Sırlarla itiraflar...
Yer yer tekrara düşen, anaakıma uygun klasik anlatımı ve klişelerden uzak duramayan özünden çok, yakın plan çekimlerin ağır bastığı, etkileyici, siyah-beyaz biçemiyle ve birbirleriyle yarışan usta oyuncu performanslarıyla akılda kalıcı bu “The Party”, özetle bir başyapıt düzeyine ulaşamasa da, kuşkusuz Sally Potter’in en iyi filmlerinden biri olmuş bence.
Doğrusu kadınların pek esamesinin okunmadığı sinemada akla gelen ilk isimlerden olup yönetmen, yazar, tiyatrocu,dansçı olarak komple bir sanatçı tanımına da uyan İngiliz Sally Potter’i çeyrek yüzyıl kadar önce, eşsiz Tilda Swinton’un oynadığı, serbest bir Virginia Woolf uyarlaması “Orlando” (1992) filmiyle tanımıştık. Orlando sonrasında “Tango Dersi” (1997), “Erkeğin Gözyaşları” (2000), “Evet”(2005), “Ginger and Rosa-Bir Hayalimiz Vardı” (2012) gibi orta karar filmleriyle anımsadığım Potter şimdi yeni yetme dramı “Ginger and Rosa”dan sonra verdiği 5 yıllık bir aranın ardından çektiği ve 2017 Berlin festivalinde yarışan son filmi “The Party” ile gündemimizde yer alıyor.
Bugün gösterime giren haftanın filmlerin arasında, kuşkusuz Michel Hazanavicius’un, Jean-Luc Godard ustanın 1968’de ünlü yazar François Mauriac’ın yeğeni oyuncu Anne Wiazemsky ile 1968’deki kısa süren beraberliğini, Wiazemsky’nin sonradan yazdıklarından hareket ederek anlattığı “Le Redoutable- Godard ve Ben” filmiyle birlikte öne çıkan “The Party”si, öncelikle parlak oyuncu kadrosuyla dikkati çeken,başarılı siyah beyaz kadrajlarıyla akılda kalan, göz alıcı bir politik taşlama denemesi.
Cazdan klasiğe...
Yönetmen Potter’in senaryosunu da yazdığı ve yıllar sonra yine “Orlando”nun da kameramanı olan Rus Aleksey Rodionov’la işbirliği yaptığı “The Party”, bir kutlama partisi için daracık bir ev mekanında biraraya gelen 7 yakın dostun, beklenmedik itiraflarla kişisel sırların ve şoke edici suçlamaların, tepkisel anlaşmazlıklarla birlikte topyekun ortalığa saçılmasıyla giderek ürkünç hatta dehşetengiz bir boyuta evrilecek buluşmalarını hikaye ediyor, cazdan klasiğe yönelen müziklerle şarap kadehleri eşliğinde.
İngiltere’nin ‘Demir Leydi’ dönemini çağrıştıran yakın zamanlarda geçtiği izlenimi veren filmin kahramanları, kabineye sağlık bakanı olarak atanarak politik kariyerinin tepesine erişmiş, konuşmalarından, halinden tavrından ‘solcu’ bir politikacı olduğu anlaşılan Janet’le (Kristin Scott Thomas), çözümü alkolde arayan, hekimlerce yakında öleceği tanısı konmuş ve moralman sıfırı tüketmişe benzeyen, bezgin- bedbin kocası Bill’le (Timothy Spall) başlıyor.
Çok bilmiş eş...
Bu Janet’in evinde düzenlenmiş, atanmayı kutlama partisi davetine icabet edenlerse Janet’le Bill’in yakın arkadaşları: aslında yaşam koç’luğu yapan, Alman kökenli, hep iyimser, ‘şifacı’ kocasından (Bruno Ganz) boşanmak isteyen, sessiz ve derinden giden, çok bilmiş eşi (Patricia Clarkson), taşıyıcı anneliği üstlenmiş kadınla (Emily Mortimer), daha yaşlı, otoriter kocası rolünü benimsemiş, saygın profesörden (Cherry Jones) oluşan, çocuk bekleyen lezbiyen bir çift ve karısının daha sonra partiye katılacağını söyleyen genç, yakışıklı bir bankacı- borsacı (Cillian Murphy).
Bir de hikaye aktıkça kocasına ihanet etmiş olduğunu öğreneceğimiz, daha bağımsız bir ruhla, özgürce bu filmi yapan Sally Potter’in yerinde bir davranışla başta ve finalde yüzünü seyirciden esirgeyip göstermediği, bankacının beklenen meçhul karısı var.. Bu arkadaş buluşmasının 75 dakikaya sıkıştırıldığı “The Party”, yönetmen Potter’in ülkesinin genel hal ve gidişine değinip, eleştirel bir alt metne oturttuğu, günümüz insanının gittikçe kronikleşen ikiyüzlülüğüne, kusurlarına, samimiyetsizliğine de dokundurduğu, yer yer teatral kaçsa da baştan sona ilgiyle seyredilen, sivri dilli bir vodvilimsi şamatadan insanlık hallerine ilişkin sıkı bir politik komediye gidip gelen, oyuncuları ve görselliğiyle iz bırakan bir film sonuçta. Yer yer tekrara düşen, anaakıma uygun klasik anlatımı ve klişelerden uzak duramayan özünden çok, yakın plan çekimlerin ağır bastığı, etkileyici, siyah beyaz biçemiyle ve birbirleriyle yarışan usta oyuncu performanslarıyla akılda kalıcı bu “The Party”, özetle bir başyapıt düzeyine ulaşamasa da, kuşkusuz Sally Potter’in en iyi filmlerinden biri olmuş bence.
En Çok Okunan Haberler
- Futbolda pis kokular yükseliyor
- Son seçim anketinde çarpıcı sonuç!
- TÜPRAŞ'ta patlama: 12 kişi yaralandı
- 'Erdoğan bize göre tek seçenektir'
- CHP’de çelişen başkanlara uyarı
- Hekimlerin istifaları hızlandı
- 'Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanı olacak diye...'
- Beyoğlu'ndaki cinsel saldırı dehşetinde yeni gelişme
- Türkiye'de bir sağlık skandalı daha!
- Napoli'den Galatasaray'a Osimhen yanıtı!