‘Zorba’nın ışığı: Kazancakis’in mezar taşında ne yazıyor?

Bir kitaba başladığınızda kalbinizde bir pencere açılır. Sabah kalktığınızda merak ettiğiniz bir sevgili gibi, kitabın sayfalarına koşarsınız. Bu yazıyı işte öyle bir kitap okuduğum sırada yazıyorum...

Yayınlanma: 11.08.2021 - 16:20
Abone Ol google-news

Nikos Kazancakis

Size de olur mu?

Bir kitaba başladığınızda kalbinizde bir pencere açılır. O pencereden romanın karakterleri, öyküsü, ruhu içinize dolar. Sabah kalktığınızda merak ettiğiniz bir sevgili gibi kitabın sayfalarına koşarsınız.

Yemek yerken içinizde, yürürken kafanızda, dostlarla sohbette dilinizde…

Kitap o kısacık sürede sizin bir parçanız olur, çabuk bitmesin diye yavaş okumaya çalışırsınız ya da sonuna gelince bir dosttan ayrılmışsınız gibi hüzün çöker ruhunuza.

Bu yazıyı işte öyle bir kitap okuduğum sırada yazıyorum. Yunan yazar Nikos Kazancakis’in Zorba’sı. Zorba sıradan bir roman değil, bir hesaplaşma, bir yaşam kılavuzu, bir güzelleme. Hayatı sevmenin ve ölümden korkmamanın yazılı kanıtı.

Felsefeci, gezgin, komünist Kazancakis’in olgunluk döneminde kaleme aldığı roman, biri genç diğeri yaşlı, birbirine taban tabana zıt iki karakterin gelişen dostluğunu anlatır. Bir tarafta çok okumuş, eğitimli, “fazla” düşünen genç bir adamın hayatla ilgili sorgulamaları, diğer tarafta rüzgâr, deniz, ateş, kadın ve ekmeği yaşamın temeli kılan, kendi ruhu ile alay eden, günü geldiği gibi yakalayan bilge Zorba.

Romanı okurken bir yetişkinin bir çocukla asimetrik ilişkisini düşündüm. Çocuğun her şeyi bir büyük gibi anlamayacak olması, hayatın her tadını o anda çıkarması ve bilmemeye teslim olarak saflığından güç kazanması. Çocukların koşulsuz sevgisi, derin korkuları, yüksek arzuları henüz hayatı öğrenmemiş olmalarından gelir.

Aleksi Zorba bilmenin, okumanın, yazmanın “Patron” dediği yazarı mutlu etmeyeceğini sezer ve ona sürekli bunu hatırlatır. Köydeki dul kadına gitmesini ve hayatını geldiği gibi yaşamasını nasihat eder. Sevişmek, yemek yemek ve çalışmak dışında ne gibi bir gerçeklik olabilir ki?

Zorba “Gençsin, sağlamsın, iyi yiyip içiyorsun, havayı iyi dolduruyorsun ciğerlerine, boyuna güç topluyorsun ama ne işe yarıyor bütün bunlar? Yalnız başına uyuyorsun” diye sitem eder.

KÂĞIT FARELERİ İÇİN CEHENNEM

Budist olan yazar ise sonunda bu önerilere kızar: “Yeter artık Zorba! Herkes kendi yolunu izler. İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?”

Zorba’nın kadınlara bakışı, onları insanüstü bir varlık olarak kabul etmesi hem büyük bir bilgeliğe hem de geniş yürekliliğe işaret ediyor. Resmi evlendiği, yarı resmi evlendiği, gayri resmi evlendiği, hayatına ışık katan kadınları sevgiyle anlatır Zorba.

“Kadın anlaşılmaz bir şeydir ve gerek uygarlığın gerekse dinin bütün yasaları yanılmaktadır kadın konusunda… Eğer yasa koymak benim elimden gelseydi, erkek için başka, kadın için başka yasa koyardım. Erkek için on, yüz, bin yasa; ne de olsa erkektir kaldırır. Ama kadına hiç! Kadının şerefine! Tanrı biz erkeklere de akıl versin.”

Ama mürekkep yalamış yazar yüreklilik gösteremediğini yazar. Gece yarısı kalkıp dans eden, santur çalan, ölümden döndüğünde bile çıkınını açıp iştahla yemek yiyen, hayatın anlık, ölümün sonsuz olduğunu, et, şarap ve ekmek midesine dolduğunda anlayan Zorba, genç dostunu usluluk ve alışkanlığın düzenli kabuğundan çıkarmak için haykırır.

Kazancakis, romanının Zorba’ya bir güzelleme olduğunu baştan kabul eder. Kendisine “kâğıt faresi” lakabını takan, hayatında bir kez olsun güzel bir yeşil taş görebilmek için yola çıkmaya üşenen genç dostu için “Bazı kâğıt fareleri için kesinlikle cehennem vardır” der.

Yazar için Zorba’ya ait olan her şey ölümsüzleşir. Bu kitabın okuru olarak akşam güneşinin duvarlarda gezen parlak ışıklarının, odanın kitap kokusunun, açlıkla uyku arasında bir duygunun içime yerleşmesinin ruhuma kazınması gibi.

Kazancakis’in mezar taşında “Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm” yazıyor. Zorba’nın ışığını ta Girit’ten görebiliyorum. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon