Zaman makinesiyle bugüne gelen albüm
Cem Karaca ve Moğollar topluluğunun buluştuğu bir kayıt 43 yıllık aranın ardından gün ışığına kavuştu. Albümde keşke yapılmasaydı dediğimiz çok şey olsa da, mesele müzikse gerisi şüphesiz teferruat.
Önce güzel taraflarını görelim. Pop müzik tarihimizin en büyük yorumcu, besteci ve seslerinden biri olan Cem Karaca ile Anadolu pop türünün öncüsü Moğollar topluluğunun buluştuğu bir kayıt 43 yıllık aranın ardından gün ışığına kavuşmuş.
2 Şubat 1973 günü gerçekleştirilen bir performans prodüktör İzzet Öz tarafından çekmecede saklanmış, şimdi de tüm yan malzemesiyle birlikte plak ve CD olarak basılmış.
Orijinalinde bir kanalın neredeyse bulunmadığı kayıtlar, Serhat Ersöz’ün elinde titiz bir temizlik işleminden geçirilmiş, oldukça iyi bir hâle getirilmiş.
Fransa’da yapılan plağın baskısı da hiç fena değil.
Tarihi önemi haiz Bir Ankara konserinin ertesinde hücum kayıt olarak yaklaşık bir saatte kaydedilen ve “Cem Karaca & Moğollar - 2. 2. 1973 Ankara” adı verilen bu albüm, çeşitli açılardan ehemmiyet arz ediyor. Sıradan bir birliktelik değil bu gerçekten; tarihi öneme haiz tarafları var. Moğollar ile Kardaşlar arasında müzik tarihinde pek rastlanmayan bir değiş-tokuş gerçekleşmiş; polisiye filmlerindeki rehine takası gibi Cem Karaca alınmış, yerine Ersen verilmiş.
Başta Cem Karaca olmak üzere, tüm ekibin performansı oldukça yüksek ve dönemin ruhunu çok güzel yansıtıyor. Sadece siyaseten değil, kültürel açıdan da yolların kesiştiği yıllar; davul, bas ve gitar üçlüsünün oluşturduğu power trio’ların o gümbür gümbür sound’unun yürekleri titrettiği günlerde, gitarcı Cahit Berkay’ın rock tınıları, basçı Taner Öngür’ün saykodelik yürüyüşleri, davulcu Ayzer Danga’nın açık tonları ve serbest ritimleri; hepsi yerli yerinde.
Gol direkten dönmüş Yaklaşık 27 - 28 dakikalık, altı şarkı içeren albümde “El Çek Tabip” ve “Obur Dünya” tadımlık kalırken, diğer şarkılar orijinal düzenlemelerine yakın çalınmış.
Repertuarın en yüksek noktası şüphesiz, (bu türden deneysel işlerin bizdeki azlığını düşünecek olursak) zengin çalgısal pasajlarla bezeli 11 dakikalık “Ala Geyik Destanı”.
Tüm bunlardan sonra, “eh! daha ne olsun” diyebilirsiniz. Şunlar olsaydı (ya da olmasaydı) diyebiliriz:
Şarkı aralarındaki diyaloglar önceden hesaplanmış, kitaplanmış; o nedenle doğallıktan son derece uzak, espriler ise vasat. Keşke bu konuşma kısımları albüme alınmasaymış. Her ne kadar çok güzel tarihi bir fotoğraf olsa da, plağın kapağının grafiği daha yaratıcı olabilirmiş. Şarkılar için yapılan ve plak baskısında oldukça minik kullanılan resimlerden biri (özellikle Ala Geyik Destanı) konsaymış gol olurmuş, ama direkten dönmüş.
Gereksiz tekrarlar Cem Karaca’nın el yazılarından fotoğraflara; hiç sıkıntı yokmuş, ama malzeme özensiz ve tutumsuz kullanılmış ve gereksiz tekrarlara düşülmüş.
Kapanmayan, masada güneşlenen timsah ağzı gibi açık duran plak kapağı, kâğıt seçiminden matbaa katlamasına hatalı yapılmış.
Ezcümle: Bu albümün “eh! daha ne olsun” kısmı, “keşke şunlar yapılmasaydı” faslından çok daha fazla ve önemli. Mesele müzikse gerisi şüphesiz teferruat. O yüzden iyi dinlemeler... (muratbeser@muratbeser.com)
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da hissedilen deprem!
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- Salonu terk ettiler!
- Ukrayna 'bin kilometre' uzaktaki hedefleri vurdu!
- 'Bunu da yaptınız, yazıklar olsun!'
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- 'Ekonomist Erdoğan'ı sordu, yanıt İmamoğlu oldu!
- Özlem Gürses'e ev hapsi!