Tanpınar arşivinin ilk meyvesi: ‘Suat’ın Mektubu’

MSGSÜ bünyesinde kurulan Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Araştırmaları ve Uygulama Merkezi’nin Tanpınar arşivi üzerinde çalışmaları devam ediyor. Bu çalışmaların ilk meyvesi ise “Suat’ın Mektubu”. Metin, “Huzur”un önemli karakterlerinden Suat’ın intiharının ardından, geride bıraktığı mektubu ve ilk kez kitaplaşıyor. Kitabı yayına hazırlayan Handan İnci ile “Suat’ın Mektubu”nu, metnin bulunuş sürecini ve Tanpınar'ın kendisini konuştuk.

Tanpınar arşivinin ilk meyvesi: ‘Suat’ın Mektubu’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.03.2018 - 15:20

-Suat’ın Mektubu’nu konuşmaya Tanpınar Merkezi’nden başlamak gerekir diye düşünüyorum. Sonuçta merkezin çalışmalarının bir meyvesi olarak karşımızda. Nasıl gelişti bu süreç? Aynı şekilde kitabın ve belgelerin hikâyesiyle birlikte dinleyelim mi sizden?

- Belki hatırlayacaksınız; Suat’ın Mektubu’nu ilk fark ettiğim tarih bundan çok eskiye dayanır. Tanpınar Sempozyumu’nu yapıyorduk. O tarihte arşivde şöyle üstünkörü bir araştırma yaparken Suat’ın Mektubu’nun ilk sayfasını ve hiç bilinmeyen 70 kadar fotoğrafını buldum. Bütün arşivi inceleme şansım yoktu. Mektubu o sırada Kültür Bakanlığı için hazırladığımız ve yayımın son aşamasında olan Tanpınar kitabının içine koydum, fotoğraflardan da sempozyumun tanıtımı için “Dünyam” adlı küçük bir dergi hazırladım. Niyetim arşive girip daha derin bir araştırma yapmaktı ama o sırada telif hakları nedeniyle ortaya çıkan kimi sorunlardan dolayı arşive dönüp o malzeme üzerinde yeniden çalışamadım.

- Uzaklaştınız mı?

- Hayır hiç uzaklaşmadım. Bu süreçte ben Tanpınar’la ilgili başka yayınlar yaptım. Ama aklım daha çok Tanpınar elyazmalarının modern arşiv kurallarına uygun olmayan koşullarda beklemesindeydi. Bunların mutlaka dijitale aktarılması ve yıpranmasının önüne geçilmesi gerekiyordu. Yani yola çıktığımda belgeleri yayımlamaktan çok korumaya odaklıydım. Türkiyat Enstitüsü’nün değerli müdürü Prof. Dr. Fikret Turan’ın müsadesiyle, 2017’nin sonbaharında, Marmara Üniversitesi Bilgi Belge Yönetimi ile de işbirliği yaparak üç kutu içinde muhafaza edilen bütün belgeleri dijitalleştirdik. Tüm belgeler karton dosyalar içinde üstüste tutuluyordu oysa her bir sayfanın ataş ve iğnelerden ayıklanmış olarak asitsiz, özel gömleklerin içinde durması gerekiyor.... Arşiv belgeleri Türkiyat’a geldikten sonra konu tasnifi yapılmadan karışık hâlde numaralanmış. Kırk dosya var. Biz bunları dosyanın arka yüzüne varana dek, boş sayfaları bile taradık. 6094 sayfa çıktı taramalarımızda. Taramaların bir kopyasını da Enstitü’ye bıraktık. Sonra tasnif işlerine giriştik. Bu sırada uzun süredir aklımda olan Tanpınar Araştırma Merkezi’ni de kurmak için harekete geçtim.
 

DEFALARCA YAZIP BOZMUŞ”

- Belgelerin saklanma koşullarını merak ettim doğrusu...

- Aslında saklama koşulları şimdi de aynı, değişmedi. Bu nedenle benim de arşivle işim bitmiş değil. Amacım bunları kopyalayıp yayımlamaktan çok gelecek kuşaklara da düzgün ulaşabilmesi için sağlıklı şartlarda muhafaza edilmesini, herkesin görebilmesi için en azından bir süre sergilenmesini ve iyi bir kataloğunun yapılmasını sağlamak. Bütün bunlar ciddi bir mali destek istiyor. Hepsi için özel malzeme ve ekip gerek. Merkez’in altından kalkabileceği iş değil. Tanpınar Merkez’i şu anda bütün etkinliklerini sıfır bütçeyle, tamamen kişisel olarak yaptığım ödemelerle yürütüyor. Akademi’deki ders ücreti de hocalarımıza ödeme yapmak için konmuştur. Ancak arşiv söz konusu olduğunda Merkez’in beni aşan ciddi bir desteğe ihtiyacı var, bunun için bazı girişimlerde bulunduk, sonuç bekliyoruz.

- Suat’ın Mektubu dışında başka neler var arşivde?

- Şu günlerde beni en çok mutlu eden Mahur Beste’nin yeni bölümlerinin çıkması. Bütün romanların arşivden çıkan yeni bilgilere göre edisyon kritikli baskılarını hazırlayacağız. Bunu daha önce Huzur’a da yapmıştım, biliyorsunuz. Arşivde o meşhur yarım kalan Teste çevirisi var. Şimdi Fransa’da bir ekip onun üzerinde çalışıyor. Ayrıca Fransız edebiyatına dair yayımlanmamış etüdlerinini de -mesela Nerval ve Valery üzerine çalışmış- yayıma hazırlayacağız. Günümüzde sahnelenen Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü Tanpınar bizzat piyes hâline getirmiş, onu yayımlayacağız. Arşiv belgelerine göre Aydaki Kadın belki bambaşka bir kurguyla sunulacak. Şiir taslakları var, defterlerinde epey malzeme var, gezi notları var, yayımlanmamış mektupları var... Daha çok iş var o arşivde anlayacağınız. Zaten arşivde bir hazinenin içine düşmüş gibiyiz. Tanpınar okurlarının bunlara ulaştıkça yaşayacağı mutluluğu düşününce ben de çok keyifleniyorum. Suat’ın Mektubu böyle bir arşiv çalışmasının ardından ilk yayın olarak ortaya çıktı.

-Tanpınar’ın dağınık çalıştığını biliyoruz. Bu özelliği yansıyor mu peki evraka?

- Yansımaz mı... Tanpınar daktilo etmiyor yazdıklarını, asistanları daktilo ediyor. Daktilo edilmesi demek o sayfanın yazarın elinden çıktığı anlamına gelmiyor, alıp üzerinde yeniden çalışıyor, notlar düşüyor… Suat’ın Mektubu’nunu okuyanlar görecektir bunu. Daktilo sayfasının da üstünü defalarca çizip dipnotlarla, eklemelerle cümleleri birbirine bağlayarak çalışmış, yeni sayfa numaraları vermiş. Üstelik eksik sayfalar da olduğu belli… Bunları anlamlı bir bütünlük içinde dizmek epey zor oldu. Bu tür arşiv çalışmalarında bir yazarın üzerinde derinleşen kişilerin mesaisi önemli. Neyi nasıl yapacağını az çok kestirebiliyorsunuz. Tanpınar’ın o çok okunaksız elyazısını çözmek yetmiyor, onun zihin dünyasını, kurgu biçimini, cümleleri nasıl sürdüreceğinin de tahmin etmeniz gerekiyor. Asıl mesele bu eksik metni tamir etmekte, kurgulamakta. Defalarca yazıp bozmuş. Bunu nereden anlıyoruz? Sayfaların üzerine konulan daktilo numaralarından... Birbirini takip etmesi gereken sayfalar arasında önemli boşluklar var. Bunu önsözde de dile getirdim; arşivde ciddi bir kayıp olduğunu düşündürüyor bu durum. Yazmış ama yok. O kadar belli ki yazdığı. O konudan diğerini atlaması için arada bir şeyleri yazmış olması gerekiyor. Nerede bunlar? Üstelik Türkiyat Enstitüsü’nün koyduğu numaralardan anlıyoruz ki gelişigüzel sıralanmış belgeler. Yani sadece Tanpınar dağınık çalışmamış belgeler de buna mukabil çok dağınık dosyalanmış. Daha da vahimi bu belgelerin üzerine el yazısıyla notlar düşülmüş. Asla yapılmaması gereken bir şey.

- Bu dağınık çalışma mevzuu aklıma Huzur’un yazılış sürecini getirdi. Kaç kez yazılmış bir roman Huzur? Bu da Tanpınar’ın dağınıklığına dair bir şeyler söyleyebilir bize. Dahası çalışma yöntemine...

- Çok şey söyler… Tanpınar çok titiz ve zor beğenen biri, sayfa elinden kolay çıkmıyor. Hatta o dönemde mürettipler Tanpınar’dan bir metin geldiğinde isyan edermiş, biz bunu okuyamayız, dizemeyiz diye. Tanpınar Arşivi’nin çok değerli bir çevrimyazı ekibi var, burada sevgili Banu İşlet’i, Hacer Er’i anmak isterim. Her sayfa defalarca onların elinden geçti. Bizim ekip mürettiplerin aşamasını çoktan geçti, su gibi okuyorlar Tanpınar yazısını. Sonra iş bu belgeler üzerinde çalışmaya geliyor ki, zorlayıcı olan o. Hangi sayfa nereye bağlanacak, hangi cümle nereye girecek. Burada tercihler yanlış yapılırsa metnin anlamı bile değişebilir. Suat’ın Mektubu’na anlamlı bir kurgu yapabilmek için defalarca kurup bozdum. Yazarın nasıl kurgulayacağını asla bilemeyiz, bu benim kurgumdur büyük ölçüde. Aynı şey Aydaki Kadın için de geçerli. Söylediğiniz gibi, Huzur örneği bu konuda bizim için bir uyarı olmalıdır. Huzur, önce Cumhuriyet’te tefrika ediliyor. Kitap orjinalinde dört bölümdür ama tefrikada sadece üç bölüm var. Suat sonradan yazılıp eklenmiş kitaba. Suat’ın olmadığı bir Huzur’u düşünsenize... Hatta daha başka bir şey yapmış, geriye doğru gitmiş ve Huzur’u ilk romanı Mahur Beste’ye bağlamış. Kitaplaştırdığı süreçte romanın üzerinde bu kadar büyük değişiklikler yapıyor Tanpınar. Bu demektir ki, ölümünden sonra tefrika bölümlerden alınıp yapılan kitaplar arşivdeki elyazmalarıyla mutlaka karşılaştırılmalı. Kitap için düzenleyemediği romanlar nihayetinde. İşte arşiv burada önem kazanıyor. Örneğin Mahur Beste’nin romana girmemiş bölümleri, sayfaları var. Bunlar şüphesiz romanı dönüştürürken kullanacağı bölümlerdir ya da yeniden yazacağı, ona ekleyeceği bölümler... Dolayısıyla bu türden edisyon kritikli yayınlar Tanpınar araştırmalarına yeni bir boyut kazandıracak.

- Peki Suat’ın Mektubu’nun Tanpınar külliyatına nasıl bir katkısı olur ya da olur mu? Huzur'la konuşan bir metin; orası kesin ama romana dair algılarımızı genişletiyor mu sizce?

- Bir katkısı olabilirmiş ama olmamış.

- Nasıl?

- Şöyle; Tanpınar istediği çapta yazamamış Suat'ın Mektubu'nu. Bu önemli bir konu, bunun üzerinde duralım. Huzur’u tefrikadan kitaba aktarırken Suat karakterini geliştiriyor ama onu yeterince derinleştirmediğini, Suat’ın meselelerini yeterince aktaramadığını düşünüyor. Aynı şekilde Suat’la Mümtaz arasındaki ilişkiyi yeterince işleyemediğini de... Hatta, "Suat’ın Mektubu diye yeni bir eser yazacağım," diyor. "Mümtaz’ın meseleleri orada daha farklı bir açıdan görülecektir," diye de ekliyor. Odağında yine Mümtaz var. Suat’ı Mümtaz’ın etrafında, onu açıklamak için kullanacak demektir bu. Ancak Suat'ın Mektubu'na baktığımızda Tanpınar'ın planladığı şekilde bir derinleşme göremiyoruz. Yine aynı çerçevede bir Suat var karşımızda. Ama bunu bir eleştiri olarak dile getiremeyiz çünkü elimizdeki metin yazarının, “İşte bu!” diye önümüze koyduğu bir kitap değil.
  

ESER AYRI, YAZAR AYRI DEMEM”

- Bu kitaptan sonra Suat hakkında farklı şeyler söylemek mümkün değil diyorsunuz…

- Üzerine pek bir şey koyduğunu söylemek zor. Huzur’daki karakteri boyutlandıran bir metin yok ortada. Ama eksik ve işlenmemiş bir metin elimizdeki sonuçta, bunu hiç unutmamalı.

- Suat'ın Mektubu aslında Huzur'da da var ancak biz onu görmüyoruz değil mi?

- Evet, Mümtaz’ın elinde görüyoruz bu mektubu. Durmadan açıp okuyor. Tanpınar'ın amacı da romanın sonunda sık sık sözü edilen bu mektubu ortaya çıkarmak. Huzur’dan hatırlayın, Mümtaz bu mektubu okuduğunda nasıl değişiyor? Çok etkileniyor. Nuran’dan ayrılmış ama onu değil Suat’ı düşünüyor. O mektubu neredeyse ezberliyor. Demek ki çok çarpıcı, yoğun bir metin var orada ama şu an elimizde tuttuğumuz metin o yoğunlukta değil. Mümtaz’ın dünyasını Nuran’dan uzaklaştıracak, altüst edecek bir metin değil. Ama haksızlık etmeyelim Tanpınar’a, bu onun izni olmadan, son noktayı koymadığı, üzerinde çalışmadığı, işlemediği bir metni yayımlayıp sonra da böyle konuşamayız.

- Bu yanıtınız yazarının izni olmadan, onayı alınmadan, ölümünden sonra yayımlanan metinleri ve onun üzerine çıkan tartışmaları aklıma düşürdü. Sizin görüşünüz nedir bu konuda? Kriterimiz ne olmalı, nasıl hareket edilmeli?

- Bu çapta bir yazara ait her türlü bilgi ve belgenin yayımlanması, hem araştırmacılar hem okurlar için haktır. Yazarın hayatına ait her türlü bilginin, eseri için önemli olduğunu düşünenlerdenim. Eser ayrı, yazar ayrı demem. Yazar eserin, eser de yazarın içinde. Birbirlerini anlamamıza ipucu veren iki birim bunlar. Ama "Eserde şöyle bir unsur var, o zaman yazar şöyledir" gibi bir bağ da kurulmaz. Doğrudan ilişki kurmak bu noktada sakıncalı şüphesiz. Ancak şu gerçek; anlamak için kullanacağımız bilgilerle doludur yazarın hayatı.

Yazarın ölümünden sonra metinlerinin yayımlanması meselesi gelince... Aydaki Kadın örneğin... Evrakı arasından çıktı ve izni olmaksızın yayımlandı. Bu romanı okumamak benim için büyük bir eksiklik olurdu. Tanpınar bunun yayımlanmasına izin verir miydi, zannetmiyorum. Çünkü şiirlerini bile neredeyse zorla elinden almışlar yayımlamak için. Bir avans vermişler ki verilen avansla mecbur kalıp yayımlasın. Buna rağmen iki sene oyalayıp yayımlatmamış şiirlerini. İzin vermeyecekti şüphesiz ama ben Aydaki Kadın’dan mahrum kalmak istemezdim bir araştırmacı ve okur olarak. Gelin meseleye Tanpınar’ı yazar olarak değil, okur olarak düşünerek yaklaşalım… Çok sevdiği bir yazarın, mesela Baudelaire’in ya da Dostoyevski’nin eksik de olsa daha önce bilinmeyen bir metni çıksa ortaya inanılmaz bir heyecan duyardı okumak için. Bu nedenle yazarlar, kendilerinin de bir okur olduklarını düşünüp kusura bakmayacaklar artık.
 
Suat’ın Mektubu / Ahmet Hamdi Tanpınar / Yayına Hazırlayan: Handan İnci / Dergâh Yayınları / 150 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler