Svetlana Aleksiyeviç: ‘Kötülük insanın ebedi yoldaşıdır!’

Kızıl medeniyetin tarihini yazan, sürekli yeni tanıklar arayan, sokaktaki insanları dinleyen 2015 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Rus yazar Svetlana Aleksiyeviç; Kafka Kitap tarafından yayımlanan Kadın Yok Savaşın Yüzünde, Son Tanıklar, Çinko Çocuklar, Çernobil Duası, İkinci El Zaman gibi yapıtlarında da, savaşın acılarını sayısız tanıkla ilk elden ortaya koyuyor. “Kızıl medeniyet” hakkında, tüm kitaplarından izler taşıyan ve yazımı otuz yıldır süren yeni kitabının ismi ise Ütopyanın Sesleri olacak. Türkiye için, “Bu ülke hakkında gazetelerde değil kitaplarda okuduklarımı seviyorum,” diyen Svetlana Aleksiyeviç ile yazın yaşamı ve kitaplarının oluşum süreçlerini konuştuk.

Svetlana Aleksiyeviç: ‘Kötülük insanın ebedi yoldaşıdır!’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 22.07.2021 - 00:02

‘SAVAŞ, DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ DARALTIR!’

- Svetlana Aleksiyeviç ne yapıyor, ne yapmaya devam ediyor? Sizi, sizden dinlemek isteriz.

Zaman topluyorum... Geri dönülemez bir biçimde sular altında kalmış kızıl medeniyetin tarihini yazıyorum. Tanık arıyorum. Sokaktaki insanları dinliyorum. Her kitap için 400-500 kişi.

Bunu yapmak bugünlerde daha zor. Koro yok, koro dağıldı! Herkes farklı bir şey için bağırır ya da sessiz kalır oldu. Kimse kimseye inanmıyor. Vaizler ve doğrular ortadan kayboldu! Bir yerdeler ama duyulmuyorlar.

Her şey bir yerde kalır. İnsan seslerini toplamak zor bir iştir, ancak yeterli değildir. Öncelikle başka bir şeye; zamanın sesini duymaya, onun ruhunu hissetmeye ihtiyaç var.

Dürüst Sovyet yazarlarımız çok yetenekli insanlar, fakat zamanla köleleştirildikleri için yapabileceklerini ve yapmak istediklerini ifade edemediler. Savaş, dünya görüşünü daraltır! Bir karıncanın süründüğünü duymak ve ağaçların çiçek açtığını görmek zordur.

‘YOL İNSANLARIYIZ... DEĞİŞİYORUZ!’

-Yazmaya başladığınız ilk günden şu güne yaşamınızda neler değişti?

Her birimiz yol insanlarıyız. Otuz yıl önce tamamen farklı bir insandım. Kitaptan kitaba, zamanla beraber ben de değiştim.

Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabım hâlâ insan doğasının güvenilmezliğine ilişkin çok zayıf, çekingen bir şüphesi olan, henüz romantik doğasını kaybetmemiş biri tarafından yazılmıştır, çünkü şu anda sahip olduğum o korkunç bilgilere henüz sahip değildim. Savaş dünyası bana daha anlaşılır görünürdü.

Fakat Çinko Çocuklar kitabım tamamen farklı bir kişi tarafından, Afganistan’daki savaşın farklı olduğunu anlayan ve bunun yurtseverlik kavramları ile açıklanmasını olanaksız bulan biri tarafından yazılmıştır.

DEĞERLER SİSTEMİ...

Kitabımın sözde, babalarının başarılarını sürdürdüklerini iddia eden çocuklara iftira atmakla suçlandığım ve Minsk’te iki yıl süren duruşmasında da görülmüştür:

Çeçenistan ve Afganistan’dan sonra savaş zaten bambaşka bir hâl alıyor ve orada bilmediğimiz, güçlü insanlar görüyoruz. Kendi içinde, kendisinden saklanan...

Hemşirelerden biri, çığlık atan yaralıların paylaştıklarını bana anlatmıştı: Öldürmeyi seviyorlar, bu onlar için büyük bir tutku... Sonra aşık oluyorlar, evleniyorlar, çocukları oluyor ama bu duyguların üstesinden gelemiyorlar. Bu, yurtseverlik hakkındaki mükemmel edebiyattan toplanandan farklı bir bilgidir.

Çernobil Duası da farklı başka bir yapıt, yazar sosyal anlayıştan varoluşsal bir anlayışa geçmiştir. Değerler sistemimize, genetik hafızadaki kelimelerin ötesine geçen devlete, fikirlere, mitlere odaklanmıştır.

‘SANAT, BİREY HAKKINDA PEK BİR ŞEY BİLMİYOR!’

Fark ettim ki sanat, birey hakkında pek bir şey bilmiyor. Sanat, sanatla beslenir ve nadiren yeni metinlere yönelir. Benim sanat türümün iyi yönleri, metinlerin her yerde olduğunu ve sadece kulak vermenizin, sokağa inanmanızın, köleleştirmeyen bir ideolojiye inanmanızın gerekliliğini vurgulamasıdır.

‘KEŞKE KÖTÜLÜK DEĞİL, DİRENİŞ KAHRAMAN OLSA!’

- Bir zafer çocuğu olarak yıkımla dolu anıları toplamaya ve kitap haline getirmeye nasıl karar verdiniz?

Kötülük, insanın ebedi yoldaşıdır. Ancak 20. yüzyılda özellikle yırtıcı ve sofistike hale geldi. Askeri konular en çok ilgilendiğim konulardır, İkinci Dünya Savaşı hakkında iki kitap, Afganistan hakkında bir kitap yazdım. Binlerce röportaj sırasında ne kadar korkunç şeyler duyduğumu tahmin edemezsiniz.

Ama beni en çok şaşırtan şey şudur: Bir komünizm ve faşizm ideolojisi var, ancak savaş söz konusu olduğunda, ideolojik düşünceler geride bir yerde kalıyor, bir düelloya dönüşüyor ve kimin insan olduğu, kimin olmadığını belli oluyor.

Bu noktada bunu belirleyen uğruna savaşılan fikirler değil, kişisel deneyimler, çevre ve kimin hangi yöne gittiği... Ve tabii ki insan doğası... Bazı insanlar başkalarına zarar vermekten zevk alırlar.

Ben savaşa katılmadım, sadece dinledim ve bir insanın aşırı durumlarda neler yapabileceğini asla hayal edemediğimi hissettim. Kötülüğe yakından bakmaya başladığınızda, tehlikeli olduğunu biliyorsunuz.

Nietzsche’in yazdığı gibi: “Uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar”. Kötülükten söz ederken, kötülük kahraman olmasın ama insanların ona direnişi kahraman olsun derler, buna inanmak zor. Kötülüğün ön plana çıkmaması benim ustalığımdır diye düşünüyorum.

Kadın Yok Savaşın Yüzünde’yi okuduğunuzda, kötülüğün sonsuzluğunu veya insan ruhunun onu yenebileceğini mi düşündünüz?

‘KORKULARI DEĞİL RUHLARI TOPLUYORUM!’

- Sözlü kültür geleneğini yazılı kültüre aktarıyor ve geçmişi ölümsüz kılıyorsunuz. Yazdıklarınızla toplumsal belleğe katkıda bulunuyorsunuz. Belleği oluşturma aşamasında ne tür zorluklar yaşadınız?

Bana afet yazarı dedikleri zaman bunu kabul etmiyorum. İnsanların korkularını değil ruhlarını topluyorum. Yol boyunca hep efsanelerle karşılaşırsın ve onlar bir kişinin kendi içine dürüstçe bakmasını engeller.

Kitaplarımın hiçbirinin kolay bir kaderi yoktu. İlk kitabın seti dağıtıldı, ikincisi Gorbaçov iktidara gelene kadar iki yıl boyunca basılmadı. Çinko Çocuklar için yargılandım, Çernobil Duası, Beyaz Rusya’da yayımlanmadı. Hem Batı’da hem de Amerika’da birçok büyük ödül almış olmama karşın günümüzde dahi devlet yayınevlerinde yayımlanmıyor.

‘ÜLKEYİ KANA BULAYAN FİKRİ ARAŞTIRIYORUM’

Benim asıl duygularım içimde yaşanıyor. Tanrı bu dengeyi ve dünyaya karşı dostluğunu korusun!

Otuz küsur yıldır "kızıl medeniyet" hakkında, kendi kendisinin anlattığı bir ansiklopedi yazıyorum, ismi: Ütopyanın Sesleri.

Ülkeyi kana bulayan fikri araştırıyorum. Komünizmin 90’lı yıllarda kolay ve hızlı gittiğini hayal ettik, ama gitmedi. Özgürlüğe giden yol uzun oldu...

‘İÇİNDE BÜYÜDÜĞÜMÜZ ACI KÜLTÜNÜ KABUL ETMİYORUM!’

- Kitaplarınızın araştırma süreçlerinde yüzlerce insanla konuştunuz. Sayısız acıya tanık oldunuz. Sizi en çok ne şaşırttı?

Bazen yolun sonuna kadar gidebilmek için gücümün olmayacağını düşünüyordum. Şaşırtıcı olan şu ki, insanlar kendileri hakkında nadiren “ben” yaptım şeklinde yorum yaptı. Daha çok “biz” kazandık, “biz” inşa ettik kelimeleri duydum. İnsanların kendi yaşamı, günahları, sırları hakkında konuşmaya başlaması için insan ruhuna ulaşmak zordu. Bu neyi açıklar? Yaşamımıza değer vermediğimizi. İnsanların kendi yaşamları ve anıları yok gibiydi, her şeyleri ortak sayılıyordu. Kimse şu şekilde yorumlamıyordu: Seviyordum, düşünüyordum. Batı insanlarından her zaman tersini duyarsınız: Yaşadım, sevdim!..

İçinde büyüdüğümüz acı kültünü kabul etmiyorum. Sen yoksun biz varız, vatan için ölmelisin. Folklorumuzda bile şöyle söyleniyor: “Rabbim dayandı ve bize de dayanmamızı söyledi.”

Acı çekmek acıya yol açar, bu bir tür kısır döngüdür. Benim için artık yaşamın kendisinden daha önemli bir şey yok. İçimdeki hüzünlü korodan bir şeyleri ayırmak zor. İnsanların koroda olduğu zaman hakkında yazıyorum. Şimdi ancak yalnız bir insan sesi duymak olanaklı.

‘BU YENİ BİR SAVAŞ: ÖNCE KADINLAR VE ÇOCUKLAR!’

- Savaşlarda kadınların ve çocukların da erkekler kadar savaştığını, yara aldığını çarpıcı bir dille okura aktarıyorsunuz. Anlatılanları dinlerken, sözcüklere dökerken siz ne kadar yaralandınız?

Kadınlar ve çocuklar… Bu yeni bir savaş dünyası, bu farklı gözlerle görülen bir savaş. Bu dünyaya aşina değiliz, erkek savaşına aşinayız. Erkek dünyasında savaşın meşru, amaçları var, fakat kadınların ve özellikle çocukların öyküsünden sonra hiçbir savaşa adil denilemez.

İşte sadece bir örnek: Naziler, çocukları yetimhaneden alıp kamp hastanesine götürür, orada kanlarını pompalarlar ve onları yürüyen küçük cesetlere dönüştürürlerdi. Ama çocuklar bunu bilmiyorlar, yabancı askerlere koşuyorlar ve bağırıyorlar: “Babalar geldi! Babalar geliyor!”

‘HERKES GERÇEĞİ ÇOCUKLARIN GÖRDÜĞÜ GİBİ GÖRMELİ!’

Biz yetişkinler dünyaya uzaktan, görüşlerin, zihniyetin, zamanın ruhunun prizmasından bakıyoruz. Ama çocuklar temiz. Yaralı bir kuş, öldürülen bir kedi yavrusu görünce dünya onlar için çöküyor. Bana öyle geliyor ki herkes gerçeği çocukların gördüğü gibi görmeli.

‘EDEBİYAT ALANI GENİŞLEDİ’

- Yazına farklı bir soluk getirdiniz. Tarihi benzersiz bir teknikle, insan duygularıyla harmanladınız ve belleklere kazıdınız. Bu farklılık, Nobel Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere birçok ödülle taçlandırıldı. Yeniliğe kucak açmış bir yazar olarak günümüz edebiyat dünyasına bakış açınız nedir?

Edebiyat alanının genişlediğini düşünüyorum. Kitap sayfalarında kurgusal kahramanlarla değil tanıklarla daha çok karşılaşıyoruz. Saflaştırılmış bir edebi dil yerine evde, sokakta, çocuklarla konuşulan bir dil var.

Bu dilin, gerçeği daha doğru aktardığına, özgün haliyle kavradığına inanıyorum. Belki de bunu gerçeğe ve yaşayan dile aşık olduğum için söylüyorum. Yaşamı icat etmeye gerek olmadığını, yaşamın kendisinin harika olduğunu düşünüyorum.

- Gelecekteki kitabınızla birlikte sizi ülkemizde görebilir miyiz?

Türkiye’ye hiç gitmedim. Orhan Pamuk’tan sonra İstanbul’a aşığım. Bu ülke hakkında gazetelerde değil kitaplarda okuduklarımı seviyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon