehlike altındaydı. Türkan Saylan’ın da içinde yer aldığı 16 aydın insan bir araya gelerek, 1989’da, ‘Atatürk Devrim ve ilkeleri ışığında çağdaş eğitim yoluyla çağdaş ülke seviyesine ulaşmak üzere Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurdular.

Ben de destek oluyordum ama bir taraftan da doçentliğe hazırlanıyordum akademik çalışmalarım yoğundu, Türkan Hoca da önce “Doçent ol bakalım” demişti. 1995’te doçent oldum bir hafta sonra da derneğe üye oldum. O günler bizi çok üzüyordu ama her geçen gün laiklikten daha fazla uzaklaşıldığına tanık oluyoruz.

ÖNCÜ ‘BİZİM İDİL PROJESİ’ VE TOPLUMUN ÇYDD’YE GÜVENİ

- ÇYDD Kırsal Alan Biriminin etkinliğinin sizin için ayrı bir önemi var kuşkusuz. Birimin derneğin vizyonunun göstergesi emsal projeleri nelerdi ve toplumun yaklaşımını anlatır mısınız?

ÇYDD Daha çok İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde çalışıyordu, cüzzam çalışmaları sırasında Şırnak İdil ilçesini tanımıştım, terör nedeniyle son sekiz yıldır köy okulları kapalıydı, okullar roketten delik deşik olmuştu.

Köy okullarını yeniden eğitime açmak isteyen genç bir kaymakam vardı, heyecanına destek olmak gerekirdi.

Eğitime destek projeleri, kalkınma çalışmaları derken Bizim İdil Projesi ortaya çıktı, okul çağı nüfus okulla kazandırıldı, üniversite sınavında başarıyı arttırmak için çalışmalar yapıldı, uzun yıllar devam etti.

Başka ilçeler, başka iller de ÇYDD ile eğitime destek projeleri yaptılar. Köy okulları, anasınıfları oyun parkları, köyde yaşadığı için liseye gidemeyecek kız çocukları için kız öğrenci yurtları, kız öğrencilere burs derken ÇYDD kırsal alan da çok yoğun çalışmaya başladı.

Toplum ÇYDD’ye çok güvendi, inandı. Somut örneklerle sorunlara çözümler bulundu.

‘2001’DE ÇYDD KÜÇÜKÇEKMECE ŞUBESİNİ KURDUK’

- Tüm bu projeler boyunca her kademeden koordine çalıştığınız yurtsever memurları da sevgiye anıyorsunuz kitabınızda.

O yıllarda Valiler, Kaymakamlar, Milli Eğitim Müdürleri, Okul Müdürleri çok idealistlerdi, birlikte çalışıyor, sorunlara çözümler üretiyorduk.

- Ve 1998’de Küçükçekmece ilçesinde ÇYDD şubesini kuruyorsunuz. Sonra..?

Küçükçekmece ilçesine taşınmıştık, çok fazla kimseyi tanımasam da Türkan Hocanın cesaretlendirmesi ile istekli arkadaşlarla buluşarak 1998’de ÇYDD şubesini kurduk. 2001 yılına kadar başkanlığını yaptım, okullarda yaz kış okulları gibi eğitime destek projeleri gerçekleştirdik. 2001’de Van’a taşındım, üyeliğimi de taşıdım.

ÇYDD’NİN İLKLERİ...

- Yurt genelinde ÇYDD etkinliklerinin düzenlenme aşamalarını da ayrıntılarıyla yazıyorsunuz. İl il ellerinde bavullarıyla çoğunluğu ÇYDD’li kadınlardan oluşan ekiplerin pek çok alanda gayretlerinin, emeklerinin adeta kronolojisini çıkarıyorsunuz.

ÇYDD kırsal alan çalışmaları ile Anadolu’da çalışmaya başladı. “Orda bir köy var uzakta gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” şarkısını Türkan Hoca sevmezdi, “Hiç öyle olur mu gitmediğimiz yer bizim değil” derdi.

Her yere ulaşmaya çalıştık. Kaymakamlar Valiler ile yaptığımız projelere ÇYDD üyeleri de katıldı onlar da Anadolu’yu tanımaya başladı. Kırsal alan kadınları ile kentli kadınlar tanıştı buluştu. Şırnak-İdil de Kültür Sanat Eğitim Şenlikleri yaptık, Bulutsuzluk Özlemi konser verdi ilk defa böyle bir şey yaşandı herkes çok eğlendi, moral buldu.

‘TÜM DEPREM BÖLGELERİNDE EMEK VERDİK. GEÇİCİ KONUTLAR, OKULLAR, YURTLAR YAPTIK’

- ÇYDD olarak 17 Ağustos depreminde de hummalı bir çalışma yürütüyorsunuz. Yalova sorumlusuydunuz. Türkan Hoca önderliğinde tüm deprem bölgelerinde çalışıyorsunuz..

17 Ağustos 1999’da Marmara Depremi oldu. Körfez, Kocaeli, Gölcük, Değirmendere, Yalova, Sakarya, Düzce, Bolu. Bütün deprem bölgelerinde halka rehabilite edici hizmetler, eğitime destek çalışmaları gibi çok emek verdik.

Ben de Yalovalı olduğum için Yalova da kurduğumuz çadırda çalıştım çocuklara kadınlara yönelik iyileştirici projelerin yanında geçici konutlar, okullar, yurtlar yaptık. Çok işe yaradık.

‘ÇAĞDAŞ TÜRKİYE’NİN ÇAĞDAŞ KIZLARI PROJESİ’

- ÇYDD’nin “Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları Projesi” de apayrı bir heyecandı kuşkusuz. O sürece ilişkin neler söylemek istersiniz?

30 Mayıs 1997 de Siirt-Pervari de kız çocuklarının liseye devam etmediğini öğrenmiştik, dönemim kaymakamı da kız çocuklarının eğitimini çok önemsiyordu, o yıl ilköğretim zorunlu olarak 8 yıl olmuştu.

Biz de 6. sınıfa kayıt olan çocuklara burs vermeye karar verdik ama sadece 17 kız öğrenci evrakı gelmişti, ertesi yıl yeni kaynak bularak 217 kız öğrenciye üçüncü yıl 464 öğrenciye burs verebildik.

Türkan Hoca 2000 yılında 5000 kız öğrenciye burs verme hayali kurdu, projeyi yazıya döktük, Turkcell sponsor oldu 33 ilin 138 ilçesinde toplam 5000 kız öğrenciye burs verebildik dünyalar bizim oldu.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

VAN’DA GİYSİ EVİ HAYALİM GERÇEKLEŞTİ. YAKTILAR AMA ONARDIK VE DEVAM ETTİK!

- Üniversitede Giysi Evi açma hayaliniz nasıl gerçekleşti. Giysi Evi’nin maalesef başına gelmeyen de kalmamış!

Van da göreve başladığımda kış mevsimi çok soğuktu birçok öğrencinin kalın giysisi yoktu, ilk başta temiz ikinci el giysilerden bir oda hazırlayayım sonra isteyen alsın diye düşünüyordum. Türkan Hoca beni cesaretlendirdi, Giyim firmalarına yaz dedi. Mavi Jeans destek olacağını söyledi çok sevindim.

Nasıl işleyeceğini yazdım Rektör Prof. Dr. Yücel Aşkın destek verdi, üniversitede giysi mağazası açtık isteyen her öğrenci istediği her şeyi alabildi. İyi bir şey yapıyorsanız eleştireni de çok oluyor, molotof kokteyliyle yakıldı ama onardık ve devam ettik.

Giysi Evi sadece giysi temin edilen bir yer değildi. Gençler sadece giysi almıyor, onunla dertleşiyor, sorunlarını ve sevinçlerini paylaşıyorlardı. Adeta bir rehabilitasyon merkeziydi.

- İnsan ve doğa sevginiz hep el ele... 2003’te Van Gölü havzasında doğayı koruyarak kullanmaya yönelik geniş kapsamlı çalışmalar yapmak için kurulan “Doğa Gözcüleri Derneği”nin kurucu üyesisiniz.

Ne gibi projelere katkıda bulundunuz? Kuş gözlemlerinde bulunuyorsunuz. Anlatır mısınız?

Van doğayı içinize çekerek yaşayabileceğiniz bir yer. Van Gölü endemik laleler, Van kedisi, dağlar, şelaleler şahane bir şehir. Van Gölünde tek bir cins yaşıyor Van Balığı-İnci Kefali. 15 Nisan 1 Temmuz arası avlanmak yasak ama balıkçılar yasağa uymuyor balık tehlikeye giriyor.

Doğa Gözcüleri Derneği balığı korumak güçlendirmek için kuruldu, ben de emek vermiş olmaktan çok mutluyum. Erçek Gölü kıyısında 203 çeşit kuş konaklıyor öğrencilerimle onları dürbünle izlemeye giderdik kuşları ne kadar sevdiğimi fark etmiştim.

‘FETÖ İLK KUMPASI VAN’DA KURDU. YILLARCA YARGILANDIK. ÇOK ACI YAŞADIK. EN BÜYÜK GÜCÜMÜZ ATATÜRK’TÜ!’

- Çalışmalarınız başarıyla sürerken bundan en rahatsız olanların başında FETÖ’nün geldiğini vurguluyorsunuz. Hangi yöntemleri kullanıyorlar, neler yapıyorlardı?

Üniversitede FETÖ cemaat yapılanması vardı, Yurtta oda oda gezip öğrencilere beni ve Türkan Hocayı kötülediklerini duyardım. Hakkımda ürettikleri dedikodular ile algı operasyonları yaparlardı.

Fethullahçı Terör Örgütü ilk kumpası Van’da kurdu, Rektör yardımcıları, dekanlar idari çalışanlar iftiralarla yıllarca yargılandı ben de onlardan biriydim. Yeni gelen öğrencileri binbir yalanla kendi yurtlarına alır borç senetleri imzalatır, öğrencileri kendilerine bağlarlardı.

- Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne polis aramaları, soruşturmalar, savcılık ifadeleri, bitmeyen mahkemeler, tutuklanma süreçleri... Bu zor günleri, o hukuk mücadelesini ve kaybedilen canları nasıl ortaya koyuyorsunuz kitabınızda?

Çok zor günlerdi, hiç böyle bir durumla karşılaşmamıştık, hukuk kurallarına uysak da başımıza neden bunlar gelmişti anlayamamıştık. Benim en büyük gücüm Atatürk’tü. O da idamla yargılanmış ama emperyalist ülkelerle savaşırken bir taraftan da Cumhuriyeti kurma hayalleri kuruyordu. Ben de güçlü olmalıydım bu günler geçecekti.

2005 yılında başlayan yargı süreci 2018 yılında beraat ile sonuçlandı. Çalışma arkadaşımız dayanamadı yaşamına son verdi, çok acı yaşadık.

- Davalar sürerken üniversitede neler oluyordu?

Üniversitede FETÖ Cemaati çok güçlenmişti, sürekli şikayet sürekli iftira atıyordu. Bir taraftan da yapılması gereken işler devam ediyordu. Bizler suçsuz olduğumuzu biliyorduk. Onun verdiği öz güven çok önemliydi.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

‘FETÖ’NÜN ÇYDD’YE KUMPASINDA TUTUKLANDIM’

- Ve ÇYDD, Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmakla suçlanıyor... 27 Temmuz 2007’de, daha sonra gelen gözaltı ve tutuklama dalgaları nedeniyle ‘birinci dalga’ olarak adlandırılan bir operasyonla dalgalar kısa aralıklarla toplumun pek çok farklı kesimini kapsayacak şekilde genişliyor.

Siz de gözaltına alınanlar arasındasınız. Maliye Hücresi’nde neler yaşadınız? Ve polislere ilişkin gözlemlerinizi nelerdi?

Aynı beş yıl içinde iki kere terör örgütü üyesi olmakla suçlandım. FETÖ’nün ÇYDD’ye kumpasında tutuklandım. Nezarethane ve tutukevi benim için ayrı bir okul gibiydi. Her zaman suçsuz olduğuma inanmış olmak bana bu zorlukları daha kolay yaşamamı sağladı.

Nezarethane suni ışıklı, okumak yasak. Memurlara önce sigaranın zararlarını anlatmıştım arkasından şişmanlık, başka sağlık sorunları derken hep sağlık anlatmaya çalışıyordum.

- Sorgunuza ve sizi tutuklayarak Bakırköy Tutukevi’ne gönderecek mahkeme heyetine ilişkin gözlemleriniz nelerdi?

Beni Cumhuriyet Savcısı Ercan Şafak sorguladı ama Zekeriya Öz de adım adım takip etti, tutuklamaya karar vermiştiler. Onlara talimat verilmiş o doğrultuda hareket ediyorlardı. Hukuk olmayan bir durumdu.

- Serbest kaldığınızda Van’da nasıl karşılandınız? İyisi ve kötüsüyle tam bir memleketimden insan manzaraları gibi gözlemleriniz..

Tahliye olup Van a gittiğimde genel olarak ilgi sevgi gördüm, herkes yıllar içinde beni tanımış böyle bir suç işlemediğime inanmıştı. Ama hiç tanımayanlar da vardı, benimle karşılaştıklarında “Aa Ergenekoncu Kadın” diye hayretlerini belirtmişlerdi.

‘TÜRKAN SAYLAN HOCAMDI, ANNEMDİ DE!’

- “Hocamdı, annemdi de” dediğiniz Türkan Saylan hastalığı ile nasıl mücadele ediyordu, aklından neler geçiyordu?

Türkan Hoca daha uzun yaşamak topluma faydalı olmak istiyordu, ama hastalığı ilerlemişti, o durumda üretemeyeceği için yaşamaktan vazgeçmişti, “Randevularım bitti ölebilirim” demişti.

- Türkan Hoca’nın kaybının ardından bir süre sonra meme kanseri olduğunuzu öğrendiniz. Yendiğiniz kanserle mücadelenizi ve hissettiklerinize ilişkin neler söylemek istersiniz?

26-2009 yılının Temmuz ayında kendi kendime meme kanseri tanısı koydum, hekimler doğruladı. Üzülmedim, Türkan Hocam aklıma geldi. O da “Bu yaştan sonra kızamık çıkaracak halim yok” demişti, ben de aynı şeyi düşündüm. Kendimi hekimlere teslim ettim, gereğini yerine getirdim iyileştim.

- Ve 10 Aralık 2011’de ÇYDD iddianamesi savcılık tarafından mahkemeye sunuluyor. Savunmanızla suçlamaların her birini çürütüyorsunuz. Avukatlarınızı da mutlaka anmalı.

ÇYDD Davası 6.5 yıl sürdü, Van davasından sonra biraz bıkkınlık geldi doğrusu bu kaçıncı diye. Ama Avukatımız Hüseyin Karataş, Yıldız Yenen ve nicelerinin verdiği desteklerle başardık. Avukatlar çok değerli minnettarım.

‘ZAMAN ZAMAN DİBE VURDUM, ZAMAN ZAMAN UMUTLANDIM!’

- Derken dava Poyrazköy Davası ile birleştiriliyor... Özel Yetkili Mahkemeler kapatılana kadar umutsuzluk hakim... Ve dava Kartal Anadolu Adliyesi 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geçiyor.

İki ayrı hukuk dünyası iki ayrı Türkiye iki ayrı zihniyet gibi ortaya koyduğunuz tanıklıklarınız, yazdıklarınız. İşlemediğiniz suçlarla 6,5 yıldır hayatınızı karartan süreçte son noktaya nasıl geliniyor, burada davanın seyri nasıl değişiyor?

İlk mahkemede suçsuzluğumuz anlaşılır derken bizi Poyrazköy davası ile birleştirdiler önce uzayacak diye üzüldüm ama sonra pırıl pırıl Atatürk askerlerini tanıyınca “İyi ki birleştirilmiş” dedim. Zaman zaman dibe vurdum, zaman zaman umutlandım. Sonunda FETÖ’nün terör örgütü olduğu anlaşılınca bizim davanın da kumpas olduğu ortaya çıktı. Derin nefes aldık.

- İstanbul’a döndükten sonra ÇYDD’ye emeğinizde, yaşamınızda yeni bir dönemece yol alıyorsunuz. Duygularınızı burada da paylaşır mısınız?

26 Mayıs 2019’da ÇYDD Genel Başkanı olarak seçildim. Önceki Genel Başkanımız Prof. Dr. Aysel Çelikel, “Türkan Saylanın emanetini ilerletme sırası sende” dedi. “Başarılı olacağına eminim” dedi. Güçlendim.

HERKES İÇİN EŞİTLİK SAĞLANANA KADAR ÇALIŞMAYA DEVAM!’

- Türkan Saylan’dan başta kadınlar için emek vermek olmak ve iyi iletişim üzere öğrendiklerinizi de imlediğiniz kitabınızda pek çok alanda size kattıklarını da açımlıyorsunuz. Bunu anlatmanızı rica ederek bitirelim söyleşimizi.

Kadınlar benim kız kardeşlerim. İçinde yaşadığımız ailenin gelenekleri, inançları, ekonomik durumları onların okuyarak gelişmesine ya da tersine neden oluyor.

Benim devletin olanakları ile okumuş olmam, meslek sahibi olmam, kendime yetmem beni asla mutlu etmiyor başka kadınlar, kız kardeşlerim de benim gibi olmalı. O zaman ben rahat ederim.

Kadın eğitimli olunca ailede çok şey değişiyor ama erkekler daha çok dışarıda yaşadıkları için eve katkı sunmuyorlar. Atatürk Cumhuriyeti 100 yaşında, bir asır geçmiş nasıl olur da hala kadınlar okuma yazma bilmiyor, okula gidemiyor, meslek sahibi olup çalışamıyor.

Her kız çocuğunun hakkı olan bütün eğitimi görmesi şart. Herkes için eşitlik sağlanana kadar gönüllü çalışmaya, çağdaş eğitimin savunuculuğunu yapmaya devam edeceğim.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler