Taro Emir Tekin: En mutlu olduğum yer kendi bedenim

23 yaşındaki oyuncu, Şevval Sam ile Metin Tekin’in oğlu. Oxford’da oyunculuk eğitimi alan Taro Emir kendini dürüstçe anlatabildiği için bu mesleği seçmiş.

Yayınlanma: 19.12.2020 - 16:00
Taro Emir Tekin: En mutlu olduğum yer kendi bedenim
Abone Ol google-news

Sadakatsiz’de canlandırdığı Selçuk karakteriyle insanların tüylerini diken diken eden Taro Emir Tekin’de sizlere tanıdık gelen birşeyler olmalı. 23 yaşındaki oyuncu, Şevval Sam ile Metin Tekin’in oğlu. Oxford’da oyunculuk eğitimi alan Taro Emir kendini dürüstçe anlatabildiği için bu mesleği seçmiş, “Bir sürü varoluşu kendi bedeninde keşfediyorsun” diyor. Adaletsizliğe sinirleniyor, gücü olanın bunu kötüye kullanmasına ve canlıların alanının ihlal edilmesine... Taro Emir Tekin’le Sadakatsiz’den girdik, Oxford yıllarına kadar konuştuk...

- Sadakatsiz’de canlandırdığın Selçuk Dağcı karakterinden bahseder misin biraz?

Selçuk Dağcı, aslında günlük hayatımızda haberlerde maalesef karşımıza çıkan bir karakter. Ciddi psikolojik sorunları olan, neredeyse sosyopat denilebilecek seviyede empati yoksunluğunda olan bir karakter. Babasını tanımıyor, annesi alkolik, bu yüzden de çok göz ardı edilmiş Selçuk büyürken. Bundan dolayı da aidiyet duygusu eksik. Sevginin ne demek olduğunu bilmediği için hastalıklı bir sevgi algısı var; kız arkadaşından hem ayrılamıyor ama hem de ona şiddet uyguluyor. 

- Rolü nasıl aldın? 

Neslihan Yeşilyurt’la kısa film çektik. Orada çok güzel anlaştık. Sonra bana Selçuk karakterinden bahsetti. Ondan sonra bir deneme çekimi süreci başladı. Sonra, üzerine konuştuk; Selçuk’u nasıl kodlayabiliriz diye, çünkü az materyalimiz vardı karakter analizi olmasına rağmen. Sonunda, biraz yolda da keşfedeceğimiz bir karakter olduğuna karar verdik. Ben sunabileceklerimi söyledim, yapım tarafı da kabul etti ve bana bir şans verdi. 

- Nasıl hazırlandın?

İlk olarak uzman psikolog Zehra Olcay Tuna’yla Selçuk karakteri üstüne konuştuk. Onun karakter özellikleri üstüne de bana fikir verdi. Benim de gözlemlerimle ve araştırmalarımla Selçuk’un genel hatları ortaya çıktı. Selçuk’un Tekirdağlı olduğu ve oranın şivesiyle konuşması gerektiği bana söylenmişti. Onun üzerine ben de karakterin fonetik notalarını tanımlayıp kendi konuşmamı biraz ona göre değiştirdim. Sonra karakterin fiziksel yapısını belirledik. Kartal gibi bir hayvan seçtik. Mesela Selçuk’un omuzları geride duruyor; postürü, göğüs dışarıda omuz geride durması bana kanatları andırıyor, kartal üzerinden ilerlediğim için. Sürekli tek başına olması ve her an saldırma potansiyeli de bu hayvanı seçmemdeki sebeplerden biri. Fakat dediğim gibi yolda daha çok keşfettik Selçuk’u. Aynı zamanda partnerim Nazlı Bulum’un fikirleri ve onun karakteriyle arasındaki dinamik de Selçuk’u daha doğru tanımladı. 

- Oxford’da tiyatro okuduğunu biliyorum. Müthiş olmalı. Nasıl girdin?

İngiltere’ye okuma fırsatı çıktı, ben de bunu değerlendirdim ve lisede İngiltere’ye yerleştim. İlk senemde sosyoloji, fotoğrafçılık, sanat tarihi ve drama okudum. Sonra ‘University of the Arts London’ın yürüttüğü bir ön hazırlık programına girdim. Bunun için tabii 2 klasik 2 modern metin hazırlayıp bir seçme sürecine giriyorsunuz. Bu süreç 5 etaplı oluyor; doğaçlama, şan, dans, hareket ve bu materyallerin sunumu olarak. Bu deneme çekimi sürecinden sonra ‘University of the Arts London’ın bu ön hazırlık programına girdim. Orada kompozisyon, caz tarihi, ışık ve yoğunlukla drama eğitimi aldım. Ondan sonraki sene Cambridge’de ‘Royal Academy of Dramatic Arts’ın yürüttüğü bir hazırlık programına girdim. Burada drama üzerine daha detaylı çalışmalarda bulunduk; hareket, ses, nefes vb. Ondan sonra bir yıl eğitime ara verdim. Bir yıl durmak istedim. Ve o süreçte de daha sonra almak istediğim eğitime karar verdim. Çünkü aslında biraz sahaya çıkmaya ihtiyacım vardı. Yaparken öğrenmenin bendeki karşılığını biliyorum, hayatı deneyimleyerek öğrenen bir insanım. Bana bir alet kutusu verebilecek bir program arayışına girdim. Üniversite derecesinden ziyade, drama okullarının kapsamlı bir yıllık eğitimlerini araştırdım. Birkaç üniversitenin seçmelerine girdim. Oxford School of Drama da dünyanın ilk 10 okulundan biriydi. Oranın da seçmelerine girdim ve çok güzel geçti. Bana bir şans tanıdılar ve okula kabul edildim. Woodstock’ta bir çiftlik havasında her şeyden izole bir şekilde çalışıyorduk. Bütün drama okullarından hocalar vardı ve hepsiyle orada bire bir zaman geçirebiliyorduk. Bu da aslında bizim kendi materyalimizi anlamamız açısından çok yararlı oluyordu. Oxford’da beni en çok etkileyen olay da şudur ki; bize okula ilk girdiğimizde bir konuşma yapmışlardı ve bu okulda rekabetin olmadığını aksine bu okulun bir keşif ve oyun alanı olduğunu söylemişlerdi. Beni en çok bu etkilemişti aslında. 

- Biraz Oxford yıllarını anlatır mısın?

Muhteşem yıllardı. En aşık olduğum işi en güzel yerinde tecrübe etme şansım oldu. Ben aktörlüğü hiçbir zaman kariyer seçimi olarak düşünmüyorum. Aktörlük benim karakterimin tanımı aslında. Hayatta o şekilde var oluyorum. Fakat benim için eğitim bitmiş değil. Ben doğru zamanı yakaladığımda geri dönüp biraz daha eğitim almayı planlıyorum.

- Orada şansını denemeyi düşünmedin mi?

Düşündüm tabii ki. Orada biraz iş de yaptım hatta tiyatro yaptım daha çok. İskoçya’da müzikalde oynadım mesela. Orada da devam etmeyi düşünüyorum. Ben göçebe gibi yaşayan bir insanım, çok fazla bir noktada duramıyorum. Oraya gittiğimde de şansımı yeniden deneyeceğim ama ana dilimde oynamayı çok merak ediyordum. Ben 8 yıl İngiltere’de yaşadım ve 8 yıl İngilizce eğitim aldım. Dilin fonetik kimyası, insanların ifade ediş biçimi ve beden dili kullanımı bambaşka olduğu için; acaba Türkçe’den uzak mı kaldım gibi bir düşünceyle gelip burada ana dilimde oynamak istedim.

ANNEMLE BABAM ÇİZGİSİNİ BOZMADI

- Çok güçlü bir aileden geliyorsun. Şevval Sam ve Metin Tekin’in oğlu olmak nasıl bir duygu?

Muhteşem bir duygu. Çünkü aslında onlar da kendi bireysel yetenekleriyle bu hayatta bir yerlere gelmiş insanlar ve annemle babamı tanıdığım kadarıyla o çizgilerini bozmamış insanlar. Herhangi bir menfaat ve çıkar önünde duruşlarını değiştirmemiş insanlar. Bu bana çok güzel bir örnek oluyor. Kendi yeteneğimin hakkını vermem için çok güzel bir motivasyon sağlıyor. Benim her zaman sırtımda bir el vardı, fakat hiçbir zaman kısıtlanmadım. Her zaman özgür bırakıldım ve kendimi ifade etmek için sonsuz bir alan verildi bana onlar tarafından. Bunun da onlarında kendi tecrübelerinden geldiğini düşünüyorum. O yüzden muazzam bir duygu ve ikisini de birbirinden çok seviyorum. 

- Çocukluğun nasıl geçti? Nerede?

Çocukluğum çok güzel geçti. Çocukluğumda babam bazı takımları çalıştırdığı için çeşitli şehirlerde kısa zamanlar geçirdim ama o zamanlar daha ufaktım. Genelde İstanbul’daydım. Annem, özellikle bana çok güzel aktiviteler yaratırdı her zaman. Aktif olarak oturup hayal kurduğumuz egzersizler yapardık. Yani benim çocukluğum çok güzel geçti ama ergenliğim biraz sert geçti. Ergenlikte biraz zincirlerimden kopup kendi konfor alanımdan çıkmaya başladım. 

- Üniversiteye kadar iyi bir öğrenci miydin?

Hayır, katiyen değildim. 2 kere okuldan atıldım. Akademik hayatım hep çok kötüydü. Benim dikkat eksikliğim var. Büyük ihtimalle bundan kaynaklı, aldığım ders benim fiziksel olarak içselleştirebildiğim bir şey olmadığı zaman genelde çok dikkatim dağılırdı. Fakat çok kötü bir öğrenci olmama rağmen, çok değerli ve bana destek veren insanlarla kesişti yolum. Şişli Terakki’de okudum zaten 8.sınıfa kadar. Ondan sonra Pera Güzel Sanatlar Lisesi’nde okudum. 2 okulda da benim durumumun farkında olup bana yardım etmek için çok çabalayan insanlar oldu. 

- Oyuncu olmaya nasıl karar verdin?

Hayatta çeşitli deneyimler ve tecrübelerden geçince insan bunu bir şekilde anlatma ihtiyacı duymaya başlıyor. Benim de kendimi en dürüstçe anlatabildiğim yolun oyunculuk olduğunu keşfettim. Annem ve anneannem bu konuda bana örnek oldular. 

- 23 yaşında bir genç olmak kolay mı?

Ben çok yaşımın tadını çıkaran bir adamım. 15 yaşında da öyleydim, 12 yaşında da öyleydim. Yaşımı çok seviyorum, yaşanmışlığımı çok seviyorum. Şu anki algımın belki ileride değişeceğinin ve muhakememin yetersiz olabileceğinin farkındalığındayım. Bu farkındalığı hep kafamın bir kenarında tutup bugünün bana sunduğu her şeyi tecrübe etmeye çalışıyorum. 

- Gelecekten neler bekliyorsun?

Benim gelecekten beklentim nefsi bir taraftan gelmiyor. Benim kendi büyüme olgunlaşma sürecimde başka hikayeler anlatabilmeyi bekliyorum. Başka varoluşları keşfedeyim istiyorum, gelecekten beklentim aslında sadece sanat yönünde. 

- Hiç başka bir mesleğin olmasını istedin mi?

Bizim mesleğin en güzel yanı o. Çünkü binlerce başka mesleği dürüstçe tecrübe edebiliyorsun bizim mesleğimizde. O yüzden istemedim. Bir sürü varoluşu kendi bedeninde keşfediyorsun. 

- Tatillerinde ne yaparsın?

Ben biraz evcimen bir adamım, biraz asosyalim. Çok fazla tatillerimde; çıkıp şuraya gidelim, buraya gidelim demem. Benim okuduğum okulda 68 ülkeden öğrenci vardı bu yüzden dünyanın her yerinden çok fazla arkadaşım var ve hepsi beni çağırıyor. Dolayısıyla tatillerde zaman zaman onları ziyarete gidiyorum ve onların sosyal ortamlarını tecrübe ediyorum. Bu bana çok keyif veriyor.

- Yemek yapar mısın? Neler?

Hiç mütevazı olamayacağım, iyi yemek yaparım. Yemek yapmak en sevdiğim şeylerden biri. Hatta meşhurdur arkadaşlarım arasında sofram. Çok sıklıkla sofra kurarım onlara. Cheesecaketen daha gurme yemeklere kadar… 

- Sporla aran nasıl? Babanın unutulmaz maçlarını izledin mi?

99 depreminde bizim Değirmendere’de bir evimiz vardı, İzmit taraflarında ve Değirmendere’deki evdeydi babamın bütün kayıtları. Ondan dolayı depremde biz o kasetleri kaybettik ve ben Youtube’dan gördüğüm kadarıyla biliyorum babamın futboldaki performansını. Benim futbola hiç ilgim yok bu arada. Fakat sonuna kadar koyu bir Beşiktaşlıyım sadece. Bunun dışında spor ile alakalı olarak buz hokeyi oynadım yıllarca. Daha çok ekstrem sporlar yapıyorum; yamaç paraşütü, kaykay gibi... Hayranı olduğum, çok yakından takip ettiğim ve yaptığım bir de muay thai ve karma dövüş sporları var. 

- Boş zamanlarında neler yaparsın?

Piyano çalmaktan ve resim yapmaktan çok keyif alıyorum. Aslında sanatın bütün dallarına çok ilgi duyuyorum ve boş vaktimi de bu gibi aktivitelere vakit ayırarak geçirmeyi tercih ediyorum.

- Neler okursun?

Ben aslında çok fazla roman okumam. Roman okumaktan çok fazla keyif alamıyorum nedense. Belki de çok çabuk dikkatim dağılıyor diye. Tiyatro metni okumayı çok seviyorum ama. Psikolojiyle ilgili makaleler okumayı seviyorum. Bir de Quantum fiziğini merak ediyorum ve onla ilgili okumalar yapmayı seviyorum. Sean Carroll’un hatta çok güzel bir kitabını okudum yakın zamanda. 

- Hangi sosyal sorumluluk projelerine katıldın veya katılmayı düşünüyorsun?

Ben insan haklarını ihlal eden, yaşam hakkını ihlal eden, hayvan haklarını ihlal eden her projeye destek vermek isterim. Bu desteğimi de bugüne kadar bireysel seviyede veriyordum. Bundan sonra da elimden geldiğince farklı sosyal sorumluluk projelerinin içinde yer almak istiyorum.

- Seni en çok sinirlendiren şeyler neler?

Adaletsizlik sanırım. Güçlü olanın gücünü kötüye kullanması ve canlıların alanının ihlal edilmesi beni çok sinirlendiriyor. 

- Kendini en mutlu hissettiğin yer neresi? 

Kendi bedenim. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum ve şükrediyorum. Bunu bir şekilde dünyaya geri döndürmem gerektiğini düşünüyorum. Bunu yapabildiğim takdirde tam anlamıyla en mutlu hissettiğim yer, kendi bedenim olacak.

- Yanında en mutlu olduğun kişi kim? Ne yaparsınız?

Galiba öyle en’lerim yok. Benim hayatımda çok değerli 6 tane yakın arkadaşım var, ailem var. Çok güzel aile ilişkilerim var. Sevgiyle büyümüş bir insanım. Yakınlarımı çok seviyorum ve hepsiyle geçirdiğim her an benim için çok değerli ve en keyifli an oluyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler