Yargıya baskının sonu dikta rejimleri

Alaturka sistemin evrensel anayasa hukukundaki yeri

Yargıya baskının sonu dikta rejimleri
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 28.03.2017 - 22:44

Önce bir saptama: Politik yaşamı düzenleyen kurallar, şu ya da bu ülkedeki sisteme göre değil o ülkenin kendi politik geleneklerine ve içinde bulunduğu tarihsel, politik gerektirmelere uygun olarak düzenlenirse, potsuz bir elbise gibi oturur. Başka ülkelerin uygulamaları olsa olsa örnek alınacak bir laboratuvar deneyi değeri taşır. Ülke koşullarını göz ardı etmeden gerektiğinde bu deneylerden, yani insanlığın ortak değer birikiminden yararlanılır ve de katkıda bulunulabilir. Bu saptamalar temelinde şimdi dünyaya bakalım:

ABD’NİN BAŞKANLIK SİSTEMİ

Başkanlık sisteminin en somut örneği ABD’dir. ABD anayasası hazırlanırken bağımlı oldukları İngiltere’nin meşruti monarşisini örnek almış, ancak olmayan kral yerine bir başkan koymuşlardır. Demokrasi anlayışları ve bilinçleri bağımsızlık savaşının pratiği ve Montesquieu’ün fikirleriyle biçimlenmiştir.

Yasama ve yürütme yani seçilmiş “monark” ile Temsilciler Meclisi ve Senato arasında, altlık üstlük derecelenmesi yoktur. Başkanın yasama organını kapatma, fesih etme yetkisi bulunmamaktadır. Onca yetkisine karşın bir üst kamu görevlisini, bir büyükelçiyi, hele de bir yüksek mahkeme üyesini tek başına atayamaz. Bunun için yasama organının onayı gereklidir. Başkan ancak öneride bulunur. Dahası kendi bakanlarını Senato olur demeden görevlendiremez. Senato’nun oluru bir tür güvenoyu sayılabilir, çünkü çok ciddi sorgulamadan sonra oylanır; olur ya da olmaz yanıtı verilir. Başkanlık ile önümüze konulan biçimiyle tek adam rejimi arasındaki fark buradadır. Getirilmek istenen tek adam rejiminde kimin bakan olacağını ancak reis bilecek ve o karar verecektir. Meclisin de milletin de söz hakkı yoktur bu konuda. O nedenle, ekranlarda ya da gazete sayfalarında ABD’yi örnek gösterip bu değişikliği savunanlar, insanları yanıltmaya çalışmıyorlarsa boşa kürek çekiyorlar demektir.

Ama rejimi demokratik kılan en büyük faktör yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşatılmasıdır. Bunun en tipik örneğini ABD’nin ticaret dünyasından gelen ve ülkeyi şirketi gibi idareye kalkışan, çiçeği burnunda, yeni başkanıyla gördük. Göçmenlere ilişkin, ülkeyi ayağa kaldıran, politikasının somut uygulaması olarak imzaladığı vize yasağı kararnamesini, ABD yargısı verdiği karar ile askıya aldı. İşte “Amerika’da yargıçlar başkanın önünde ayağa kalkmaz, cüppelerini iliklemez” denmesi bundandır.

Yargı müdahale altındaysa, yargı bağımsızlığı üzerinde kuşku varsa ve hukukun üstünlüğü, üstünlerin hukuku haline gelmişse, orada, ister ABD tipi başkanlık, ister Fransa tipi yarı başkanlık rejimi olsun, zulmü rehber eylemiş dikta rejimlerine dönüşür. Örnekleri Latin Amerika, Afrika ve Orta Asya devletlerinde görülmektedir.

FRANSA’NIN YARI BAŞKANLIĞI

Yarı başkanlık sistemi de farklı değildir. Anayasadaki 49-3. maddesi gibi Meclise rağmen yasa çıkarma olanağını hükümete veren bir düzenlemeyi kullanmış bir Başbakan, Bay Wals bile Cumhurbaşkanı olunca bu maddeyi iptal etme sözü vermiştir. Fransız yarı başkanlık sisteminde, başbakan da bakanlar da vardır ve hükümet meclise karşı sorumludur. Güvenoyu ve gensoru gibi fren ve denetim olanakları işlemektedir.

Şimdilerde parlamenter rejim temelinde 6. Cumhuriyet Anayasası’nın yapılması istemi, Fransız politik yaşamı gündeminde tartışılmaktadır.

Son bir söz; Cumhurbaşkanı Erdoğan, parlamenter sistemlerde kral ve kraliçelerin olabildiğini, başkanlık ve cumhurbaşkanlığı sistemlerinde ise böyle bir durumun olamayacağını, İngiltere ile örnekleyerek, referandumda evet oyu verilmesini istiyor.

Evet, İngiltere’de hem kraliçe ve hem parlamento vardır.

Ama istemez, teşekkür ederim. Parlamentosu hadım edilmiş bir başkanlıktansa, parlamentosu güçlendirilmiş bir krallığı tercih ederim.

 

Erdoğan’ın muhtar ağı

Eğer kuvvetler ayrılığı ve hele de yargı bağımsızlığı yoksa demokrasi de yoktur. “Hedef 2023”e getirilmek istenen alaturka başkanlık rejimiyle yönelince; Türkiye Cumhuriyet’i de bir asırlık ömrünün ardından, Kaddafi Libya’sına nazire, “Türkiye İslam Cemahiriye’sine” dönüşür. Bu gizli bir hedef de değildir. Gizli olsaydı yandaş çevrelerde “Anadolu İslam Cumhuriyeti” kavramı dillendirilir miydi?

Bu dönüşüm için yalnızca anayasa metninin değiştirilmesi yetmez. Değişikliğin getirdiklerini yaşama geçirmek için bir altyapıya, örgütlenmeye de gerek vardır. Kaddafi, aşiret, köy, mahalle, semt ve şehir düzeyinde kurduğu komiteleri kullanarak diktatörlüğünü oluşturdu. Erdoğan Kaddafi’nin yaptığını yapmıyor. Onun gibi yukarıdan aşağıya yeni bir örgütlenmeye giderek AKP kadrolarında ve üyelerinde güvensizlik yaratmaktan kaçınıyor. Bunun yerine var olan bir başka yapıyı, muhtarlık sistemini kullanmayı daha uygun bulduğu anlaşılıyor.

Sarayda şimdiye kadar 36 toplantı yapıldı. Konuşmalarında muhtarlara mahallenizde, köyünüzde hangi evde kim oturuyor, nasıl biridir, ne gibi faaliyetlerde bulunmaktadır bileceksiniz ve rapor edeceksiniz diyerek talimatlar verdi. Böylece ülkenin tümünde muhtarlar aracılığıyla muazzam bir iletişim ağını kurmuş, mahalle mahalle, köy köy, Kaddafi Cemahiriye’sinin Türkiye uyarlamasının kapısını açmıştır.

 

Anayasa değişikliğinin ekonomi politik niteliği

Şu yanlışa düşmemek gerek: Bu anayasa değişikliği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın keyfi öyle istedi diye yapılmıyor. Değişikliğin arka planındaki ekonomi politik itici, zorlayıcı etkeni görmezden gelmemek, en azından araştırmayı ihmal etmemek gerekir. Özellikle üç olguyu birlikte göz önünde tutmak gerekiyor.

1 Ekonomik kriz

Uzun irdelemelere gerek yok, bir iki örnek yeter. Döviz kurunda yükseliş geri döndürülemiyor. Cari açık artıyor. İhracatın gerilemesine turizm girdilerindeki düşüş tuz biber ekiyor. Bir de üstüne sınır ötesi askeri harcamaların getirdiği yük binince, ufuk iyiden iyiye karardı. Ekonominin temel direği inşaat sektörünün çarkları dönsün telaşı ile 20 yıllık vadeler ve düşük faiz kampanyalarına hız verildi. Diğerlerini burada saymaya gerek yok.

İşsizlik iki haneli rakamlara ulaştı. Yoksulluk sınırının ve hatta açlık sınırının altında yaşamaya çalışan milyonların sayıları her geçen gün artıyor.

Ülkenin ve halkın yoksulluk ve yoksunlukları sürerken, başkanlık rejimi sihirbazın çubuğu mu olacak? Bunun için de anayasa mı değiştirilecek?

2 Varlık Fonu

OHAL olanakları, amacı dışında zorlanarak KHK ile Varlık Fonu diye bir kurum yaratıldı. Ziraat ve Halk Bankalarından Çay Kur’a, THY, Borsa İstanbul ve daha pek çok kamu varlığı bu fona aktarıldı. OHAL döneminde, anayasada rejim değiştirilirken birden bire böyle bir fon kurulması elbette “tarihi bir tesadüf” değildir. Kamu varlığını yutan bu fona tanınan donanımlara şöyle bir bakmak bile onun, anayasa değişikliğiyle derin bağlantısını anlaşılır kılmaktadır.

Bu fon kamu kaynaklarının, denetim olmaksızın kullanılmasını sağlayacaktır. Her türlü vergiden muaf olacaktır. Faaliyet alanı sınırlanmamıştır. Kamu personel alım kural ve usullere uymak zorunda olmadan, istediği kadar kişiyi, istediği koşul ve ücretle işe alacaktır. Ne Meclis’in, ne de Sayıştay’ın denetimi olmaksızın fondan istenildiği gibi harcama yapılacaktır. Mali değerlerin ihracında SPK’den izin alma yükümlülüğü de yoktur. Fona dahil herhangi bir varlık, özelleştirme usullerine bağlı kalmaksızın, devir edilebilecek ve sonuçlarından sorumlu da olunmayacaktır.

3 Sosyal taraflar

Üçüncü olgu, anayasa değişikliğinin muhataplarının tanımlanmasıdır. Önce emek dünyasına bakalım ve soralım; bu değişiklik işçi, memur, emekli, küçük esnaf ve köylü yararına ne getiriyor? Yanıt kocaman bir hiçtir.

Peki sermaye çevreleri? Esas olarak TÜSİAD bünyesinde kümelenen, daha çok seküler ve batıya dönük sermaye böylesi köklü bir rejim değişikliğinden yana değil.

Buna karşılık yeşil sermaye denilen kesim ve örgütleri, TÜMSİ- AD, MÜSİAD ve ASKON gibi örgütlenmeler Erdoğan’dan yana tutum içindedirler. Sermayelerini güçlendirmek, iş hacimlerini artırmak için, sonradan katıldıkları yarışta ön almak, bu amaçla da devlet imkânlarını olabildiğince hızlı, herhangi yargısal engele ve denetlenmeye takılmadan kullanmanın peşindedirler. Parlamenter, demokratik hukuk devleti sistemi içinde amaçlarını elde edemeyecekleri için de bu değişikliği ve Erdoğan’ı destekliyorlar. Erdoğan da istese de istemese de destekçilerinin isteklerini karşılamak, ekonomik dar boğazdan onları kurtarmak zorundadır.

 

YENİ SİSTEMİN GETİRDİKLERİ, GÖTÜRDÜKLERİ

‘TEK ADAM’A DOĞRU

Bu anayasa değişikliği esas olarak 2019 Kasım ayında yürürlüğe girecek. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP’nin başına geçme tarihi geliyor. Referandumdan sonra, kabul çıkarsa, hemen bu “cülus” törenini yaşayacağız. İyi de kamuoyundan vazgeçtim, neden Meclis’te bile sakin sakin görüşülüp tartışılmadı? Öyle düzenlemeler yapılmış ki, akıllara seza! Belki bir-iki örnek fikir sahibi olmaya yeter.

18 yaşında yardımcı

Milletvekili seçilme yaşı 18 olunca, cumhurbaşkanı yardımcısının yaşı da aynı oluyor. Üstelik “askerliğini yapmış olmak” kuralı da kaldırılmış, örneğin çürük raporu alıp askerlikle ilişiğinin kesilmiş olması yeterli kabul edilmiş. Anadolu insanının “askerliğini yapmamışa kız verilmez” dediğine, bu anayasa CB yardımcılığı vermiş. Haydi, sayın generallerimiz, çürük çarık, askerlik bile yapmamış bir CB vekilinin karşısında esas duruş ve emir tekrarına!

Canı kimi isterse

AKP’nin 2014 Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu teklifte başkan yardımcısının, başkan nitelikleri taşıması öngörülüyordu. Ama Hayır! Millet değil, cumhurbaşkanının kendisi, kimi isterse onu belirlesin denmiş. Böyle olunca da ey halkım, sandıktan tavşan mı çıkacak, kuş mu, talihine razı olacaksın! CB artık kimi seçerse: ister eşini, ister oğlunu ya da damadını mı, kimi seçerse o. Olmaz deme, olmaz olmaz bu “alaturka Cumhurbaşkanlığı rejiminde”. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, daha geçenlerde eşini başyardımcı yapmadı mı? Önce Başbakanımız, ardından Damat Bakanımız tebriklerini sunmadı mı? Bizim neyimiz eksik?

Yetkisiz Meclis

Meclisin, yani halkın vekillerinin yürütmeyi denetleme yetkileri var mı? YOK! Çünkü ne Başbakan ne de Bakanlar Kurulu var. Artık, Meclis’in önceden bilgisi, onayı, güvenoyuna gerek olmaksızın CB ’nin atayacağı Bakanlar var. Gensoru da kalkmış, yani denetleme de yok. Anayasada onlara Bakanlar Kurulu bile denilmemiş. Merak bu ya, neden acaba? Yoksa belki ilerde “Divan ı Hümayun” denir diye mi?

CB’nin Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi için Meclisin onayına da gerek kalmadı çünkü o da kaldırıldı. Şimdi artık CB , anayasadan doğrudan aldığı yetki ile Cumhur Başkanlığı Kararnamesi (CB K) çıkaracaktır. Buna da artık, anayasa hükmünde kararname dememiz gerekecektir. OHAL dönemlerinde bu kesinlikle böyle. Anayasada yasa çıkarma yetkisinin tekel olarak Meclise bırakılmamış tüm alanlarda CB , ülkeyi kararnameleriyle, (belki fermanları demeli) yönetecektir.

Bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü yok ediliyor

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin seçimlerine doğrudan ve etkin rolüyle, yargı, Cumhurbaşkanı’nın vesayeti (belki emri bile denebilir) altına sokularak kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü kuralı tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Hele de AYM üyeleri seçimlerinin Partili Cumhurbaşkanı’nın eline bırakılması vahimdir. Olası bir yargılamada kendilerini atayanın karşısında tarafsız olacaklarını düşünmek ne kadar gerçekçidir.

Maymuncuklu cumhurbaşkanı

Milletvekili seçimleri, partili CB seçimleri ile aynı gün yapılacaktır. Bu demektir ki parti başkanı olan CB adayı, seçime kendi belirleyeceği milletvekili adaylarıyla birlikte girecektir. Ben buna partili demekle yetinmiyorum, maymuncuklu cumhurbaşkanı diyorum. Çünkü bu sayede, yani belirlediği Meclis çoğunluğuyla, yani elindeki bu maymuncukla, kendisini tek adamlıktan da öteye; mutlak diktatörlüğe götürecek her kapıyı açabilecektir. Unutulmasın o Meclis’in başında bir de CB ’nin fesih kılıcı var. Deniliyor ki, Meclis’in de fesih yetkisi var; hem CB Meclis’i fesh ederse kendi de seçime gitmek zorunda kalacaktır. CB tek başına Meclis’i fesh edecek, yeni MV adaylarını parti başkanı olarak gene kendisi belirleyecek; böyle iken bir daha aday gösterilmeme riskini göğüsleyecek 360 MV oy verip, (doğrusu baş verip) seçimleri yenileme kararı alacaklar! Nerede Ay’da mı yoksa Mars’ta mı? Sevsinler sizin denge mantığınızı!

Merkezi ve yerel kamu idareleri

Merkezi yönetim açısından bakanlıkların kurulması, işleyiş kuralları ve kaldırılmaları ile üst düzey yöneticilerin atanma ve azilleri tek başına CB yetkisindedir. Yerel kamu idarelerine ilişkin düzenleme, özellikle maddelerin yazılış biçimlerinden kaynaklanan endişelere yol açmıştır. Otonom bölgeler, özerk federatif yapılara, hatta giderek sonuçta ülkenin bölünmesini getirecek yetkilerin CB verildiği ileri sürülmektedir. Böyle endişelere kapılmak anlaşılabilir. Ama iki nedenden ötürü doğru değildir. Birincisi, il, ilçe ve köylerin bazı ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla Bakanlar Kurulu’na tanınan yetkinin CB ’ye verilmesinden öte bir yetki söz konusu değildir. İkincisi Türk hukuk sisteminde yerel yönetimler için özerklik düzenlemesi yoktur. AKP yönetiminin politikası, merkezi vesayetin yoğun uygulaması yönündedir. Belediye başkanlarının yerlerine kayyım atanması yaşanan gerçeklerdir. Bu anti demokratik uygulamalar ortada iken endişeye yer olmadığını düşünüyorum.

 

OHAL’de referandum

Meclis’ten geçen metin daha Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmadan “seçmen ve sandık güvenliği için gerekli önlemlerin alınması” iktidar tarafından dillendirildi. OHAL koşullarında, sandıkları korumak ve terör örgütünün baskısını engellemek adına, askeri ve polisiye önlemler alınıp, demokratik bir oylama yapılmasının sağlanacağına güvenmemiz ve inanmamız mı isteniyor?

Trafo merkezlerine kedilerin girdiği, oy sayımı sırasında elektrik kesintilerine yol açtığı, bilgi işlem sistemlerinin çöktüğü, yeniden devreye girdiğinde oy oranlarında hatırı sayılır farkların ortaya çıktığı bir ülkede yaşıyoruz. Güvenlik adına referandum günü sokağa çıkma yasakları olup olmayacağını dahi bilmiyoruz. Ama şu OHAL döneminde neler olup bittiğini rakamlarla biliyoruz. İsterseniz şu an itibarıyla var olan bilgileri paylaşalım:

- 103 bin 850 şüpheli hakkında işlem yapıldı. Gözaltına alınanlardan 41 bin 326 kişi tutuklandı.

- Kamudan 97 bin 679 kişi işten çıkarıldı. 135 bin 356 kişi hakkında işlem yapıldı.

- TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü içinden 10 bini aşan sayıda ihraç oldu. Birçoğu tutuklandı.

-l 50 bin civarında akademisyen ve öğretmen ihraç ve iş kaybına uğradı. Çok sayıda öğrencinin eğitim kurumlarıyla ilişkileri kesildi.

- Ellinin üzerinde belediye başkanının yerine kayyım atandı.

- 527 şirket TMSF’ye devredildi. Milyarlarca liralık mal varlıkları hazineye gelir kaydedildi.

- HDP milletvekilleri eş genel başkanlarıyla birlikte tutuklandı.

- Gazete, radyo ve televizyonlar kapatıldı, yüzü aşkın gazeteci tutuklandı. İnternet ve telefon üzerinden haberleşme baskı altına alındı.

- Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ve hatta basın açıklamaları yasaklandı. Üniversitelerden ihraçları protesto eden akademisyenler darp edildi, yerlerde sürüklendi, cüppeleri polis postalları altında çiğnendi. Müdahale etmeye çalışan CHP’li vekillerin boğazı sıkıldı.

Bu korku atmosferinde var olan rejimi dönüştürmeye yönelik, bir anayasa değişikliği için referanduma girmenin meşruiyetinden söz edilebilir mi? Sahi, bu arada, insanlar sokağa çıkamaz ve görüşlerini açıklayamazken, Erdoğan’ın meydanlarda, muhtarlar toplantısında kampanya yürütmesi, referandum sürecine nasıl bir meşruiyet kazandırıyor? Cumhurbaşkanını yetkilendiren bir hukuk kuralı mı var? Tarafsız ve herkesin cumhurbaşkanı olması gereken bir şahsiyetin referandumun taraflarından biri olması demokratik hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle bağdaşır mı?

Cumhurbaşkanın ve Başbakanın referandum için devletin paralarını ve imkânlarını kullanarak yürüttükleri kampanyalar canlı olarak yayınlanır, kampanyada hayır oyu verecekler terörist ilan edilir, iç savaş tehditleri havada uçuşurken, kim böyle bir sürecin meşruluğundan, demokratikliğinden söz edebilir?

Üstelik makam ve mevkiinin verdiği imkânları kullanarak, referandumda hayır oyu vereceklerin vergilerini harcayarak evet propagandası yapmak adil mi, bu silahların eşitliği kuralının çiğnenmesi değil mi, değilse, nedir?

Yazı dizisinin ilk bölümü: Değişimin görünen ve görünmeyen hedefleri


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler