Sürgünleri meşhur şehir
Belçika denince ilk akla gelen çikolata, bira ve çizgi roman olur sanırım. Brüksel’in sürgünleri de bu sıralamada yerini almalı mutlaka.
Marx
Belçika denince ilk akla gelen çikolata, bira ve çizgi roman olur sanırım. Brüksel’in sürgünleri de bu sıralamada yerini almalı mutlaka. Katalan hükümeti başkanı Carles Puigdemont’un sığınmasıyla uluslararası medyanın dikkatini tekrar çeken Brüksel, tarih boyunca aydınların ve sanatçıların bazen sürgüne gönderildiği bazen de kendi isteğiyle sığındığı sıcak bir ikinci yuva olmuş. Avrupa Birliği’nin hatta Belçika Krallığı’nın kuruluşundan daha önce Brüksel sürgünlerin cenneti olarak haklı bir ün edinmiş.
Victor Hugo, Honoré de Balzac, Alexandre Dumas, Paul Verlaine ve Arthur Rimbaud gibi Fransız edebiyatının birçok büyük ismi Brüksel’e sığınıp kendilerine sıcak bir yuva bulanlar arasında. Albert Einstein 1902-1933 yılları arasında farklı zamanlarda Belçika’da kalanlardan. 1816 yılında İngiliz şair Lord Byron, 1871’de Fransız heykeltıraş Auguste Rodin, ustası Albert-Ernest Carrier-Belleuse ile Brüksel’de yaşayanlardan. İngiliz edebiyatının feministleri Charlotte ve Emily Brontë kardeşler de yolları Brüksel ile kesişenlerden. İngiliz kralları Charles II ve James 1658’de Brüksel’de sürgünü tadanlardan. Vincent Van Gogh Brüksel’de zaman harcayanlardan. Rönesans’ın önemli düşünürlerinden Erasmus da 1521 yılında bu kentte yaşayan ve eğitim alanlardan. Peru, Şili ve Arjantin’in bağımsızlıklarını ilan etmesinde büyük katkıları olan devlet adamı, asker ve ulusal kahraman Arjantinli José de San Martín de kendini Brüksel’e gönüllü sürgüne gönderenlerden.
Komünist Manifesto, Sefillerin yazıldığı yer...
Brüksel’in en ünlü sürgünü kim diye sorarsanız, hiç düşünmeden Karl Marx derim. Marx, Belçika’ya 1845 yılında geldi. Devrimci düşünceleri nedeniyle, önce Almanya’dan ve ardından Fransa’dan kovulan Marx, Brüksel’de sürgünde yaşadı. La Maison du Cygne (Kuğu Evi) Brüksel merkezindeki tarihi alanda, Grand Place’ta, iç ve dış barok mimarisi, mobilyaları, duvarlarda asılı tabloları ile dikkat çeken lüks ve şık bir restoran.
Marx, 1847’yi 1848’e bağlayan gecede yılbaşını kutlamış. Marx yoksullar için aşevi ve halk kahvesi olan bu binanın arka salonunda kapitalistlerin emekçi sınıfını nasıl sömürdüğünü (artı değer teorisi) anlattığı dersler vermiş. Friedrich Engels ile birlikte 1847 yılında bu binada Komünist Manifesto’yu yazmış. 1885 yılında Belçika İşçi Partisi’nin kurulduğu ve modern sosyalizmin temellerinin atıldığı bir mabet aslında La Maison du Cygne. Tam karşıda ise Brüksel’in diğer ünlü gönüllü sürgünü Victor Hugo yaşamış.
Hugo, Aralık 1851’de trenle gizlice Brüksel’e gelmiş. 35 yaşında Brüksel’e ilk geldiğinde ilk görüşte âşık olduğu ve mucize olarak tanımladığı kent merkezindeki tarihi Ortaçağ meydanı Grand Place’taki binanın ikinci katında meşhur Sefiller romanını 500 günde tamamlamış. İlk olarak Lacroix & Verboeckhoven yayınevi tarafından Brüksel’de yayımlanmış. 1863 yılında ise tiyatroya uyarlanmış ve ilk olarak Brüksel’de sahnelenmiş.
Biraz da edebi magazin katmaya ne dersiniz yazıya... Hugo, Brüksel’de Grand Place’a yakın Galéries Sainte Hubert’e çok sık gidermiş nedense... Elli yıl süren aşkları ile ünlü metresi Julie Drouet bu kapalı çarşıdaki Tropisme adlı kitabevinin bulunduğu binada bir odada kiracıymış.
Brüksel’in sürgünleriyle meşhur olmasında bizim ülkemizin de katkısı büyük. Türk solunun önemli isimlerinden Behice Boran burada sürgünde yaşama veda etti. Son dönem sürgünlerden Barbaros Şansal da Brüksel’i sürgünleriyle ünlendirenlerden. “Mesela Zülfü Livaneli’nin ilk plağını biz yaptık. Zülfü mülteci olarak gelmişti ve henüz ünlü değildi. 1974 yılında Brüksel’de ilk çıkartdığımız plak, Zülfü’nün Türkiye’den Devrimci Türküler plağıdır” diyor Brüksel’in eşi İnci Tuğsavul’la birlikte 48 yıllık en kıdemli sürgünü Doğan Özgüden iki ciltlik “Sürgün Yazıları” kitabında. Efsane Akşam gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Doğan Özgüden’in son kitabındaki “Kavgayı sürgünde sürdürmek, sürgünde ölmek” başlıklı yazısından bir alıntıyla bitireyim:
“Sürgünde can veren büyük ozanımız Nâzım Hikmet’in Benerci destanının bitiminde söylediklerini anımsadım:
Çan çalmıyoruz./ Çan çalmıyoruz./ Yok sala veren!/ Giden o biten bir şarkı değildir.../ O büyük bir ışık gibi döğüştü. / Kasketli bir güneş halinde düştü/ Evet, ne cenaze töreni, ne mezar taşı...
Yeter ki bu insanların yaşamlarının en üretken, en verimli yıllarını çok sevdikleri ülkelerinin ve halklarının esenliği için başka coğrafyalarda mücadeleye harcadıkları unutulmasın... Ve de arkadan gelen kuşaklar artık sürgün acısı tatmasın...”
erdincutku@binfikir.be
En Çok Okunan Haberler
- Zam oranı belli oldu: Hepsi artacak!
- Bahçeli'nin 'Öcalan' çağrısına ilk yanıt
- O marka listede: Hamburgerden 'at eti' çıktı
- İşte en yakın deprem riski olan yerler!
- Bu zamdan 10 milyon yurttaş etkilenecek
- İşte 500 bin liranın aylık getirisi!
- DEM Parti’den açıklama!
- Hakim, savcı eşini Ağır Ceza Başkanı’yla yakaladı
- Çakıcı, Hrant Dink'in katiliyle görüştü!
- Halk TV'ye 'Bahçeli', Arka Sokaklar'a 'tarikat' cezası