Tam teşekküllü diktatörlüğe

Yazar Laçiner ’e göre AKP liderliği Türkiye’yi hızla “muhafazakâr otoriter bir rejime” doğru sürüklüyor.

Tam teşekküllü diktatörlüğe
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.03.2016 - 21:48

IŞİD, Türkiye’de ne yapmak istiyor? “Halkların Birleşik Devrim Hareketi” adı altındaki yapılanmayla savaşı tırmandıracağını ilan eden PKK, ‘her yerde savaş’ stratejisi ile ne hedefliyor? HDP’nin durumunu ne tayin edecek? Birbiri ardına gerçekleşen terör saldırıları, tutuklanan akademisyenleri, 90’lara özlem duyan yasa teklifi önerileri eşliğinde Türkiye nereye gidiyor? Çıkış yolu nedir?

Terörizm ve uluslararası ilişkiler, güvenlik sorunlarının politik psikoloji perspektifinde incelenmesi üzerine çalışan İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ve Türkiye’deki toplumsal-siyasal gelişmeleri uzun yıllardır sayfalarına taşıyan Birikim dergisinin yayın yönetmeni, yazar Ömer Laçiner’in analizleri için buyrun.

 

 İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Deniz Ülke Arıboğan:

Hükümete teşhisin yanlış demek hainlik değildir

 -IŞİD Türkiye’de ne yapmak istiyor?

IŞİD, çatısı altında birden çok örgütü, çıkar grubunu, istihbarat servisini barındıran bir üst marka: Nihilist bir hareket. Bu bağlamda Oliver Roy’un “İslamcıların radikalleşmesi değil, radikallerin İslamcılaşması” tezini destekleyenlerdenim. Kendilerinden önceki her şeyi yıkma ve kendi arzu ettiklerini kurma gibi bir idealleri var. Bu bakımdan temelde Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti yönetimleri ile uzlaşmaları mümkün değil. Seküler sistemler IŞİD düşüncesine alternatif teşkil etmez; onlar için laik rejimler tıpkı Hıristiyanlar, Museviler gibi “öteki” kategorisindedirler.

Oysa İslami eğilimleri olan siyasi anlayışlar IŞİD için rakiptir, alternatiftir ve bertaraf edilmeleri gerekir. Bu yüzden Türkiye’nin, bu düzeniyle El Kaide ya da IŞİD türü yapılarla el ele yürümesi kategorik olarak mümkün değildir. Çatışma kaçınılmazdır. IŞİD, Türkiye’yi direkt olarak karşısına almamak için ortak düşmanın, yani Suriye Kürtlerinin varlığından memnun. Türkiye ise aynı coğrafyada birbirine karşı savaşan bütün güçlere aynı anda savaş açmış durumda.

Suriye’deki tüm siyasi hatların Türkiye içine fay uzanımlarında terör potansiyeli var ve şu aralar hepsi hareketli. Spesifik olarak IŞiD’in birkaç yönlü hareketliliğinden söz edebiliriz. Göç yoluyla içeriye aldığımız yabancı kanalı var; istihbarat servislerinin kullandığı profesyonel taşeronlar var; Anadolu’nun her yerinden bölgeye IŞİD adına savaşmaya gidip dönenler radikaller var; bir de Hizbullah’ın IŞİD’leşen kanadı olarak tarif edebileceğimiz Kürt gruplar var.

Her biri ayrı hareket ediyor. Sultanahmet ve İstiklal Caddesi saldırıları direkt yabancı ülke vatandaşlarına yönelikti. Suruç’ta ve ilk Ankara eyleminde ise Kürt siyasetinde destek veren sol ve Kürt kesimler birlikte hedef alındı. Bana göre Türkiye’deki IŞİD eylemliliğinin ardında ciddi bir küresel istihbarat savaşı var. Misillemelerle sürüyor. IŞİD markası birçok kirli savaşın üzerini örtecek kadar güçlü ve hem yerel hem de küresel mücadeleler onun altına süpürülüyor.

-PKK’nin stratejisi ne anlama geliyor?

Halkların Birleşik Devrim Hareketi adı altındaki birleşme kitlesel bir hareketin liderine dönüşen PKK’nın havlu atması anlamına geliyor. Şehirlerde savaş demek uluslararası meşruiyetin tamamen kaybedilmesi demek, ki PKK bu konuda belirgin bir strateji uygulayarak kendisini dünya terör listelerinden çıkarıp, savaşçı konumuna yerleştirecek bir sınırlılık içerisinde kalmaya çalışıyordu. Kırsalda resmi görevlilerle çatışmak ayrı, silahsız sivillerin hayatına kast eden eylemler uluslararası toplum tarafından ayrı değerlendiriliyor.

PKK’nın son eylemleri onu meşru bir siyasi hareket olarak gören ve gösterenlere de havlu attırdı. Hele ki sol örgütlerle birleşme girişimi kanımca bir toplu intihar hareketi. Kontrol edemeyecekleri aktif bir şiddet havuzunun içerisine balıklama dalmış durumdalar. Artık yapılan eylemleri kendi stratejilerinin dışında olsa bile kabullenmek durumundalar. Bol bol kınamakla uğraşırlar, artık kimi ne kadar ikna edebilirlerse. Bir kitle örgütünün, kendinden küçük ölçek ve hedefteki diğerleriyle bütünleşmesi onu marjinalleştirir ve küçültür. 9+1=10 olmaz aksine 1/2’ye düşürür.

-HDP’nin durumunu ne tayin edecek?

HDP’nin durumunu neyin tayin edeceğinden çok, HDP’nin başına geleceklerin Türkiye’nin durumunu nasıl tayin edeceğini konuşmalıyız. Terörle mücadele ederken meşru bir siyasi hareketin varlığını sürdürmesi, terör örgütünün aleyhine bir husustur. HDP son dönemde kendisinden beklenmeyecek hatalar yaptı. Hendek siyasetiyle başlayan ve devletin şiddet sever kontr-terörizm yöntemleriyle bir şiddet sarmalına giren siyasi döngüye yeterince müdahale edemediler. İntihar bombacısının taziyesine giden milletvekiline soruşturma açmak yerine, onu desteklemeleri ise bardağı taşıran son damla oldu.

Halktan kopunca halka seslenişleri de anlamsız hale geldi. Şimdi Meclis’in aklıselim bir biçimde HDP’nin geleceğini değil, Türkiye’nin geleceğini tartıştıklarını görmeleri gerekiyor. Terörizme açıktan destek verenler konusunda doğrusu ben de iyimser değilim. Benim açımdan onların, Kürtlere yönelik insanlık dışı imha fikirlerini besleyen ve destekleyen provokatörlerden farkı yok. IŞİD’li intihar bombacısı neyse, PKK’lı bombacı da o. HDP’nin de kendi içinde bir üst strateji oluşturması ve bir koalisyon görüntüsü verse bile parti üyelerinin merkezi kararın dışına çıkmaları halinde disiplin mekanizmalarını işletmesi gerekiyor.

-Türkiye nereye koşuyor?

Siyasal sistemimizin demokratik ve özgürlükçü bir hat üzerinden devamı açısından oldukça endişeli olduğumu söyleyebilirim. Akademisyenlerin, gazetecilerin, siyasilerin, yazar çizer takımının terörist olarak değerlendirilmesi, hem devlet takibine hem de toplumsal linç ortamına yemlik olarak bırakılmaları gerçekten çok üzücü. Üstelik Türkiye’nin terörle mücadele stratejisinin uluslararası meşruiyetine de zarar veriyor. Açıkça terörizmi övmek, silahlı saldırıya teşvik etmek, nefret suçu gibi konular hariç üniversitelere yönelik baskılar oluşturmak küresel entelektüel çevrelerde şiddetli reaksiyon yaratıyor.

Bugün de dünyanın her yerinde akademisyenler, düşünce insanları Türkiye aleyhine bildiriler hazırlıyorlar. Gribe karşı kemoterapi uygulamanın sonuçlarını izliyoruz. Oysa, terörle mücadele etmekte olan bir siyasal sistemin bağışıklığını güçlendirecek en önemli husus, demokratik değerlerden zerrece taviz vermemektir. Evrensel değerleri ön plana çıkartmak bünyeyi zayıflatmaz, güçlendirir. Unutmamak gerekir ki “dünya kamuoyu, demokratik ülkelerde eli silahlı adamlara terörist, demokratik olmayan ülkelerde ise isyancı gözüyle bakar”.

Siyasal sistemin, teröristleri diğer muhalifler ile aynı kefeye koymaktan kaçınması teröristin teröristliğinin altını daha da kuvvetli çizer. Türkiye’de bugün her türlü eleştiri ve muhalif tavır maalesef darbecilikle, hainlikle özdeşleştiriliyor. Muhalefetini ve eleştiri kültürünü kaybeden demokratik sistem olmaz.

-Buradan çıkış yolu nedir?

Çıkış yolu kolay değil, zira mesele sadece bizden kaynaklanmıyor. Öncelikle hükümetin şunu görmesi gerekiyor: “Yanlış teşhis koyuyorsunuz ve yanlış tedavi uyguluyorsunuz, bu işinizi daha da zorlaştıracak” demek hainlik değildir. Hükümetlerin ekonomi, sağlık, eğitim politikaları gibi terörle mücadele politikaları da eleştirilebilir ve her zaman alternatif politikalar vardır. İkincisi, güvenlik-demokrasi ikilemi karşısında doğru dengeyi kuramayan ülkeler hem totaliter hem de hukuk dışı kabul edilirler; uluslararası meşruiyetlerini yitirme tehlikesi altına girerler. Haklı oldukları mücadelelerde bile haksız duruma düşerler.

Üçüncüsü, halkın sadece kendilerini iktidara taşımaya yeterli olan bölümünü, yani yüzde 50’sini yanına alıp kalanını da düşmanlaştıran yönetimler, toplumsal dayanışma duygusunu yitirmiş, yüksek stresli bir topluluğu yönetmek durumunda kalırlar. Zayıf bir vücut en basit bir hastalığın altından bile kalkamaz. Dördüncüsü, iletişimi yönetmek demek, sosyal medyada troller kullanarak sakil linçler organize etmek, yalan yanlış bilgileri dolaşıma sokmak değildir. Ciddi ve kapsamlı bir iletişim stratejisi ile ülkenin imaj ve itibarını yükseltecek, toplumun her kesiminde güven duygusunu yayacak bir yaklaşım geliştirmek gerekir.

Gördüğünüz gibi Türkiye’de muhalefetin herhangi bir çıkış yolu sunmaması dolayısıyla, hâlâ verili iktidarın girdiği yanlış yoldan geri dönmesi için öneriler sunuyorum. Keşke ciddi bir muhalif hareket olsa ve dengesiz güç kullanımını dengeleyecek bir akım yaratsa ve demokrasiyle imtihanımız bu kadar sancılı bir süreç olmasa, ama pek de umutlu değilim doğrusu.

Birikim Dergisi yayın yönetmeni Ömer Laçiner :

IŞİD’in tehlikesi bundan ibaret değil

-IŞİD Türkiye’de ne yapmak istiyor?

IŞİD’in önümüzdeki bir iki ay içinde kendisine karşı yapılması planlanan uluslararası askeri harekâta katılacağını duyurmuş T.C. devletini caydırmak veya en azından katkısını minimize ettirmek için Türkiye genelinde ve özellikle metropol kentlerde sivil halkı hedef alan intihar saldırılarına başvuracağı zaten beklenmekteydi. IŞİD merkezi bu amaçla bazı ön hazırlıklar yapmış ve şimdi de düğmeye basmış olabilir.

Ancak IŞİD tehlikesi bundan ibaret değildir. Çünkü IŞİD ona en yakın görünen El Kaide’den farklı olarak merkezi bir otoriteye ve planlamaya tabi olmaksızın da ideolojisini benimseyen her kişi veya grubun benzer eylemler yapabileceğini ve yapması gerektiğini öneren, teşvik eden bir oluşum. O nedenle bu “bireysel cihat” mantığına ve onun mükafatına inanan her birey potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır. Böyle olmakla birlikte AKP hükümetinin, herhalde IŞİD mensubu ve sempatizanlarının içinde yer aldığı İslami çevrelerin tepkisini çekmemek gibi ideolojik nedenlerle, alınması gereken önlemler bahsinde açıkça gevşek hatta gönülsüzce davranması bu tehdit ve tehlikeyi daha da artırmaktadır.

-PKK’nin stratejisi ne anlama geliyor?

Uzun söze gerek yok. Bu, AKP hükümetinin “şiddete misliyle karşılık” politikası ile eşiğine geldiğimiz, belki de zihnen zaten içine sürüklenmiş olduğumuz iç savaş tehlikesini ateşleyecek ikinci fitili eklemektir. AKP hükümetinin “kökünü kazıma” restine PKK da böylece “rest” demiş olmaktadır.

Bu restleşmenin devam ettiği her günün Türkiye toplumuna giderek ağırlaşacak insani, moral ve maddi kayıplara mal olmasının yanı sıra, Türk ve Kürt halkı arasındaki her türlü bağın onarılması neredeyse imkânsız biçimde kopması gibi gayet vahim bir sonucu da olacaktır. PKK’ya halen hâkim olan Kürt milliyetçi damar buna aldırmıyor olabilir. Ama öyle görünüyor ki MHP ile Türk milliyetçiliği yarışına girip onun bir kısım tabanını böylece absorbe ederek başkanlık rejimi hedefine ulaşmaya odaklanmış AKP de umursamıyor bu vahameti.

-HDP’nin durumunu ne tayin edecek?

HDP, AKP hükümeti ve PKK’nın birbirine paralel tutumu, presi altında sıkışıp ezilerek, pekâlâ yerine getirebileceği olumlu işlevi yapamaz duruma getirilmiştir. Kurban edilmiştir. AKP hükümetinin onu bir günah keçisi haline getirtmek için giriştiği saldırıyı daha da yoğunlaştıracağı anlaşılıyor. HDP, bu saldırıya ancak ülke ve dünya demokratik kamuoyunun kararlı destek ve koruması ile direnebilir.

Çünkü örneğin en kalabalık muhalefet bloku olan CHP, tek başlarına yetersiz ve handikaplı olan ve enerjilerinin önemli kısmını birbirlerini engellemeye hasreden hizipler toplamı olmaktan kurtulabilecek değil. Ve devlet katında fren işlevi görmesi beklenen adli aygıt ürkütücü ve içler acısı bir nitelik kaybı ve dekadans içinde.

-Türkiye nereye koşuyor?

Soru, AKP liderliği Türkiye’yi nereye götürmek istiyor, olmalıydı. Cevabı da zaten önceden verilmişti ve gün geçtikçe de doğrulanmakta: Muhafazakâr otoriter bir rejim, ki bunun tam teşekküllü bir diktatörlüğe dönüşebilmesini önleyecek frenleri de arızalı.

-Çıkış yolu nedir?

Demokratik değerleri, temel hak ve özgürlüklerimizin varoluşsal mahiyetini, uygar, onurlu, saygın bir toplum olabilmenin başlıca gerek ve niteliklerini tüm Türkiye toplumuna acil bir misyon bilinciyle yaygın biçimde anlatacak, bu doğrultudaki inisiyatifleri yüreklendirecek bir siyasal kampanyayı harekete geçirmekten başka bir çare göremiyorum. Böylesi bir kampanyayı üstlenebilecek bir ‘özne’ halihazırda var mı, derseniz susarım ama oluşturulması için herkesin kendi çapı ve imkânları oranında çaba göstermesinin mevcut durum ve gidişat karşısında hayati bir yükümlülük olduğunu da söylerim.

Yazı dizisinin birinci bölümü: Enkaz altındayız

Yazı dizisinin ikinci bölümü: Çıkış için üç anahtar


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler