Türkiye'nin 'Yara'sına ölüm tehdidi

Fatih Akın, basın toplantısında yaptığı açıklamada, Ermenilerin “soykırım” olarak niteledikleri, ancak Türkiye’nin “soykırım” nitelemesini reddettiği 1915 olaylarını konu aldığı filmiyle ilgili “nefret mesajları”, hatta bir de ölüm tehdidi aldığını, ama bunun büyütülmemesini istediğini söyledi.

Türkiye'nin 'Yara'sına ölüm tehdidi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 31.08.2014 - 22:33

Fatih Akın’ın bir süredir daha izlenmeden tartışmalara yol açan, yönetmenin Agos gazetesinde çıkan söyleşisinden sonra ggazetenin tehditler almasına yol açan “Yara” (The Cut) adlı filminin ilkgösterimi dün Venedik Film Festivali’nde yapıldı. Gösterimin hemen ardından düzenlenen basın toplantısına çeşitli ülkelerden kalabalık bir gazeteci topluluğu katıldı.

Filmde, öykünün baş kahramanı Nazaret Manugyan’ın (Tahar Rahim) eşinin adının Hrant Dink’in eşi Rakel ile aynı olması, Nazaret’in erkek kardeşinin de Hrant adını taşıması, Hrant Dink’in 2007 yılında Agos gazetesinin önünde öldürülmesine bir gönderme niteliğindeydi.

Fatih Akın, basın toplantısında yaptığı açıklamada, Ermenilerin “soykırım” olarak niteledikleri, ancak Türkiye’nin “soykırım” nitelemesini reddettiği 1915 olaylarını konu aldığı filmiyle ilgili “nefret mesajları”, hatta bir de ölüm tehdidi aldığını, ama bunun büyütülmemesini istediğini söyledi.

“Duvara Karşı” ve “Yaşamın Kıyısında” adlı filmlerinden sonra “Aşk, Ölüm ve Şeytan” üçlemesinin son filmi olan “Yara”da, Mardinli genç Ermeni demirci ustasının Nazaret Manugyan’ın trajik öyküsünü anlatıyor Fatih Akın. Karısı Rakel, ortaokula giden ikiz kızları ve kardeşi Hrant’la birlikte aynı çatı altında, mutlu bir yaşam sürerler. Bu mutluluğun ifadesi olan şarkı ( geleneksel bir ninni) film boyunca yeniden birlikte olma umudunun simgesine dönüşecektir...

1915 yılının bir sabahı, kapı kapı dolaşan jandarmalar 15 yaşından büyük Ermenileri askere almak için toplarlar. Kıraç doğanın ıssızlığında taş kırmaya zorlanan Nazaret, şiddete maruz kalacak, yorgun düşen kader arkadaşlarının hastalanıp öldüklerini görecek, askerlerin tehcir edilenler arasından seçtikleri kızların ırzlarına geçmelerine tanık olacaktır...

Bir gün, askerlerin emri ve gözetimi altında, taş kıran tüm Ermeniler, boğazları kesilerek öldürülür. Bu iş için özel af çıkarılmış, tutuklular, Ermenileri öldürmek koşuluyla salıverilmişlerdir. Nazaret’in zoraki celladı insaflı biri çıkar. Tam kesmez boğazını ama aldığı bıçak yarası Nazaret’in ses tellerini kesmiştir; artık konuşamayacaktır...

Nazaret, bu acılı tehcir sürecinde, tek başına ölüm kalım savaşı vermek zorundadır artık. Ailesinden geriye sadece ikiz kızlarının sağ kaldığını öğrenince, hemen onları aramaya karar verir. Asıl film, yaklaşık 50 dakika süren bu uzun girişten sonra başlayacaktır... Nazaret’in yolu Halep’ten Kübaya, oradan da ABD’ye kadar uzanır. Senaryo bir ara, kızılderili soykırımına bile göndermede bulunur. Sonunda kızların izini ABD’de bulur Nazaret. Biri mezardadır; diğeri sakat kalmıştır...

Çarpıcı politik ve toplumsal konuları işleyen filmleri gündeme getirmesieyle ünlü Venedik Film Festivali, Akın’ın “Yara” adlı filmiyle bu geleneğini sürdürüyor. Filmin pek çok ülkede yankı uyandırması beklenirken, “Yara”nın Türkiye’de gösterilip gösterilmeyeceği, gösterilirse ne gibi tepkilerle karşılaşacağı da merak ediliyor.

Ancak, Akın’ın filminin, yönetmenin bugüne kadarki çizgisi açısından da belirli bir düş kırıklığı uyandırdığını belirtmek gerekiyor.

Özetleyelim: “Yara”, ne yazık ki, derinleşmek istedikçe yüzeysellikten kurtulamayan bir film. Senaryosu dağınık, epik bir ton tutturmaya çalışan sinema dili ise oldukça demode…

Büyük yapımların gerektirdiği formatların tuzağında bocalayan Fatih Akın, hümanist ve gerçekçi bir bakış açısıyla Ermenilerin yaşadığı faciayı anlatan tarihi bir fresk çizme hedefine ulaşamıyor.

Herkes kendi dilini konuşurken, Ermeni karakterlerin İngilizce konuşuyor olmalarının yarattığı bir sıkıntı da söz konusu. Örneğin, Roman Polanski’nin Varşova gettosunda herkesi İngilizce konuşturmasını zamanında eleştirmiştik, ama « Piyanist »in en azından doyurucu bir bütünlüğü, sağlam bir mizanseni vardı…

Venedik’te yapılan basın toplantısında bu konu gündeme gelince Fatih Akın « Ermenice bimiyorum. Çekim aşamasında, setteki oyuncuları iyi yönetebilmem, onlardan yüksek performans elde edebilmem için ne söylediklerini, nasıl konuştuklarını anlamam gerekir. Kaldı ki iki değişik Ermenice var, hangisini kullanacaksınz ? « diyerek kendini savundu.

Tarihi gerçeklerle yüzleşmenin kaçınılmazlığı, yeri geldiğinde o gerçeklerin acımasızca yüzümüze vurulmasını da gerektirebilir. Hattâ, gerektirmelidir de. Fatih Akın gibi Altın Aslan adayı olan Joshua Oppenheimer «Sessizliğin Bakışı » adlı belgeselinin konusu olan soykırım gerçeğini, o insanlık suçunu fiilen işleyenlerin yüzüne vurmaktan kaçınmıyordu. Hem de, kanlı sahnelere, vahşetin klişeleşmiş görüntülerine gereksinim duymadan yapıyordu bunu; üstelik, konusunu derinlemesine irdeleyerek.

Fatih Akın, yalnızca kendi iç sesini dinleseydi, sinemasal hedeflerini biraz daha aşağıya çekseydi, kahramanı demirci ustası Nazaret’in kaybolan kızlarının izini sürüşünü okyanusları aşmadan, daha mütevazı bir bütçeyle yerel boyutlarda anlatsaydı kuşkusuz daha başarılı olurdu…


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon