Usta için ustaya dair

“Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” sergisi 23 Ağustos’a kadar Yapı Kredi Bomontiada ALT’ta görülebilir.

Usta için ustaya dair
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.06.2019 - 23:10

Yapı Kredi 75. Yıl Sergileri’ni, Nâzım Hikmet’in doğumunun 117. yıldönümü için “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” sergisi ile sürdürüyor. Sergide, şairin sağlığında 40’a yakın dilde yayımlanmış ve dünyanın çeşitli ülkelerinden bir araya getirilmiş kitaplar ilk kez sanatseverlerle buluşuyor.
Ara Güler’in, şairin Moskova’daki çalışma odasında çektiği imzalı fotoğraflarla birlikte Nâzım Hikmet’in Moskova’daki evinin 55 yıldır korunan çalışma odasından getirilen kendi kitapları ve daktilosu da serginin en önemli parçaları arasında yer alıyor.

“Belki de 30 yıl öncesine, Sovyetler Birliği’nin başkenti olan Moskova’ya ilk gidiş günlerime dönmeliyim. O yıllar Nâzım Hikmet’in Moskova’daki yaşamını, memleketine hasretini derinden algılayabildiğim yıllardır. Karısı Vera Tulyakova’yla birlikte inşa ettiğimiz güvene dayalı yakınlık ise Tulyakova’nın ölümünden sonra arşivini açmakla, manevi anlamda bu arşive ve kültür mirasına sahip çıkmaya çalışmakla sürüyor” bu sözler serginin küratörü Melih Güneş’e ait.

Belgesel, elyazmaları...
Güneş, “Şehrime Ulaşamadan Bitirirken Yolumu” adlı arşivdeki çalışmalarının sonucunda, bilinmeyen belgeler ve yaşam izlerinden oluşan ilk sergiyi yine Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’la 2008 yılında açmıştı. Bu süreç içinde, “Nâzım Hikmet’in dağınık geçmek zorunda kalan ömrünün, onunla ilgili pek çok şeyi de dağınık bıraktığını gördüm” diyen Güneş, “Anıları, belgeleri, elyazmaları, notları, kitapları, gücümün yettiğince öncelikle sağlığında yayımlanmış kitaplarını toparlamak gerektiğini düşündüm. 2013 yılında, yine Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde gerçekleşen ‘Alnımın Çizgilerindesin Memleketim’ adlı sergide bir vitrin içinde, edindiğim bazı kitapları sergiledik. Araştırmalarım sırasında bu kitaplar içinde de gördüğüm, ancak Türkiye’deki külliyatında henüz yer almayan eserlerin varlığı düşüncemi doğruluyordu” diyor.

Nâzım Hikmet’in bugüne kadar olduğu gibi korunabilmiş yegâne mekanı olan Moskova’daki çalışma odasını Türkiye’ye getirebilmek Güneş’in hep ana hedefi olmuş. Ancak görüştüğü kurumlardan destek alamayınca, geçen yılın martında tamamen kendi olanaklarıyla Moskova’ya gitmiş. Bu süreçte şairin ölümünden 55 yıl, Vera Tulyakova’nın ölümünden ise 17 yıl geçmiş.

Güneş, “Tulyakova’nın kızı Anna Stepanova’nın hâlâ bir müze gibi perdesine varana değin hassasiyetle koruduğu odanın ve eserlerin geleceğini artık belirlememiz gerekiyordu. Aldığım mimarlık ve restorasyon eğitiminin de etkisiyle olsa gerek öncelikle odanın her şeyiyle saptanıp belgelenmesi gerektiğini düşündüm. Rölövesini 1990 yılında çıkardığım odanın içindeki bütün kitaplar ve objeler 2006 yılındaki çalışmamdan daha geniş çaplı olarak tek tek incelendi, ölçüldü, belgelendi. Anna’nın kızı ve damadının da büyük bir kültür bilinciyle emeklerini, heyecanlarını bu büyük çalışmaya kattığını belirtmeliyim” diyor.

Evdeki arşiv...
Güneş aynı yılın haziran ayında, Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümünde tekrar Moskova’dayken Rusya Devlet Edebiyat ve Sanat Arşivi’ndeki çalışmalarının yanı sıra evdeki arşivde de çalışmalar yapmış.
Güneş, elyazması ve müsveddelerin dışında en önemli değerlerden birisi olan, Nâzım Hikmet’in kitaplığındaki sağlığında basılmış nadir kitapları, İstanbul’a getirmeye karar vermiş. Güneş, “Böylece hem şairin eserleriyle ilgili olarak daha özgür çalışabilecektim hem de Nâzım Hikmet Kültür Mirası’nın önemli bir parçası bu vesileyle memleketine dönmüş olacaktı. Yıllar içinde toparlayabildiğim bendeki kitaplarla Nâzım Hikmet’in evinden getirdiğim kendi kitaplarını bir araya getirdiğimde konusunda tek, önemli bir kitaplık oluştu. Konuyu Nâzım Hikmet’le ilgili değerli çalışmaları olduğuna inandığım Nilüfer Belediyesi ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ile paylaştım. İlk sergi, şairin doğum yıldönümünde, bu yılın ocak ayında Nilüfer Nâzım Hikmet Kültürevi’nde açıldı” diyor.

Projenin esas belkemiğini oluşturansa, önsözünü Prof. Dr. Svetlana Uturgauri’nin yazdığı, tasarımını Aykut Genç’in yaptığı 680 sayfalık henüz basılmayan, oldukça önemli bir kitap olmuş. Sergi ve kitap adını, şairin “Açıyorum / birer birer / kitaplarını. / Satırların / üzerinde / ellerinin izi var.” dizelerinin olduğu şiirinden alıyor. Güneş, “Şairin sağlığında yayımlanmış tüm kitaplarını bir araya getirdiğini söyleyemem” diyor ve ekliyor; “korkarım hiçbir zaman da bunu kimse söyleyemeyecek. Akla gelmeyen yerlerden, döneme ait yepyeni kitaplar gün ışığına çıkıyor. Örneğin, mart ayında bir restorasyon projesi için Arnavutluk’a gelmeseydim, 1959 yılında yayımlanmış 32 sayfalık Hasan Torlak kitabından hiç mi hiç haberim olmayacaktı belki de. Üstelik hem çok güzel bir kitap, hem Nâzım Hikmet’in eserleri içinde üzerinde pek durulmayan ama çok önemli anlatımlar içeren bir hikâyedir Hasan Torlak...”

Her serginin bir amacı olduğu gibi bu serginin de, bir hedefi ve misyonu oluduğunu belirten Güneş, usta şairin Nâzım Hikmet Kültür Mirası için bir belge oluşturmak ve eserlerine dikkat çekmek istiyor. Güneş, “Umut ediyorum ki bu sergideki en sıradan kitap ya da obje bile şairin ulusumuzun bir Kültür Mirası olduğunu bir nebze daha hissettirir ve kurumsal desteklerle halkımız, ülkemiz gıpta edilen bir Nâzım Hikmet Merkezi’ne daha fazla gecikmeksizin kavuşur” diyor.

Sergide Nâzım Hikmet’e dair neler yer alacak?

M. Güneş: “Şairin adını taşıyacağını umduğum, Rusya’daki devlet arşivinde görüp imrendiğim Nâzım Hikmet Fonu gibi hayalini kurduğum bir Nâzım Hikmet Merkezi ya da müzesinde olabilecek küçük ama önemli parçayı sergiliyoruz. Nâzım Hikmet’in sağlığında yaklaşık 40 dilde yayımlanmış kitaplarını... Pek çoğu neredeyse hiç bilinmeyen, meraklısının bile ilk kez göreceği, şaşıracağı kitaplar. Sergiye gelenler hiç bilinmeyen Türkçe bir kitabı, Küba’da yalnızca 10, Almanya’da 20, Çin’de yalnızca 100 tane basılmış çok özel baskı kitaplarını görecekler. Hatta belki de 1928’de Bakû’de basılan “Güneşi İçenlerin Türküsü” kitabının hakikisiyle ilk kez karşılaşacaklar. Çekoslovakya’da basılmış, tüm sayfaları litografi tekniğiyle basılmış bir “Saman Sarısı” kitabı görecekler. Şairin “Otobiyografi” şiirinde dediği “yazılarım otuz kırk dilde basılır / Türkiye’mde, Türkçemle yasak” dizelerinde olduğu gibi hakikaten 40 dilde yayımlanmış 180’den fazla kitapla birlikte olacaklar sergiyi gezenler. O yazıları, şiirleri yazdığı çalışma masasından ödünç alınmış Türkçe klavye daktiloyla karşılaşacaklar. “Ödünç” diyorum, çünkü bu daktilo, Rusça klavye daktilosuyla birlikte Nâzım Hikmet’in çalışma masasının emektarları, o masaya aitler. Elbette sergilenen en önemli eserlerden birisi, Nâzım Hikmet’in sağlığında SSCB’de yayımlanmış “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın, şair tarafından “Bu insanları tanıdığım sıralarda seni tanımamış olmam ömrümün en çaresiz kederidir Verüsa / Kocan Nâzım Hikmet / 1962” yazılarak karısına imzaladığı nüshası... Özellikle eklemek istediğim bir şey var: Bu eserleri, geri götürmemek amacıyla getirdim memlekete. Hepimiz bir olalım ve kültür dünyamızın yüz akı olabilecek bir Nâzım Hikmet Merkezi’ni elbirliğiyle kuralım. Sergiye gidilirse, kitabın 30. sayfasındaki Matisse kitabına dikkat edilmesini rica ederim.”

 

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler