Asıl karanlık içimizdeki! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...

Vassiliki Nevrokopli, sıradan bir gencin değişim öyküsünü, hiçbir noktasında sahiciliğin uzağına düşmeden, zorlamadan anlatırken aslında baş döndürücü bir hıza erişen teknolojiye, uygarlık diye tanımladığımız o büyük yapaylığımıza, insanın insandan uzağa savruluşuna, yalnızlığına kısacası içimizde farkında bile olmadan büyüttüğümüz ve içine yuvarlandığımız o karanlığa yeniden bakmaya çağırıyor bizi.

Asıl karanlık içimizdeki! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 08.10.2021 - 00:01

Desenler: VASSİLİKİ NEVROKOPLi

“Aksilikler o gün başladı.” Çağdaş Yunan edebiyatının başarılı ve ödüllü yazarlarından Vassiliki Nevrokopli, dilimize çevrilen ilk romanı, Yunanistan'da 2019 Gençlik Edebiyatı Ödülü’ne değer görülen Karanlığa Yakalanmak’a böyle başlıyor.

Ardı arkası kesilmeyen aksiliklerin nedeni, yerel şebekede olduğu düşünülen arızanın yol açtığı elektrik kesintisidir. Ve bu durumdan kısa sürede bütün ülke etkilenecektir. Dolayısıyla “iki üç düğmeye bağlı uygarlık” sanki hayatın o inanılmaz hızına başkaldırmış, “Biraz ağır olun, bekleyin bakalım!” demiştir.

ÇARESİZLİĞİ BESLEYEN KOLAYLIK

Nevrokopli, sıradan bir gencin değişim öyküsünü, hiçbir noktasında sahiciliğin uzağına düşmeden, zorlamadan anlatırken aslında baş döndürücü bir hıza erişen teknolojiye, uygarlık diye tanımladığımız o büyük yapaylığımıza, insanın insandan uzağa savruluşuna, yalnızlığına kısacası içimizde farkında bile olmadan büyüttüğümüz ve içine yuvarlandığımız o karanlığa yeniden bakmaya çağırıyor bizi.

Düğmeye basınca aydınlanıyor her yer, düğmeyi çevirince çalışıyor her aygıt. Küçücük bir parmak hareketi... Ve bizi asla yormayan / emek istemeyen bu eylemin sunduğu büyük rahatlık! Ya o düğme, gün olur dilediğimiz enerjiye, harekete kumanda etmezse! Emeği öteleyen kolaylık, çaresizliğe, tutsaklığa da kapı mı aralıyor yoksa!

İNSANIN TUTSAKLIK ÇAĞI

Her şeyin, sanattan sağlığa, iletişimden ulaşıma, sinemadan fotoğrafa her şeyin sığdığı telefonlar; tabletler, bilgisayarlar, televizyonlar...

Bugün hepimize sıradan görünen ne ki her biri olağanüstü bir gelişmişliği işaret eden bu araçların sağladığı kolaylığı yadsımıyor elbette ki yazar.

Ancak bir arıza sonucu ansızın eli kolu bağlı kalan, donanımı yetersiz, dolayısıyla ne yapacağını bilmez hale düşen insanı ve onu üretim dışına savuran “uygarlık” dediğimiz olguyu da cesaretle tartışmaya açıyor.

Anlatının neredeyse her bölümünde ve sık sık şunu düşündüm:

Enerjinin tutsağı olmadan önce insan böylesine umarsız değildi. Ve hiçbir engel onu günlük işinden, hayatın olağan akışından alıkoymuyordu. Dolayısıyla böyle iki ayağı bir pabuçta ne yapacağını bilmez, bir yerlere yetişemez halde de değildi.

Artan nüfus, “topraktan öğrenip kitapsız bilen”lerin bu savruluşu, kentleşmenin getirdiği dikey yerleşimler, kendine ve çevresine yabancılaşan insan, insanın kendisini bir anda ortasında bulduğu hız çağı...

Günışığı altında kocaman bir karanlıktır aslında hepimizi kuşatan. Ve bir gün elektrik “izne çıkınca” hayat bütünüyle durur ve başka bir karanlık kuşatır hayatı.

Karanlık nerededir, asıl karanlığı kavramamızın önündeki engel nedir? Dahası aydınlık nereye saklanmıştır ya da saklanmış mıdır?

SEVGİDİR DUVARLARI YIKAN

Yazar, bütün hikâyeyi, romanın başkahramanı Argiris’in ağzından aktarır. Onun (Argiris’in), “Önceleri yuvası, ardından sürgün yeri ve son yıllarda sığınağı” olan odasında başlayan hikâye, kurguya ustaca yerleştirilen aşkın öteki kahramanı Maria’nın sığınağı, “mağarası”nda sona ererken yazar bir yandan da fısıldar:

“Sevgidir insanı insana ulaştıran, duvarları ortadan kaldıran, yasakları etkisiz kılan... Tükenmeyen!”

Babasının evden ayrılmasıyla içine düştüğü açmazdan kurtulamayan Argiris, her geçen gün daha çok içine kapanacak, şimdi “iki evi” olmasına karşın içinde büyüttüğü, yalnızlıktan beslenen karanlık onu bütünüyle teslim alacaktır.

Artık dünyası, telefonu ve orada oynadığı “oyun”lardan ibarettir. Kendisini sevmediğine inandığı babasına da kızgındır, onun evden ayrılmasına neden olan annesine de...

Gelgelelim elektrik kesintisi uzayınca ne telefon kalacaktır ne de oyun. Dahası hayat tümden duracak, kışın ortasında bütün ülke ekmeksiz, susuz kalacak yanı sıra iş yerlerinden evlere bütün konutlar buz kesecektir.

SİSTEM DEĞİL İNSAN

Nevrokopli’nin kurguladığı aslında oldukça başarılı bir distopyadır. Nevrokopli, hazırlıksız yakalanabileceğimiz yoksunluk deryasını önümüze, gürültü patırtı etmeden, sakin bir anlatımla serer ve bizi orada adım adım dolaştırırken çözüm için “sistemler”i ya da “kalabalıklar”ı değil “insan”ı işaret eder.

Aslında hayatın içinde, yanı başımızdadır o insanlar. Bir sevgi yumağıdırlar, zorluklar karşısında yılgınlık göstermezler, her zaman sakin ve dingindirler...

Hikâyenin akışı içinde değişip dönüşen Argiris de sahneler değiştikçe onlardan biri olarak çıkacaktır karşımıza.

Argiris için fitili ateşleyense, babasının hemen her vesileyle armağan ettiği ama onun her seferinde hayal kırıklığına uğrayıp uzun yıllar birinin olsun kapağını bile açmadığı kitaplardan birinde rastlantıyla karşısına çıkan bir şiirdir.

Böylece içinde yanan ateşi fark edecek, bu da oradan sızan cılız ışığın ardına düşmeye, “yaşamaya” karar vermesini; şehrin, o büyük ama kısır dünyasının tekdüzeliğinden sıyrılmasını sağlayacaktır.

ASLOLAN YAŞAMAKTIR!

Hayat, enikonu bir yapbozdur. Kimi parçalarını ıskaladığınızda, yerli yerine koyamadığınızda ya da silikleştiğinde kim parçalar hayat da kıymetini yitiriyor, sıradanlaşıyor hatta çekilmez, bazı anlarsa dayanılmaz oluyor.

Kısacası yapboz; bütün parçalarıyla değer görmek, ilgiyle karşılanmak istiyor. Nasıl mı ışıldar o yapboz? Harcadıkça çoğalanı, içimizdeki sevgiyi keşfedip ihtiyacı olana sunduğumuzda yani aslolanın yaşamak olduğunu fark ettiğimizde...

Karanlığa Yakalanmak / Vassiliki Nevrokopli / Çeviren: Fulya Aktüre / Günışığı Kitaplığı / 188 s. / 10+ / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon