Paradaki simge (07.08.2016)

Elimizde tuttuğumuz banknot paraların her birinin üzerinde Fetullahçıların sembolünün olduğunu söylemek ilk başta “paralel paranoyasının” bir ürünü olarak algılanabilir. Oysa Ankara Başsavcılığı’nın iddianamesine göre, Fethullahçıların sembolü olan Halley kuyrukluyıldızı örgütün egemen olduğu Merkez Bankası’nın bastığı bütün banknot paralar üzerine yerleştirildi.

Paradaki simge (07.08.2016)
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.08.2016 - 11:11

Cemaat, camia, hizmet hareketi, Fetullahçılar, Gülenciler, Fethullahçı terör örgütü... Türkiye tarihinin en önemli figürlerinden biri olan bu oluşumu tarif etmek için, bu oluşum karşısında alınan pozisyona göre farklı isimler verildi. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının bir darbe girişimi olduğunu savunan hükümet ve yargı çevreleri cemaate Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) adını verdi ve bu ad 15 Temmuz darbe girişiminden sonra muhaliflerin de bu oluşum için kullandığı tanımlama haline geldi.

Dini bir tarikat 70’li yıllardan itiraberen devletin, iktidarların, askerin ve entelektüel çevrelerin verdiği destekle toplumsal bir meşruiyet kazandı. Cemaat, muhafazakârı, dindarı ve liberali ile her yelpazeden Türk sağının her daim gözdesi iken ve AKP iktidarının uzun süre gizli ortağı konumunda iken solcular, laikler, sosyalistler yıllardır cemaatin laik ve demokratik düzen için yarattığı tehlikelere dikkat çekiyordu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın darbe girişimine günler kala tamamlayarak mahkemeye sunduğu “çatı iddianamede” “yarı illegal bir siyasi parti-örgüt” olarak tanımlanan cemaatin “Siyasal iktidarı ele geçirerek devleti, otoriter, totaliter, teokratik bir biçime sahip örgüt yapılanması ile yönetmek amacında” olduğu belirtiliyordu. Başsavcılığa göre cemaatin kendini bir “sivil toplum örgütü” biçiminde sunması da iktidarı ele geçirmek için uyguladığı “sinsi ve sistemli mücadele tarzından” kaynaklanıyordu.

İddianameye göre cemaat çeşitli özellikleriyle “mason örgütlenmesine, Haşhaşilere, Hizbullah’a, Tapınak Şövalyeleri’ne, İsmailiye mezhebinin Setr hareketine, Bahailik ve Makyavelist dünya görüşüne ve klasik terör örgütlerine” benzerlikler gösteriyor. Başsavcılık da birçok yorumcu gibi Gülen’in devleti ele geçirme modelinin, Mussolini ve Hitler’den çok Humeyni’ye benzediğini savunuyor.

Bu yazı dizisinde, ülkede bir darbe girişimine yeltendiği konusunda çokça emare olan Gülenciliğin geçirdiği aşamaları tarihsel bir perspektifle ele almaya çalıştık. Kuşkusuz dini, siyasi, iktisadi, sosyal, tarihi vb. birçok disiplini ilgilendiren bir konuda yazılacak her şeyin biraz eksik kalacağı notunu düşmemiz gerekir.

Çalışmanın kaynakçasını çeşitli kitaplar, internet siteleri, iddianameler ve dava dosyaları oluşturdu...

‘Deccal öldü, mehdi doğdu’

Gülen,
Atatürk’ü ‘kara ruhlu’ olarak nitelendirir. Onun ölümünden bir gün
sonra doğduğu izlenimi yaratmak için doğum tarihini bile ‘yanlış’ söyler

Halen “1857 Mount Eaton Rd. 18353 Pensilvania Saylandrsburg PA/ ABD” adresinde oturan Gülen, devasa bir örgütlenmenin başındaki siyasi - dini bir lider olarak Türkiye tarihine damgasını vurmuş durumda. Hikâyenin görünen yüzünde, ilkokulu dışardan bitiren bir vaizin, yaklaşık 160 ülkede örgütlü, milyarlarca dolarlık bir varlığa sahip ekonomik ve siyasi gücü yöneten, ülkede darbe girişimi düzenleyecek kadar güçlenen bir “lidere” dönüşmesi var. Perde gerisinde ise Türkiye’nin cemaatlerle, dinle, laiklikle ilgili büyük meselesinin doğurduğu, emperyalist ülkelerin ve uluslararası istihbarat örgütlerinin büyük bir aktör olarak yer aldığı bir anlatı yer alıyor.

Gülen, gazeteci Faruk Mercan’a verdiği röportajda “Bazıları diyorlar ki ‘Bu büyük bir proje. Bir cami hocasının kafasından çıkmış olamaz.’ Ben hayatımın hiçbir döneminde bu faaliyetlerin benim projem olduğunu, benim kafamdan çıktığını iddia etmedim ki.... Bunların hepsi Allah’ın lütfudur” demişti. Kendisini bir tür “mehdi” pozisyonunda gören Gülen’in bu açıklaması cemaatçilerin nasıl bir dogmatik inanca sahip olduklarını da gösteriyor.

Gülen, Erzurum Hasankale (Pasinler) Korucuk köyünde doğdu. Nüfus kayıtlarına göre Gülen’in doğum tarihi 27 Nisan 1942 olmasına rağmen, vaiz sıfatıyla memur olmaya yaşı yetmediğinden doğum tarihini 1941 olarak düzeltti. Oysa Gülen kendi sohbetlerinde birçok kez doğum tarihinin 11 Kasım 1938 olduğunu söyledi. Bazı Gülenci sitelerde ise 10 Kasım 1938 olarak geçer. Gülen’in Atatürk’ün ölümünden bir gün sonrayı doğum tarihi olarak söylemesinin arkasında “(Deccal) Atatürk öldü, mehdi doğdu” inancını empoze etme amacının yattığı belirtilmektedir.

Cemaate göre Atatürk Deccal’dir. Gülen, “Benim Küçük Dünyam” kitabında, daha fikirlerinin oluşmaya başladığı ilk yıllarda vaazlarında Atatürk’ü nasıl anlattığını şöyle aktarır:

“O zamanlarda aklımda kaldığına göre, bir hadiste Deccal çıktığında başında bir duman olacak ifadesi bizim o kadar bizim camiada yaygın hale geldi ki, o mevzuya şöyle bir yorum getirdim: ‘Bu şu demektir: Ülke karanlıkta kara günlerini yaşarken dört bir yandan kolu kanadı kırılmışken, tam bir ışık, bir fereç, bir mahreç beklerken, kara ruhlu bir tanesi kara bir denizde, kara bir vapura binerek, karaya ayak basarak, kara ruhluluğunu gösteren, kara ruhlu bir adam....”

Mesihlik iddiası...

Kaynaklar, Gülen’in kendisini açıkça “Mesih” ilan ettiğini belirtmese de, bazı cemaatçilerin bu yöndeki inanışlarına da açıktan itiraz etmediğini belirtiyor. Cemaat içinde özellikle Mehmet Tabanca ve arkadaşları Gülen’in “Mesih” olduğunu birtakım rivayetlere dayanarak savunmaktadır. Tabanca’nın bu konuda gösterdiği “delillerin” bir çoğunda Gülen’in kendisine yönelik bu inançtan gizli bir memnuniyet duyduğu gözlemlenmektedir. Gülen konuşmalarında Mesihlik iddiası anlamına gelebilecek ifadeler kullanmakta, kendisine Mesih diyenlerin bu isnadını doğrudan yalanlamamakta ama karşı söylemde bulunanları da doğrudan desteklememektedir. Cemaatin içinde 40 yıl gibi uzun bir süre kalıp yöneticilik yaptıktan sonra “cemaatle yolları ayrılan” Latif Erdoğan, “Şeytanın Gülen Yüzü” kitabında Gülen’in kendisine “Allah benimle konuştu. Doğru, ben kâinatı Muhammed’in hatırına yarattım; ama senin hatırına devam ettiriyorum....” dediğini ileri sürüyor. Gülen’in bazı toplantılarda “ben öfkelendiğim zaman dışarıda rüzgâr olur, fırtına olur, deprem olur dediğini” belirten Doğan, “Fakat o dönemlerde Gülen’in velayetine inandığımız için bu sözleri en uçuk bulanlarımız bile ‘şathiye’ (şiirsel bir edebi tarz) olarak değerlendiriyordu” diye yazıyor. (Latif Erdoğan, Şeytanın Gülen Yüzü, s. 36) Ankara Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianamede ise cemaatin Gülen’i Mehdi-Mesih olarak gördüğü savunuluyor.

Yalanlarla yazılmış kişisel tarih

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gülen, Erzurum’un Korucuk köyünde bu evde doğdu.

Kimlikteki ismi “Fetullah” olmasına rağmen yaygın olarak ‘h’ harfi eklenerek “Fethullah” ismi kullanılıyor. Gülen, babasının ismini “Muhammed Fetullah” olarak yazdırmak istediği ama nüfus memurunun bu kadar uzun ismi yazmaya yanaşmadığı için Fetullah ismini kaydettirdiğini anlatır. Babası Ramiz cami imamı, annesi Rabia ev hanımı olan Gülen, 6 erkek, 2 kız çocuğu olmak üzere 8 kardeştir. Gülen, Latif Erdoğan’la yaptığı bir söyleşide anne ve babasının soyunun “seyyid” olabileceğini ifade etmesini değerlendiren Nurettin Veren, bunun “Gülen’i yarı tanrı konumuna getirmek için” uydurulduğunu söylemiştir.

PARANIN ÜZERİNDEKİ SİMGE

Elimizde tuttuğumuz banknot paraların her birinin üzerinde Fetullahçıların sembolünün olduğunu söylemek ilk başta “paralel paranoyasının” bir ürünü olarak algılanabilir. Oysa Ankara Başsavcılığı’nın iddianamesine göre, Fethullahçıların sembolü olan Halley kuyrukluyıldızı örgütün egemen olduğu Merkez Bankası’nın bastığı bütün banknot paralar üzerine yerleştirildi. “Kıyametten önce yeryüzüne gelecek Mesih/mehdinin Halley kuyrukluyıldızından zuhur edeceğine” inanan cemaatçilerin bunu bir örgütsel sembol olarak kullandıkları belirtilen iddianamede Koza-İpek Grubu, Bugün televizyonu ve gazetesi, Kanaltürk televizyonunun yanı sıra Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bazı birimlerinin de aynı sembolü kullandığına dikkat çekiliyor. Yani taşıdığımız her bir banknotun üzerine simgesini yerleştiren bir örgütten söz ediyoruz.

Gizlenen halley



Cemaatin temellerini Kestanepazarı’nda attı

Edirne’ye 1964’te dönen Gülen, 1965’te Kırklareli , 1966’da da İzmir Merkez Vaizliğine atandı. Gülen’in 1968 ile 1970 yılları arasında İzmir’de Kaynaklar köyünde kurduğu kamplarla ayrı bir cemaat olarak örgütlenmesinin altyapısını hazırladığı, Said-i Nursi’nin eserlerinin okutulduğu bu kamplardaki örgütlenmenin ardından “Okuyucu” adı verilen gruptan koparak 1972’de “cemaatin” varlık kazandığı belirtilir. Gülen cemaatinin kuruluşu da fiilen İzmir Kestanepazarı Kuran Kursu hocalığı ile başlatılır. Kestanepazarı, İmam Hatip ve İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği’nin bilinen adıdır. 1945 yılında kurulan bu dernek, imam hatip okullarına gitmek isteyen öğrencilerin yetiştirilmesi amacıyla kurulmuştu. Öğrenciler burada Kuran, fıkıh, Arapça gibi dersler alıyor ve ardından imam hatibe gidiyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı ile de yakın ilişkileri bulunan dernek, o dönem İslami camia açısından önemli bir kuruluştu.

Gülen’in katıldığı toplantılarda önünde el pençe divan durmak için herkes birbirleriyle yarışırdı.

Ecevit affıyla kurtuldu

Gülen, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra “irtica propagandası” yaptığı gerekçesiyle 6 ay tutuklu kaldı. Yargılandığı davada 3 yıl hapse mahkûm oldu ve bu ceza Askeri Yargıtay’ca da 1973’te onandı. Ancak 1974’te çıkan Af Kanunu ile davanın düşürülmesine karar verildi. 54 sanıklı bu davada, kendisi ve kendisine bağlı bulunan birkaç kişi dışında yargılanan tüm sanıklar Nurcu olduklarını kabul ederken, Gülen bunu inkâr etti. Muhtıra, Gülen’i hapse atsa da o askeri müdahalenin İslamcı hareket için yarattığı olanakların farkındaydı: “Demirel hükümeti solcuların hareketlerini durduracak ehliyette değildi. İstifaya zorlanması iyi oldu. Ordumuz Müslüman bir ordudur. Orduya güvenimiz tamdır. Ordu veya yeni hükümetin solcuları sindireceğine, bizim ise bu durumdan faydalanarak önümüzdeki devrede daha rahat hareket edebileceğimize inanıyorum. Biz şimdilik olanları seyredeceğiz.” (Çatı iddianamesinden, 13.03.1971, İzmir)

‘Komünistler’ dedi, sinema basıldı

Kuranıkerim öğrenmeye 5 yaşında başlayan Gülen, üst üste sınıfta kalarak ikinci senesinde okuldan ayrılmak zorunda kaldı. İlkokul diplomasını dışarıdan girdiği sınavlarla aldı. Küçük yaşlardan itibaren dini eğitim alan Gülen, ezber ve hitabet gücüyle öne çıktı. Bu dönemde Gülen’in yanında okuduğu, Alvar imamı olarak bilinen Muhammed Lütfi’nin (Alvarlı Efe) torunu Sadi Efendi’yi “Atatürk’e hakaret ediyor” diye ihbar ettiği ve ardından medreseden çıkarıldığı iddia edilir. Gülen, ayrılığın gerekçesini Sadi Efendi’nin kendisine tokat atması olarak açıklarken Alvarlı Efe’nin yaşayan akrabaları Gülen’in ihbarcılığı konusunda ısrarcıdır.

Nur Cemaatine giren Gülen, 1959 yılında Edirne’ye gitti ve vaiz oldu. Askerliğini 1961’de Ankara Mamak ve İskenderun’da yapan Gülen, bir vaazdan dolayı şikâyet edildiği için 10 gün disiplin cezası aldı. Gülen, anılarında 10 gün cezaevinde kaldıktan sonra Ankara’dan gelen bir emirle serbest bırakıldığını anlattı. Gülen, sonrasında hava değişimi alıp 7 ay az askerlik yaparak Erzurum’a gitti. Erzurum’da kaldığı 1962-1963 yıllarında, Erzurum Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Bu dernek, ABD desteğiyle kurulmuş açık bir kontrgerilla örgütüydü ve ilerleyen yıllarda “Sovyet tehdidine” karşı harekete geçirilen para militer unsurlar içinde önemli bir alan açacaktı.

Gülen, Erzurum’da iken vaazlarına devam etti. “Benim Küçük Dünyam” isimli kitabında anlattığına göre, Erzurum’daki bir sinemada bir İslami filmin afişini gördü. Nâzım Hikmet’in affedilmesi için imza veren 100 aydın arasında olan Hadi Hün de filmde oynuyordu. Gülen’e göre “Bir komünistin affını istemek, onun da komünist olduğunun deliliydi.” O kızgınlıkla vaazında “Yazıklar olsun size! Sizin dininizle, peygamberinizle alay edecekler, siz de kuzu kuzu oturup, burada beni dinleyeceksiniz. Onlar ecdadımızın aziz ruhları ile eğlenecekler, siz de Müslüman geçineceksiniz” dedi.

Bu sözlerinin ardından cemaat sinemayı bastı ve filmin oynatılmasını engelledi.

Gülen, bu vaazlarında Türkiye’nin laik bir ülke olması nedeniyle cihadın farz olduğunu da söylüyordu. Benim Küçük Dünyam kitabında “Cem-i nefir zamanıdır, herkesin cihat yapması farz-ı ayındır. Çünkü devletin dini yoktur. Devlet laiktir, laiklik dinsizlik demektir” dediğini, buna karşın kendisine herhangi bir soruşturma açılmadığını, oysa “Devlet dindardır, devletin dini Müslümanlıktır’ diyen İzmir Müftüsü Celal Yıldırım hakkında soruşturma açıldığını anlattı.


Gülen 1963’te askerlik sonrası geldiği Erzurum’da ‘Mevlana’ konulu bir konferans sonrasında katılımcılarla bu fotoğrafı çektirdi.

YARIN 70’Lİ YILLAR DEVLETE 'SIZINTI'


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler