"Trump, AB ile Türkiye'yi yakınlaştırdı"

ABD ile yaşanan krizi değerlendiren EDAM Yönetim Kurulu üyesi Can Selçuki, ABD Başkanı Donald Trump "çok zor bir işi becererek Türkiye ile AB'yi yakınlaştırdı" diyor.

Abone Ol google-news
Yayınlanma: 17.08.2018 - 13:49

Washington ile yaşanan Brunson krizinde Türkiye'nin ABD'nin yaptırımlarına karşı ekonomik ve siyasi seçenek arayışları, gözleri yeniden Avrupa ülkelerine çevirdi. Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Yönetim Kurulu üyesi ve İstanbul Ekonomi Araştırma Genel Müdürü Can Selçuki, Avrupa Birliği ile Türkiye'nin son yıllarda pragmatik menfaatler üzerinden ilişki yürüttüğüne dikkat çekiyor. DW Türkçe'den Aslı Işık'ın sorularını yanıtlayan Selçuki, "Trump hakikaten çok zor bir işi becererek, Türkiye ile AB'yi yakınlaştırdı" değerlendirmesini yapıyor.

<haber-dikey:1057609>

Türkiye, ABD ile yaşadığı kriz karşısında başka ülkelerle ekonomik iş birliği arayışında. Katar'la görüşme yapıldı. Katar'ın 15 milyar dolar yatırım yapacağı belirtiliyor. Sizce, bu hamlenin Türk ekonomisine nasıl bir katkısı olur?

 Can Selçuki: Katar'dan gelecek 15 milyar dolar önemlidir ama Türkiye'yi ne vezir eder ne rezil. Esas konu bu para nerede kullanılacak. Katarlılar burada fabrika mı kuracak, İstanbul'daki bir inşaat projesinin sponsoru mu olacak. Rakama odaklanıp, ekonomik tercihlerimizi kaçırıyoruz. 2009 sonrası para bol iken, global likiditeden Türkiye de payını aldı fakat yatırımları dönüşümü yüksek olmayan, inşaat gibi alanlara yaptı. Şimdi de bunun cezasını çekiyor. Çeşitlendirmek önemli ama Katar'dan gelen miktar Türkiye'ye çok büyük bir siyasi destek değildir. Katar'ın biraz konumuna bakmak gerekir. Yakın zamanda çok ciddi bir tecrit problemi yaşadı. Çok da makbul bir partner değil.

 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron'la görüşme yaptı. Ekonomik krizin gölgesinde AB ülkeleri ile yakınlaşma söz konusu mu sizce?

 Trump hakikaten çok zor bir işi becererek, Türkiye ile AB'yi yakınlaştırdı. Trump, global ticaret anlaşmalarının pazarlığa açılması gerektiğini, çok taraflı ticaret sisteminin ABD'nin zararına olduğunu ve bunları tekrar pazarlığa açacağını söyleyerek seçildi. Nitekim, Transatlantik ve Pasifik Anlaşmalarını askıya aldı. Çin'e ve AB'ye gümrük vergileri uygulamaya başladı. Türkiye de, en son siyasi gerilimin bir parçası olarak bu politikadan nasibini aldı. Türkiye'nin demir-çelik ve alüminyum ürünlerine ilk gümrük vergisi 23 Mart'ta yürürlüğe girdi. Geçen hafta vergiler iki katına çıkarıldı. Trump'ın bu duruşu, çok taraflı serbest ticaretten yana olan AB'yi son derece kızdıran bir tutumdu. Burada, AB ile Türkiye arasında ortak paydada buluşma söz konusu oldu. Doğru kullanılabilirse bu ortak paydada komisyonların ilerletilmesi aslında mümkün. Bu Türkiye'nin de isteyeceği bir şeydir çünkü Türkiye şu anda dış politika portföyünü çeşitlendirmek durumunda.

Hükümet AB'yi yeniden bir çıpa olarak görür mü?

 Bu aşamada bunu söylemek çok iddialı olur çünkü bu işler olmadan önce her iki taraf da daha pragmatik bir yaklaşımı benimsemişlerdi. Kopenhag kriterlerini bir tarafa bırakıp, mülteciler ticaret ve enerji gibi konular üzerinde diyalogu benimsemişlerdi. Her iki taraf için de daha pratik menfaatler temeline dönmüştü ilişkiler. Yine böyle yürür. AB ile ilişkilerin o aşamasından çok uzaklaştık. AB'nin tekrar çıpa olması, fiilen ölmüş ama hukuken devam eden müzakere sürecinin tekrar açılması demek. 2007-8'e dönmek demek. Daha oradan uzaktayız.

 Rusya ve İran'la milli para ile ticaret fikrine nasıl bakıyorsunuz? Hayata geçirilmesi mümkün mü? Türkiye'nin batı dışında, ekonomik ve siyasi seçenekleri var. BRICS ya da Şangay Beşlisi gibi…

 Öncelikle şunu görmek lazım BRICS, bir organizasyon değil, bir kavram. AB ile mukayese edilecek bir yapı değil. Keza Şangay Beşlisi de öyle. O da AB gibi derin siyasi ve ekonomik entegrasyonu ifade eden bir yapı değil. Kurumlar seviyesinde AB'ye alternatif yok. Ama ikili ticarette ülkelerin Dolar ve Euro ile değil kendi para birimleri ile ticaret yapması üzerinden bir ekonomik iş birliği görüşmeleri oluyor. Ekonomik perspektiften bu doğru bir hareket. Bu, Türkiye'nin ticaret açığı olan ülkelerle bunu yapması menfaatine olur. İran'a karşı ticaret fazlamız var ama Rusya'ya öyle değil. Türkiye'nin, orta ve yüksek teknoloji ürünlü ihracatının çok büyük bir kısmı AB'ye yapılıyor. AB, hala en büyük ticaret partneri. Türkiye'nin uzun dönem kalkınması için orta ve yüksek teknoloji temelli ürün üretebilmesi ve ihracatı yapabilmesi lazım. Dolayısıyla temel hedefimizin AB ülkeleri olmalı ama bu ülkelerle TL üzerinden ticaret yapmak gerçekçi bir senaryo değil. Kısa vadede, TL cinsinden dış ticaretimizi ciddi anlamda yükseltebileceğimizi düşünmüyorum ama doğru bir adım. İş adamı ve ticaretle uğraşanlar, esas menfaatin orta ve uzun vadede AB'de olduğunu görüyor.

 Erdoğan'ın Merkez Bankası'nın bağımsızlığı konusundaki para politikası, finans kapitalin kurallarına uymuyor. Sizce bu fikir ayrılığının arkasında yatan sebep nedir?

 Cumhurbaşkanı birçok konuda çok tutkulu bir lider ama faiz konusunda özellikle çok tutkulu. Yüksek faize karşı ciddi bir karşı duruşu var. Bunun iki nedeni olabilir- birincisi dünya görüşüyle ilgili olabilir, ikincisi yüksek faiz ekonomi için hayırlı bir iş değil. 90'larda bunun sıkıntılarını yaşadık. Yüksek faize karşı olmak kötü değil ama buna karşıysanız, faizin yükselmesini engelleyici reformları yapmak için de aynı tutkuya sahip olmalısınız. Biri tek başına olmuyor. Ekonomi, birbirine bağlı değerlerin, beraber çalıştığı bir sistem. Hem faiz yükselmesin, kur aşağıda kalsın, hem enflasyonu kontrol altında tutalım. Hepsi bir arada olmuyor. Faizi düşürmek istiyorsanız, başka hamleleri de aynı kararlılıkla uygulamaya sokuyor olmalısınız. Mesela vergi adaleti, kamu harcamalarına kısıtlama, yatırım önceliklerinin doğru yapılması, kamu maliyesine ciddi yükler getiren kamu özel ortaklıklarının yeniden değerlendirilmesi gibi.

 Erdoğan'ın gerilimi yükselten politik söylemleri ve ABD'den ithal ürünlere ek vergi uygulama kararının reel sektörden, işsizlik, yoksulluk gibi sosyal sorunlara kadar birçok toplumsal maliyeti olması bekleniyor. Başkanlık sistemine geçişi sağlamış bir Erdoğan, bu maliyeti neden göze alıyor?

 Cumhurbaşkanı'nın siyasi geçmişine baktığımızda kavgayı ve risk almayı sevdiğini görüyoruz. Kuşkusuz artan gerilimin ekonomik sonuçlarının seçmen nezdinde bir karşılığı vardır. Bunun tek bir rasyonel açıklaması olabilir, Cumhurbaşkanı bulunduğu yerde, kendini bu siyasi riskleri alacak durumda görüyor.

 ABD'nin ekonomik yaptırımları iki bakanın malvarlığının dondurulması ile başladı. Bunun ekonomik etkisi sıfır ama ilişkiler açısından siyasi göstergedir. Daha sonra vergiler iki katına çıkarıldı. Bunun bir nebze daha fazla etkisi var çünkü dünyada ilk on demir çelik üreticisinden biri ama bu da Türk ekonomisini yerle bir edecek bir durum değil. Bir kavga var, diyoruz ama Kur'un artmasının dışında şu anda yaptırımların etkisi yok. Ama kur artışının fiyatlar üzerinden hane halkına etkisini göreceğimiz zamana geldik. Yönetim, bunun bir 'milli beka meselesi ve de biraz cefa çekilecek' söylemini oturtmuş durumda. Cefa hakikaten çekilmeye başlandığında, seçmen davranışı nasıl olur, bunu bilmek zor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler