Yaşam ve ölüm arasında
Tarık Aktaş’ın bu hafta vizyona giren filmi ‘Nebula’ sinemamızda farklı bir yönelimi işaret eden sıradışı bir yapım.
İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman anısına verilen En İyi İlk Film ödülünü alan Tarık Aktaş’ın “Nebula” adlı filmi vizyona girdi. Locarno Film Festivali’nde de En İyi Yeni Yönetmen ödülünü alan Aktaş ile ölüm temasının yoğun biçimde hâkim olduğu filmini konuştuk.
- İlk uzun metrajlı filminiz “Nebula” deneysel yönüyle öne çıkan, anlatıdan ziyade imgelerle izleyiciyi yakalayan bir iş. Bu tam da hedeflediğiniz şey miydi, yoksa bir arayış söz konusu ve bu arayış her filminizde sürecek mi? Belki de ikisi birden?
İzlediğiniz film benim amaçladığım sonuçtu. Filmin sahip olduğu içerik konusunda yeterince bilgi sahibi olduğumu düşündüğüm andan itibaren bu içeriği aktarmak için en uygun dilin ne olması gerektiği yönünde çalışmaya başladım. Bundan sonra yapacağım işlerde de yine seçtiğim içeriğe en uygun dili oluşturmak için uğraşacağım.
- Oyuncularınız büyük ölçüde amatörlerden oluşuyor. Bu tercihinizin arkasında ne yatıyor?
Filmin sahip olduğu dokuya en uygun olan seçim buydu. Filmin oyunculuğa karşı da belirgin bir yaklaşımı var. Daha doğal bir oyunculuk söz konusu. Bunu da en iyi hali hazırda oyuncu olmayan insanlarla elde edebilirdim. Dilara Topuklular hariç hiç kimse oyuncu değil ve dolayısıyla senaryoyu da okumadılar. Filmde oyunculuk çoğunlukla fiziksel bir etkinliğe bağlı ve bu anlamda oyuncuların hareketleri ve bu hareketlerin ritmi benim için daha önemliydi. Diyalog veya monologlarda da bu konuşmaların içeriği belliydi fakat bunun nasıl dile getirileceği oyunculara bırakıldı. Oyuncular onlara verilen sınırlar dahilinde beklentimin üzerinde bir performans sergilediler.
- Ölüm çok baskın bir tema “Nebula”da... Sizdeki karşılığı ne bunun, neden neredeyse tüm filmi bu tema üzerine inşa etme ihtiyacı duydunuz?
Filmde yer alan ölüm kavramı karşıtı olan yaşamın öne çıkmasını sağlıyor. Film yaşam ve ölüm arasında gerçekleşen döngüye odaklanıyor.
Yaşanmış olaylardan...
- Nasıl bir yaratım süreci geçirdiniz filmi oluştururken? Bir çıkış noktası var mıydı? Burada izlediğimiz epizotlar sizin anılarınıza mı dayanıyordu örneğin?
Birçok farklı ülkede ve türde yazılmış gelişim romanı örnekleri okudum. Herman Hesse, Rilke ve Joyce gibi isimler. Başlangıçta bir film yapmak gibi bir niyetim olmasa da bir yerden sonra bu okumalar filmin yolunu açtı. Filmde yer alan ilk epizot tamamen hayal ürünü, bir çaresizlik duygusu ile yazdığım bir kısım. Geri kalan epizotlar ise ya benim ya da yakın çevremde yaşanmış olaylardan derlendi.
- Bahsettiğiniz yazarlar dışında, örneğin sinemadan ya da başka sanatlardan referans olarak aldığınız isimler var mı? Özellikle takip ettiğiniz sinemacılar kimler örneğin?
Bu filmin estetiği ve dili açısından en çok etkilendiğim kişi bir ressam, Cezanne. Onun resimlerinde doğaya karşı olan yaklaşımından büyük ölçüde etkilendim. Bunun dışında görüntü, kurgu ve ses gibi sinemanın asli araçlarının ne denli kuvvetli kullanabileceğini daha çok Bresson sineması ile öğrendiğimi söyleyebilirim. Benim de yapmayı amaçladığım gibi içerik ve biçim arasında yaratıcı ve özgün yaklaşımlar sergileyen tüm yönetmenleri elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum.
n Filmin geçtiği mekânları neye göre belirlediniz, tanıdığınız bildiğiniz yerler mi bunlar?
Mekânlar benim çocukluğumdan bildiğim yerlerdi. Çoğu annemin köyünün yakınlarda yer alıyor. Ama doğanın farklı dokularında gerçekleşen insan etkinliğine odaklanmaya zaten senaryoyu oluştururken karar vermiştim.
Locarno izleyicisi...
- Hemen her bölümde mutlaka bir ya da daha fazla hayvan var. İnsan, hayvan ve coğrafya (doğa da diyebiliriz) arasında nasıl bir ilişki var size göre?
Filmin tamamı, anlatısı insan ve doğa ilişkisine odaklanıyor. Bitki ve hayvana doğadaki varoluşlarına uygun bir şekilde, türcü olmadan eşit bir mesafede yaklaşmaya çalışıyor.
- Filminizin ilk gösterimi Locarno Film Festivali’nde oldu ve hatta oradan bir de ödül aldınız. Ödül bir yana, filme karşı izleyici tepkileri nasıldı orada?
Locarno’da izleyici pek tepki vermiyor. Bu sadece bizim film için değil, genel bir durum. Festivalin programcıları bunu bize önceden söylemişlerdi. Locarno’da en büyük ilgiyi diğer festival temsilcileri ve basından gördük. Hızla diğer önemli film festivallerinden davet aldı ve hakkında yazılar çıkmaya başladı.
‘En kıymetli ödül’
- Orada aldığınız ödül de önemli aslında. Best Enmerging Director, yani En İyi Yeni Yönetmen mi demeli, En İyi Çıkış Yapan Yönetmen mi demeli? Nasıl yorumluyorsunuz bu ödülü, ne ifade ediyor sizin için?
Bu festivalde alabileceğim en kıymetli ödül diye düşünüyorum. Burası bir keşif festivali ve bu ödülü alan diğer yönetmenler de kendilerine özgün bir çalışma dünyası yaratabilmiş ve bunu sürdürebilmiş kişiler.
- Bir sonraki projeniz hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İrade kavramı hakkında çalışıyorum. “Nebula” filminin hazırlık aşamasından bu yana odaklandığım bir konu fakat filmin yurtdışı festival dolaşımı gibi sebeplerden ötürü üzerinde çalışmaya yeni yeni fırsat buluyorum.
Uyutulan at konusu...
- Filmdeki atın uyuşturucu ilaçla uyutulduğu iddialarına ne diyorsunuz? Bu konu sosyal medyada çok tepki çekti.
At sahnesinde yer alan birkaç çekimi atı otuz dakika kadar kadar sakinleştirip gerçekleştirdik. Geri kalan tüm çekimleri ise maket üzerinden yapıp daha sonra bu çekimlerin etkisini görsel efektlerle güçlendirdik. Çekimlerde yer alan atın sağlık kontrolü sürecin başından sonuna kadar bir veteriner tarafından gerçekleştirildi.
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- İlk kez tek bir fotonun nasıl göründüğü gösterildi
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- Yıkılması gerekiyor!