Yazar Erendiz Atasü: Laikler inatla birleşmiyor

#8Mart8Kadın Emekçi Kadınlar Günü’ne doğru 8 kadın sözünü sakınmadı... Yazar Erendiz Atasü: Her toplumsal sınıfın kadını, aynı sınıfın erkeğine göre şanssız...

Yazar Erendiz Atasü: Laikler inatla birleşmiyor
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.03.2019 - 22:34

 

İçtenliğini, dilini, nesnel ölçüsünü çok sevdiğim bir yazara, Erendiz Atasü’ye soru yöneltmek hem keyifli hem de riskliydi. Tertemiz Türkçesi, keskin gözlemciliğiyle kaleme aldığı yazıları, okuru gazeteden öteden beri okumaktaydı. Acaba yeni açılımlar yapabilir miyim, diye kaygılandım bir süre. Sonra, dostluğumuzun güveniyle, bıraktım kalemi kendi aksın diye. En son Ankara Kitap Fuarı’nda karşılaştık, has yazar görmenin, okuru olmanın sevincini yine duyumsadım..

Bağnaz dincilik... 

70, 80 darbeleri derken, AKP süreci geldi ve karşıdevrim tamamlandı bir ölçüde. Nasıl yorumlarsınız bu süreçleri? Aydının rolü nedir?

Cumhuriyetin laik, aydınlanmacı, halkçı yani devrimci karakterinin yıpratılmasına Atatürk’ün ölümünden hemen sonra başlandığını kabul etmek durumundayız. Aydınlanmış bir halk, toprak sahiplerinin - ki bir kısmı Kurtuluş Savaşımıza fiilen katılmıştır - ve yeni palazlanan burjuvazinin işine gelmiyordu. Zaten “Demokrat Parti” CHP nin sağ kanadından doğmamış mıydı? 1940’ların sonunda ve ‘50’lerde Köy Enstitülerinin kapatılması, devrimci Cumhuriyetin kadın politikalarından vazgeçilmesi; 1961 özgürlükçü anayasasının “12 Mart” döneminde kaldırılması; ve 12 Eylül rejiminin solu tasfiye etmesinden sonra, Ceza Kanunu’nun din devleti kurulmasını önleyen 163. maddesinin de kaldırılmasıyla, bağnaz dinciliğin siyasallaşmasının önünde bir engel kalmadı. Sovyet blokunun çöküşü, sol ideolojilerin aldığı derin yara, kapitalizmden memnuniyetsiz kitleleri dünyanın her yanında çaresiz koymuştu. Böylece 1980’lerde 1990’larda eskil ideolojilere dönüş başladı her yerde. Bu 20 yıl dünya için çok kritik, kanımca. Kapitalizm yeni teknolojiler kuşanmış olarak başlangıçtaki vahşetine dönmüş ve eski ideolojilerin en eskilerini yani dinleri, laikliğin kökleştiği ortamlarda bile, yanına destek olarak almıştı.

Laiklikten ödün

Dincilik ile neoliberalizmin kol kola girdiği “Yeni dünya düzeninin” patronu ABD ve onun oyun kurucu müttefikleri Ortadoğu’da istikrarlı devlet istemiyordu; petrolü ve gezegende azalan ve hep unuttuğumuz diğer iki hayati unsuru yani erozyonla mahvolan toprağı ve giderek kıtlaşan suyu rahatça kullanabilmek için. AKP bu ortamda doğdu ve yükseldi. AKP’nin varlığını Cumhuriyetin devrimci yıllarındaki uygulamalara bağlamak isteyenlerin hep unuttuğu bir şey var: O da 1977 seçimlerinde bile -yani Cumhuriyetin ilanından neredeyse 55 yıl sonra dahi- bugünkü AKP’yi doğuran partinin, yani Erbakan’ın partisinin ala ala yüzde 5 oy aldığıdır. Zaten bu düşük oy oranıdır ki, dinin etkileme gücü üstüne hiç kafa yormamış, felsefi düşünceden uzak Türk entelijansiyasının ve siyasetçilerinin “Bize bir şey olmaz abi, verelim laiklikten ödünleri” psikolojisine girmelerine yol açmıştır! Aydınlara düşen nedir? Elbette diktatoryaların en korkuncu olan cehaletin diktatoryasına karşı “aydınlanmadan” yana olmak.

Kadın yazar diye bir tarif yapılabilir mi? Eğer yapılırsa görevi nedir?

Kadınların ataerkil uygarlıklarda durdukları yeri unutmadan ve bu yere eleştirel gözle bakarak yazılmış, kadınların bin yıllardır susturulmuş seslerini ve duygularını işittiren edebi metinler, kanımca “kadın edebiyatı” adını hak eder. Yazarının cinsiyeti ve cinsel yönelişi ne olursa olsun. Kadınların durduğu yer neresidir? Her toplumsal sınıfın kadını aynı sınıfın erkeğine göre şanssız konumdadır; kadınlar cinsel tabularla kuşatılmış ve gündelik hayatı doğuran ve sürdüren ve göze görünmeyen “bakım emeğinin” ağır yükü altına itilmişlerdir. Böyle metinlerin yazarı bir kadınsa o elbette bir “kadın yazar”dır. En azından benim görüşüm böyle. Öyle sanıyorum ki benim verimim kadın edebiyatı kapsamına girer.

Sanat ve misyon

Şimdi Enver, aydınlara düşen görevlerden bahsedebiliriz, ama iş sanatçı yazara geldi mi - bakınız sanatçı yazar - diyorum, ne araştırmacılardan, ne gazetecilerden, ne gündelik tüketim için kaleme alınmış adına laf olsun diye öykü ya da roman denmiş metinlerin yazarlarından söz etmekteyim - orada durmak gerek. O insana görev filan biçemeyiz. Sanatsal yaratıcılık gerçekten, kişiliğin henüz bilimin çözemediği köklerinden kaynaklanır ve bu köklerin bir kısmı çocuklukta alınmış yaralardır; ve kişinin bilinci yaranın sebebini çoğu kez bilmez bile! Dünya edebiyatı entelektüel olmayan müthiş yaratıcılar görmüştür. Sanatçı kendisine bir misyon seçebilir, ama kendi dışında bir otorite ona misyon biçmeye kalktı mı ortada sanat diye bir şey kalmadığını dünya tarihi göstermektedir.

Sevgi Soysal, Leyla Erbil gibi ödünsüz yazarlar aydınlanmacı, devrimci çizgilerini korurken, son dönemde kolayca “kandırıldık” diyen liberaller yerlerini aldı. Edebiyatımızda bir ölçüt sorunu var mı sizce?

Yaratıcılık bir iç özgürlüğü meselesidir. İktidarların peşine takılan sanatçılar sanmam ki bu iç özgürlüklerini koruyabilsinler. Ama sonuçta edebiyat yazarlarını ortaya koydukları yapıtlarıyla değerlendirmek durumundayız, hayattaki yalpalamalarıyla değil. Siyasi duruşunu beğenmiyorsak okumayız olur biter. “Kandırıldık” lafı kimi edebiyatçılara has bir şey değil, onlarla sınırlı da değil. Türkiye’de geniş bir aydın kesiminin, sadece Bolşevik devriminden değil, gelmiş geçmiş tüm devrimlerden nefret eden ve korkan neoliberalizmin çakma kültür politikalarına -aydınlarımızın ezeli ebedi hastalığı olan özgüvensizliğin ve Batı’ya koşulsuz hayranlığın da etkisiyle- bilerek bilmeyerek eklemlendikleri, Atatürk’e ve Cumhuriyet devrimlerine dudak bükmeyi aydın olmanın bir karakteristiği haline getirdikleri ve sonuç olarak bilerek bilmeyerek siyasi İslama hizmet ettikleri acı bir gerçektir. En kötüsü geniş toplulukları etkileme gücü olan kimselerin -edebiyatçıların böyle bir siyasal gücü olduğunu hiç sanmıyorum- üniversite hocalarının, gazetecilerin, siyasal parti ya da siyasal fraksiyon yönlendiricilerinin kandırılmış (!) olması! Çünkü onlar kandırılmakla kalmıyor, kandırıyorlar da!

Nilüfer Göle türü kapanmayı modernleşme sayan anlayışın geldiğimiz noktada işlevi neydi? Liberaller ve kadın hareketi arasında bağ olduğunu düşünür müsünüz?

Örtünmenin neden ilerleme ya da özgürlük sayılamayacağı konusunda birçok makale ve deneme kaleme alıp yayımladım. Bu iş, benim gibi bir edebiyatçı yazardan önce sosyal bilimcilere, siyaset bilimcilerine, felsefecilere düşmez miydi? Niçin sustular? Niçin toplumsal bir afeti, sadece bireysel planda algılamakta direndiler? Neoliberalizmle sorunu olmayan feministlerin meseleleri doğru teşhis edebileceklerini sanmıyorum. Benim gibilere sosyalist feminist diyorlar, biliyorsunuz. Sosyalizm ise girdiği bunalımdan çıkabilmiş değil.

EDEBİYATÇILAR MASUM KALIR! 

Piyasa dedik; ucuz aşk romanlarının el üstünde tutulduğu, falcı büyücü kitaplarının çok sattığı, dinci ırkçı dilin egemen olduğu bir ortam söz konusu. Üstelik AKP ile birlikte köpüren bu süreçte, kimi kadınlar da işbirlikçilik ediyor. Cemaat, tarikat sözcüsü gibi davrananları gördük. Edebiyatın, yazarın krizi diyebilir miyiz bu sürece? Yazarak kurtuluş söz konusu mu?

Enver, edebiyat elbette krizde, ülkede ne krizde değil ki! Edebiyatçılara kızıyorsun, anlıyorum, ama hakkaniyetli davranacaksak, ülkenin bu duruma düşmesinde iş çevrelerinin, siyasetçilerin, basının, üniversitelerin, askeri ve hukuksal çevrelerin yanında edebiyatçılar hayli masum kalır! Yazmak, yazar için dünyanın pisliğinden bir sığınak ve hayatı sürdürebilmek için güç topladığı bir kaynak olabilir. Okuyan için de öyle. Gerçek edebiyatla beslenen okurun dünyası genişleyecek, yaşamadığı hayat parçalarına yakınlaşacak, duygusal olarak olgunlaşacaktır. Olgunluk her derde deva harika bir ilaç değildir; ama insanın başkalarına zarar vermeden ayakta kalma becerisini pekiştiren bir niteliği vardır. Edebiyat yaratısı ve alımlanması bireyin yalnızlığında geçen süreçlerdir. Düşünsel ve eylemsel olarak miskinleşmiş bir toplumsal ortamda, devrim ortamındaki bir ülkede devrimci şiirin kitleleri sürükleyen gücünü romandan, öyküden beklemek hayalcilikten de ötedir.

Kadını eve, aileye iten anlayış karşısında elbette direnç söz konusu; bu süreci izliyor musunuz? İzliyorsanız, eleştirel tahlil yapar mısınız?

Örgütlü olamamak, bireysel çıkarlar, şöhret, para gibi unsurlara yenik düşen bir kuşakla mı karşı karşıyayız? ‘Kariyerizm’ yazarları uyuşturdu mu? Neden önde değiller? Yanıt bizzat sorunuzun içinde: Aynen tanımladığınız gibi bir kuşak yetişti, o kadarla kalmadı, bu özellikler ya da niteliksizlik herkese bulaştı. Ve suyun başında böyle bir anlayış var şimdi. Medyanın durumunu benden iyi biliyorsunuz. Peki ne bekliyorsunuz o zaman? Mevcut tabloya bakalım: Türkiye’nin laik, demokrat, cumhuriyetçi kesimi nüfusun yarıdan çoğunu oluşturduğu halde bir türlü birleşemiyor; inatla birleşmiyor. Sosyal demokratlar neoliberalizme karşı duracakları yerde ona eklemlenerek, onunla içiçe geçmiş dincilikle baş edebilme gücünü ve becerisini yitirdiler, bizde ve her yerde. Bizdeki özgül durum herkesin malumu: Kürt meselesinde bir türlü kimse makul ve uygar bir yaklaşıma kavuşamıyor ve bu acılı fay hattı bizi bölüyor. Kitlelerin arasına derin güvensizlikler girdi; fay hatlarını aşabilecek, kitlelerin birbirine yeniden güvenebilmesini sağlayacak önder ya da kadro ise ufukta görünmüyor.

Yukarıda andığınız yozlaşmış değer yargılarını paylaşmayan bizlere mi ne düşüyor? Mümkün olan en az ödünle konumumuzu korumak, çocuklarımızı doğru dürüst insanlar olarak yetiştirmeye gayret etmek ve gerçek değerlere inanan gençleri destekleyerek sabırla mücadeleyi sürdürmek. Başımızı dik, alnımızı açık tutmak.

Demokles’in kılıcı gibi

Edebiyatın karar süreçlerinde yine erkeklik sorunu olduğunu görüyoruz. Egemen piyasa koşullarını hem dil, hem içerik bağlamında nasıl değerlendirirsiniz?

Ben artık yaşlı bir kadın ve hayli kıdemli bir yazar olduğum için benim ya da yayıncımın ya da editörümün cinsiyetlerimizin, eskilerin deyimiyle herhangi bir “kıymet-i harbisi” yok. Kariyerlerinin başlangıcındaki kadın yazarlar için, kadınları desteklemek amacıyla kadınlar tarafından kurulmuş Ayizi gibi yayınevlerini çok olumlu girişimler olarak görüyorum.

Edebiyat hiç şimdiki kadar piyasa koşullarına bağımlı hale düşmemişti. Kimi kez yayıncı kendine rağmen ticari kararlar almak zorunda kalabilir. Satış rakamları, yazar ya da yayıncı herkesin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanmakta! Her şeyin metalaştığı günümüz ortamı elbette sanatın, edebiyatın gelişmesi için uygun bir iklim değildir. Elimden geldiğince yeni yayınları, özellikle romanları izlemeye çalışıyorum. Yapıtların çoğu derinlikten yoksun; toplumsal yaralara değinmekten ya kaçınılıyor ya da sayfalara pek çok sorun ismen dolduruluyor; bireysel yaralar da layıkıyla incelenmiyor. Birçok yapıtta dil, günün argosuna yaklaşıyor; oysa argo çok çabuk tarih olur; hele günümüzün hız koşullarında. Şunu rahatça söyleyebilirim ki okuma ufku sadece günümüz Türk edebiyatı yayınları ile sınırlı bir yazar adayı gelişemez; gelişmiş yazar da duraksamaya girer. Edebiyatta iddiası olan insanın ekmek gibi su gibi ihtiyacı vardır, nitelikli metin okumaya. Bununla birlikte, son zamanlarda heyecan verici birkaç telif roman okuyabildiğimi memnuniyetle söyleyebilirim. Umut kesmemek lazım.

Yarın: Büşra Ersanlı

<haber-yatay:1274880>

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon