Yazar ve Okur Temsilcimiz Güray Öz: Hep şafakta geldiler

Gazetemizin yazarı ve Okur Temsilcimiz Güray Öz’ün yeni kitabı “Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela” raflarda. Denemelerin olduğu kitapla ilgili olarak Öz, “Bu biraz da benim hayatımdır. Bana da, arkadaşlarıma da hep şafakta gelmişlerdi” diyor.

Yazar ve Okur Temsilcimiz Güray Öz: Hep şafakta geldiler
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.04.2018 - 20:23

Yazarımız ve Okur Temsilcimiz Güray Öz ile yeni kitabı ‘Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela’yı konuştuk.

‘Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela’ne zaman yazıldığı yıllarla sınırlanmayan içeriği ile zamansız ‘denemeler’den oluşuyor. Kitap üç bölüm. Birinci bölüm aydınlanmanın öncü yazarlarının eserlerine ayrılmış. Atinalı Timon’dan, Stefan Zweig’a, Griboyedov’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a; şair, öykü, roman örnekleri üzerinden Türkiye’nin ve dünyanın bitmeyen sıkıntılarını, öfkelerini, umutlarını anlatan denemeler. Avrupa’nın içinde bocaladığı çelişkileri, coğrafyamızın kaderini, kederini edebi bir dille anlatıyor...

- ‘Hâlâ şafakta geliyorlar Angela’ kime sesleniyor, ne anlama geliyor?

Angela Davis ile Berlin’de bir otelde karşılaştım. Çok yakından bildiğim, serüvenini yakından izlediğim bir Amerikan devrimcisidir. Mücadelelerle geçmiş bir hayatı var. Sosyalist düşüncenin izleyicisi, ırkçılığa karşı savaşmış, uzun yıllar hapis yatmış bir devrimci. Hapisten kurtarılması için uluslararası çapta düzenlenmiş kampanyayı hatırlıyorum. Onun yaşamöyküsünü anlatan kitabın adı, ‘Eğer Şafakta Gelirlerse’ydi. Biraz Angela’ya, onun yoğun yaşamına, o kitaba göndermedir, ama bu biraz da benim hayatımdır. Bana da arkadaşlarıma da şafakta gelmişlerdi.

- Kitapta kullanılan “Dördüncü perde daha açılmadı Türkiye’de, gong vurmak üzere” ifadeleri; Angela Davis örneğinden hareketle ‘Türkiye’deki fikir ve ifade özgürlüğü kampanyaları umut vaat ediyor mu?’

sorusu ile birleşiyor... Bunu dünya için de, Türkiye için de tam olarak söyleyemem. Evet bir kıpırdanma, yükselen bir dayanışma var ama henüz yeterli değildir. Özellikle Cumhuriyet gazetesi tutukluları ile ilgili yaygın ve etkin bir kampanya oldu. Sevindiricidir. Aslında yalnızca Cumhuriyet gazetesi çalışanları için değildi bu kampanya. Genel olarak gazeteciler, haksız hukuksuz gözaltına alınıp tutuklanmış insanlar içindi. Bunun bir mütemmim cüzi tamamlayıcı ve anlamlı bir parçası var. Yalnız neden tutuklandıkları belirsiz insanları değil onların avukatlarını da tutukladılar. Tüm dünyanın ilgiyle izlediği İstanbul Adliye Saray’ı önünde yapılan ‘perşembe buluşmaları’ var. Çok önemli, çok anlamlıdır. Çünkü sizi alıyorlar, sizi savunacak olanları da alıyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, savunacak olanları savunacak olanları da alacaklar. Can sıkıcı bir şey. Savunmayı tutuklamak, hukuku ortadan kaldırmak, iptal etmek demektir. Bu bazı mahkemelere de yansıyor. Pek çok davada karar önceden verilmiş oluyor. Savunmaya da size de gerek yok mesajı veriyorlar. Avukatlar ve sanıklar olmadan mahkemeler kurulursa şaşırmam.

‘Sava şmadan olmaz’

- ‘Huzursuz Roman’ yazınızda, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki sıkıntılarını, ‘huzursuzlukları’ ele alıyorzunuz. ‘Huzur’suzluğumuzu Tanpınar’ın romanı üzerinden aktarıyorsunuz ve geleceğe nasıl yöneliyorsunuz?

Tanpınar, Türkiye’nin en usta en ilginç yazarlarından birisidir, benim de favori yazarlarımdandır. Tanpınar’ı okumadan, anlamadan Türkiye’deki toplumun geçmişi, geleceği, geçiş dönemi anlaşılamaz. Mutlaka okunması gereken bir kitaptır, ‘Huzur.’ Adı ‘huzur’ ama Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin, Cumhuriyetin ilk yıllarının sıkıntılarını anlattığı için aslında ‘Huzursuz bir Romandır.’ Bir yanıyla geleceğe dönüktür, geleceği kutsar, ama bir yandan da insanlardaki muhafazakâr yapıyı, muhafazakâr sıkıntıyı anlatır. Türkiye hâlâ bunu aşamadı. Türkiye’de hâlâ bunun sıkıntıları var. Şimdilerde o dönemin de ötesine geçtik neredeyse. Büyük bir dertle karşı karşıyayız. Türkiye’yi aydınlanmadan kopartıp, şark ideolojisine bağlamak isteyen bir akım var. Ve egemen, etkin, iktidarda. Öte yandan insanlarda da aydınlanma fikrinde diretmeyi kendine ilke edinmiş bir kitle var. Bu öyle az buz kitle değildir. Milyonlarca kapsayan bir kitledir. Adına şimdilerde yüzde 50 diyorlar, daha fazla ve aktiftir. Örneklemek gerekirse Türkiye’nin iki ili dışında bütün illerinde, milyonların sokağa çıktığı Gezi hareketi gösterilebilir. 6 milyon insan demokratik hakları için sokağa çıktı. Bu sokağa çıkış vurucu kırıcı değildi, tam tersine barışçı, taleplerini dile getiren, taleplerin zaman içinde giderek siyasallaştığı bir harekettir. Siz çok önemsediniz ‘Huzur’ romanına dönelim. O yazıda yazıda Mahur Beste üzerinden Attilâ İlhan’dan da söz ettim. Ama daha önemlisi Attilâ İlhan üzerinden geleceği anlatan, tarif eden gençleri anlattım. İlhan’ın o güzel şiirinde “şu yangın ormanından püskürmüş genç fidanlarda / Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı / hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı / gittiler akşam olmadan ortalık karardı” dediği gençlerdi onlar, evet gittiler ama geleceklerdir. İşte gençler dediğimiz Gezi hareketidir. Huzursuzluk öyle kolayca ortadan kalkmaz. Huzursuzluk bir insan halidir. Her zaman daha ilerisi için huzursuz olmaya devam ederiz. Ama daha iyi günler için tatlı huzursuzluklar için insanların daha çok mücadele etmesi gerekiyor. Tanpınar’ın resmettiği tablo, çok gerçekçi bir tablo, ama ileriye doğru gelişme olanaklarını da içinde barındırıyor.

- Kitabın ikinci bölümü, tüm dünyanın huzursuzluğunun kaynağına iniyor. Avrupa da huzursuz mu? Avrupa’nın en büyük derdi nedir?

Avrupa da huzursuz. Dünyada Güney’den Kuzey’e, Doğu’dan Batı’ya çok büyük bir göç hareketi var ve sınır tanımıyor. Öylesine büyük ve radikal bir harekettir. İnsanlar ölümüne denizleri yararak Avrupa’ya doğru ilerliyorlar. Meksika’dan Amerika’ya koşuyorlar. Bunun nedeni dünyanın bir tarafının yoksul, bir tarafının gelir diliminin en üstlerde olmasıdır. Avrupa’nın şu sıralarda Türkiye ile en önemli problemlerinden biri de bu değil mi? ‘Onları tutun, bize göndermeyin. Aslında bu tutum utanılacak bir tutumdur ve korkunun büyüklüğünü gösteriyor. Türkiye, bunun çok küçük bir parçası. Savaşlar sürdükçe, yoksulluk arttıkça bu acılı göçün önüne geçilemez. İnsanlar hep ve haklı olarak savaştan kaçacaklar, savaşın olmadığı yerlere doğru gidecekler; yoksulluktan kaçacaklar, zenginliğin olduğu yere doğru gidecekler. Orada paylaşabilecekler mi bu zenginliği? Bu umutla gidiyorlar. Paylaşma o kadar kolay değil. Paylaşmaları için oralarda da kaçınılmaz gelişecek sınıf mücadelesinin parçası olmaları gerekecek.

‘Avrupa’daki duvarlar yükseliyor, Berlin Duvarı’nın taşları ile...’

- “Avrupa’nın sınırlarında duvarların yükseldiğini” belirtiyor, eskiden Avrupalıların sömürgecilik için doğuya koşarak gittiğini anımsatıyorsunuz, şimdi zenginliklerini paylaşabilirler mi?

Paylaşmak istemiyorlar. Akıllarından bile geçmiyor. ‘Duvar’a, Berlin Duvarı’na karşıydılar. Fakat ne yaptılar, Berlin Duvarı’nın taşları ile Avrupa’nın sınırlarında duvarlar örüyorlar şimdi. Kullandıkları taşlar gerçekte yıktıkları için pek övündükleri Berlin Duvarı’nın taşlarıdır. İnsanların geldiği yerdeki yoksulluk çok yoğundur. Savaşın olmadığı bir yere gitmeyi başardıklarında kendilerini kurtulmuş sayıyorlar. Öylesine derin bir yoksulluktan Avrupa’ya gidiyor ki, başarabilmişlerse eğer, oradaki sosyal yardım bile kurtuluş gibi geliyor ona. Onun da yeterli olmadığını, aslında orada da sömürünün derinine düştüğünü gelecekte görecek. Çok önceden oraya giden Türklerin büyük bir kısmı bunu gördü, onların hikâyeleri de var bu kitapta.

- Kitabın üçüncü bölümünde ilk iki bölümdeki düşüncelerle Türkiye gerçeklerini birleştiriyorsunuz. Otorite hep daha fazla mı yetki ister ve bunu meşrulaştırma çabasından hiç vazgeçmez mi?

Umutsuz olmaya gerek yok. Avrupa’da aşırı sağın yükseldiği bir gerçek. Fakat aynı zamanda dünyada da Avrupa ülkelerinde de başka bir arayış eş zamanlı olarak güçleniyor. Sol partiler, sol hareketler de gelişiyor. Büyük bir arayış var. Sovyetler Birliği yıkılmadan önce Avrupa’da sosyal demokratlar, sol partiler hatta devletler kendilerini Sovyetler Birliği’nin başarılarına göre ayarlarlardı. Sovyetler yıkıldıktan sonra Avrupa’nın hemen hemen tümünde neoliberal akımın önünde bir engel kalmadı. Şimdilerde ise onların pilinin tükendiğini görüyoruz, artık yönetemiyorlar, bunalımlardan elde ettikleri bitti. Çaresizdirler. Neoliberal akım, ekonomi, kamu yönetimi iflas etti. Bu da umutsuzluğun sağlam temellere dayanmadığını, tam tersine umutlu olmak için nedenlerin ve olanakların varlığını gösterir. Bir taraftan sağ istediği kadar yükselsin. Öbür tarafta da sol hareketler yükselecek ve etkili olacaktır, hem halk üzerinde hem de siyasette etkili olacaklar.

- Kitabın bir bölümünde “... Alacakaranlık geceye evriliyor. Karanlıkta gözlerimizi kısarak dostudüşmanı ayırt etmeye çabalıyoruz... Yazı yazmak zorlaşıyor. Hem yazdırmıyor, kapıları birer birer kapatıyor, gazetecilerde, yazarda bıkkınlık, boşvermişlik, teslimiyet, ‘şimdi sıra bende’ duygusu kendisini göstermeye başlıyor. Çekiliyorlar, meydan boşalıyor. Ne olduğunu kimse bilmiyor. Ama belki o eski kötü zamanlardaki gibi trajedilerin hoyrat, eli kanlı, usta yazarları devreye girmiştir. Belki de ‘ustasını bulmuştur edebiyat” değerlendirmeniz var. Şu an durumumuz nedir?

Şu anda bir alacakaranlıkta yaşıyoruz. Türkiye’de bir demokrasiden söz etmek çok zor artık. Bazıları kendi bulundukları yaşam alanından ibaret sanıyorlar Türkiye’yi. Türkiye’deki olağanüstü yoksulluğu, geri kalmışlığı görmüyorlar. Şimdi alacakaranlık, uzun sürecek bir karanlığa evrilebilir, tersi de olabilir. Önümüzdeki seçimler çok önemli. Bu seçimlerde ya alacakaranlıktan biraz daha aydınlığa doğru gideceğiz, aydınlığın ilk ışıklarını göreceğiz ya da daha kötü olacak.

Ne zaman bir otoriter yönetim kurulsa, güç, iktidarını sağlamlaştırdıkça yalnızlaşır. Çünkü en küçük bir kuşkuya tahammülü kalmaz. Bir tür evrensel kural gibidir bu. AKP’nin ilk zamanlardaki hükümet kompozisyonlarına bakın, şimdikine bakın. İlk hükümet ile bugünkü hükümet arasında, neredeyse ortak bir kişi bile bulamazsınız.

- “Kör umut yolu tıkayan kayaya benzer” diyorsunuz kitabınızda. Kitabın adı ile birlikte düşündüğümüzde, ‘Şafakta gelmeyecekler’ mi artık?

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde hep şafakta geldiler. 2019 seçimlerinde değişiklik gerçekleşirse, Türkiye kurtulacak anlamına gelmiyor. Türkiye’deki sınıf mücadelesinin önündeki engellerin kaldırılması yönünde bir başarı kazanılmış olur. Otoriterliğe kapıları kapatır Türkiye. Böyle bir değişiklik olursa, mesela sendikal hareketin, sol hareketin önü açılır. Ondan sonra insanlar daha fazla daha korkusuz konuşmaya başlayabilirler. İktidar değişikliği olursa yolu tıkayan kaya ortadan kaldırılabilir.

***

Son cümle yine Öz’ün kitaba yazdığı giriş yazısından, Öz’ün durduğu noktayı anlatan paragraftan olsun:

“Buradaki denemeler, kitaplardan yola çıkarak bir şeyler söyleme, ülkenin içimi acıtan sorunları ile de bağlanan yazılar yazma hevesinden kaynaklandı. Ama zaten sorulara, sorunlara bağlanmayan bir cümle yazmak zordur bizim ülkemizde. Peki kendinizi zorladınız yazdınız ama iyi yazdınız mı? Anladığınızı hep iddia ettiğimi hani dünyayı anla ve değiştirme meselesini insanlar için çözüveren tez yansıdı mı yazdıklarınıza.” Buna da okur karar verecek artık.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler