Ülkü Tamer: Sanatta yalınlıktan yanayım
9. Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kazanan Ülkü Tamer sanatta yalınlıktan olduğunu vurguladı.
Bu yılın Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kazanan Ülkü Tamer şiirimizin önde gelen adlarından biri olmanın yanı sıra önemli bir çevirmen, bir tiyatrocu ve kedi dostu. Ödül dolayısıyla yaptığımız söyleşi de, bu nedenle, şiirle sınırlı kalmadı.
Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kutluyorum. Bu konuda ne düşündüğün, ne duyumsadığınla başlayalım mı?
Teşekkür ederim. Bu ödülün Melih Cevdet Anday Ödülü olması benim için çok önemli. Melih Cevdet en sevdiğim, en saydığım sanatçılardan biriydi. İşini inanılmaz titizlikle yapan, insanın ve sanatın onurunu her şeyin üstünde tutan bir ustaydı. Dostluğundan büyük keyif aldığım sanatçının adı benim şiirime de, ödül dolayısıyla bile olsa, ilişti ya... Mutlu oldum.
Sen yalnızca şair değilsin. Tiyatrocu ve çevirmensin de. Bunların şiirin üzerinde etkisi kuşkusuz olmuştur diye düşünüyorum. Biraz söz etmek ister misin sahne tozu yutmanın, başka dillerde yazan arkadaşlar edinmenin şair Ülkü Tamer’e ne kattığından ya da onu nerden nereye dönüştürdüğünden?
Tiyatro, şiirimi pek etkilemedi sanıyorum. Düzyazılarımı mutlaka etkilemiştir. Tiyatroda, yazma dilinin ötesinde, konuşma dilinin inceliklerini öğrendim. Sözgelimi, roman diyaloglarıyla oyun diyalogları arasındaki ince ayrımı. Bu konuya dikkatimi ilk Memet Fuat çekmişti. Çeviri ne kadar etkiledi, bilemiyorum. İlk şiirlerimi yazdığım sıralarda Türk şairlerinden olduğu kadar, yapıtlarını çevirdiğim yabancı şairlerden mutlaka etkilenmişimdir. Çeviri, şiir üstüne daha çok düşünmemi sağlamıştır. Bir şiiri çevirirken onu okumakla yetinmiyorsunuz çünkü, kılı kırk yararak inceliyorsunuz.
Yayıncılığını, sinemayla yakın ilişkini unuttuğumu sanma. Yayıncılık bir yana, sinemanın şiir dilinde önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu konuda ne dersin?
Sinema, çocukluğumdan beri en büyük tutkum olmuştur belki. 1940’ların Antep’inde dünyaya açılan penceremizdi sinema. En büyük eğlencemizdi. Bir kitap okurken bile, okuduklarımı “gözümde canlandırmak” alışkanlığını getirdi bana. Yazarken de öyle oluyor çoğu zaman. Dizeleri film kareleri gibi görmeye başlıyorum.
Sen aynı zamanda Gazianteplisin, bu ne demek, çocukluğunu bir Anadolu kentinde doğayla iç içe yaşamış olmak demek. Şiirlerindeki doğa imgelerinin ve Anadoluluk duygusunun kökeni çocukluğunda olmalı, ne dersin?
Jorge Amado’nun çok sevdiğim, sık sık tekrarladığım bir sözü var: “İnsanın anayurdu çocukluğudur”. Bu açıdan bakarsam, benim anayurdum da Antep... Bilgisayarın, cep telefonunun, atarinin, televizyonun olmadığı bir dünya. Kendi icat ettiğimiz oyunlarla dolu. Hayal güçlerimizi dolu dizgin koşturarak. Doğanın içinde. Saygıyı, sevgiyi bilerek. İnsan ilişkilerini yaşayarak. Bütün bunlar şiirime de yansımıştır elbet.
Kedileri(ni) de atlamak istemiyorum. Yaşamında önemli yerleri olduğuna göre, şiirinde de olmalı. Söz senin.
Çocukluğumda kedilerimiz hep olmuştu. Hele benimle yaşıt bir Bico vardı, onu unutamam. Safkan Antepli. Babayiğit. Bir yaz on günlüğüne annemle İstanbul’a gelirken onu da getirdik. Çemberlitaş’ta ahşap bir evin bahçesinde cirit atan kedilerin tümünü kaçırdı on dakikada. Şimdi üç kedimiz var Neslihan’la. Birinin adı Bico. Eşim tam bir kedi tutkunu. Kedi, köpek... Bahçede beslediği kaplumbağalar bile var. Ellerinden marul yiyorlar. Yaşamımdaki her şey gibi, bunlar da var şiirimde. Açık açık görünmeseler bile.
Soğuk Otların Altında (1959) adlı ilk kitabından bugüne şiirlerini okuduğumda, dönemin ustalarının (herkes gibi) etkilerini taşıyan şiirlerden bugüne uzun bir yolculuk yaptığını görüyorum. Bana göre, bu yolculuk kendine doğruydu ve değişik duraklara uğrayarak bugüne ulaştın. Ama çocuksu bir duygu, bir masal anlatıcısı dili hep seninleydi. Öyle mi?
Bence doğru bir saptama... Ekleyecek bir şey bulamıyorum.
Şiir yolculuğunun (şimdilik) son durağı olan Bir Adın Yolculuktu’da şiirde çok zor olan yalınlığa ve yoğunluğa ya da başka bir deyişle saf şiire ulaştığını düşünüyorum. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misin?
Sanatta yalınlıktan yanayım. Sadece şiirde değil, bütün sanat dallarında. Yalınlık denilince dudak bükenleri gördüm. Çoğu kere basitlikle bir tutuyorlar. Hiç değil. Yalınlığa öyle güç ulaşılıyor ki... Nice çabalardan, emekten, terden, uykusuz gecelerden geçerek. Edebiyat tarihine bir bakın. Homeros’dan bu yana en kalıcı yapıtlar yalın yapıtlar olmuştur hep.
GÜL DİKENİ
Uçakları ne edeyim
Gökkuşağı gönder bana
Senin olsun süngülerin
Gül dikeni gönder bana
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur eller bana
Silahları ne edeyim
Benim sevgim mavzer bana
Suya attığım çiçekler
Bir gün olur döner bana
Kan kurşundan silinince
Kardeş olur eller bana
En Çok Okunan Haberler
- 87 yaşındaki iş insanı İnan Kıraç evlendi
- Özgür Özel'den grev çağrısı!
- 2025 yılının asgari ücreti belli oldu!
- AKP koridorlarında konuşulan 'erken seçim tarihi' sızdı
- Özel'den Erdoğan'a 'Esad' ve 'HTŞ' yanıtı
- Teğmenler soruşturmasında flaş gelişme
- Açıklanan asgari ücrete tepki yağdı!
- Muhalif gruplarla anlaşmaya varıldı!
- Milli Eğitim Bakanı Tekin'e şok protesto!
- 1 Ocak'tan sonra resmen tarih oluyor