‘Sinema, bir büyü, bir meydan okumadır’

İlk filminde bir inşaat işçisinin hikâyesini anlatan, ‘Küçük Şeyler’de ise orta sınıfın yaşadığı geçim sıkıntısını gözler önüne seren Sezer, üçüncü filminin ismini de Cumhuriyet’e açıkladı: Kalpsiz Dünyanın Cenneti

‘Sinema, bir büyü, bir meydan okumadır’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.11.2019 - 02:00

İlk filmi “Babamın Kanatları”yla övgü toplayan yönetmen Kıvanç Sezer’in ikinci filmi “Küçük Şeyler” dün vizyona girdi. Film, tam üç sene önce 16 kopyayla vizyona giren “Babamın Kanatları”nın aksine bu kez şimdilik 100’e yakın salonda izleyiciyle buluşacak. Ancak Sezer, sinemaseverlere şehirlerindeki salonlardan filmin gösterilmesini istemeleri için çağrı yapıyor... Yine ilk film gibi Karlovy ile festival yolculuğuna başlayan ve aynı şekilde festivallerden ödülle dönen “Küçük Şeyler”, orta sınıf mensubu evli bir çiftin yaşadığı geçim sıkıntısını konu ediniyor. 

Bir araya geldiğimiz Kıvanç Sezer’e ilk olarak festivallerde gördüğü ilgiyi ve kazandığı ödülleri sorduk. Sezer, “Ödül benim için bir amaç değil, ödül almak için film yapılmaması gerektiğini düşünüyorum zaten” dedi. Nedenini de şöyle açıkladı: “Bu asla bilemeyeceğiniz bir kombinasyon. Bir festivalde başka bir film öne çıkar, diğer festivalde başka bir film... Zaten festivallerin de amacı yaratıcıları teşvik etmek. Ben daha çok onun coşkusunu yaşamak taraftarıyım. Bu tür ortamlarda rekabet duygusunun değil de dayanışma duygusunun ön plana çıkartılması gerektiğini düşünüyorum.” Sezer, festivallerdeki para ödüllerinin de dayanışma duygusuna zarar verdiği görüşünü şu sözlerle savundu: “Türkiye’deki üretim koşullarını biliyoruz, bir teşvik sonuçta, olması gerekiyor ama belki biraz daha bunun ötesine geçmek lazım. Ödülleri her zaman sinemanın geneline verilmiş ödüller olarak düşünmek lazım.”

Festivallerin kendisi için ne ifade ettiğini açıklayan Sezer, “Özellikle yurtdışındaki festivalleri ayrı bir yere koyuyorum. Örneğin İspanya, Gürcistan, İsveç, ABD, Çekya gibi ülkelerdeki festivallerde de bulunup oradaki seyircinin, o bambaşka kültürlerdeki insanların filmi nasıl algıladıklarıyla çok ilgileniyorum. Onların düşüncelerini çok önemsiyorum” diye konuştu. Sezer, filmin yurtiçi ve yurtdışında farklı algılandığına da değinerek, “Türkiye’deki seyirci aslında ikiye bölünüyor. Bahar’ı (Başak Özcan) haklı bulanlar var. Bahar’ı biraz sert bulanlar var. Onur karakterini (Alican Yücesoy) sevenler var, ona kıl olanlar var... Dolayısıyla farklı duygular yaratıyor” şeklinde konuşarak konuya espriyle yaklaştı. Sezer, aslında bu duygu farklılığını amaçladığını da belirtti. 37 yaşındaki yönetmen, “Biz toplumsal cinsiyet meselesinde zihniyet anlamında biraz geri olduğumuz için, burada en modern insanda bile o pilavı kimin koyacağıyla ilgili o kökleşmiş feodal algılar var. Film de aslında biraz bunun üzerinde dönüyor. Biraz da özellikle Türkiye’deki seyirciyi buralardan provoke etmeyi istedim açıkçası” ifadelerini kullandı. 

Orta sınıfın krizlerini konu alan böyle bir film için ne tür okumalar yaptığını sorduğumuzda ise Kıvanç Sezer, İletişim Yayınları’ndan çıkan Necmi Erdoğan, Tanıl Bora, Aksu Bora, İlknur Üstün imzalı “Boşuna mı okuduk?” isimli kitabın ismini verdi. Bu kitaptaki röportajların kendisi için ilham verici olduğunu vurgulayan Sezer şöyle devam etti: “Yine beyaz yakalı yaşamları konu edinen kişisel gelişim, koçluk kitapları vardı. Biraz okuması zor şeylerdi benim için, bayağı bir zevzeklik içeriyor. Ama o dünyayı anlamak açısından o tür şeyleri okudum. Makale olarak da Türkiye’deki neoliberal politikalara dair, kentsel kapitalizm üzerine okumalar yaptım, onun dışında da filmler ve temel itibarıyla topluma dair gözlemlerim vardı. Hepsinin bir bileşimi olarak çıktı film.” 

‘KAPİTALİZM KRİZLER ÜRETİYOR’

Kıvanç Sezer söyleşilerinde “Küçük Şeyler”i “Babamın Kanatları”ndan önce yazmaya başladığını belirtti bugüne kadar. Ancak filmde ekonomik krizin Onur’u sürüklediği nokta günümüzde çok sık karşılaştığımız haberlerle şaşırtıcı derecede denk gelmiş vaziyette. Konu hakkında Sezer şunları söyledi: “Aslında beklenmedik bir şey değil. Kapitalizm krizler üretiyor. Ekonomik krizler de insani krizleri tetikliyor. Bu insani krizlerde bazı insanlar artık bir çıkış göremeyip kendi hayatlarını sonlandırarak veya sonlandırmıyorsa bile düşünerek, bir tür kendini yok etme tepkisi veriyor. Aslında bu kriz bir şiddet doğuruyor insanın içinde. Bu şiddeti insanlar karşısındakine veya tanımadıklarına, bazen de kendisine yöneltiyor. Tabii ki ben de son süreçteki intiharları dehşetle takip ettim ve çok üzüldüm. Toplumun geldiği noktaya dair çok acı bir işaret.” 

Film, üçlemenin ikinci filmi. Bir sonraki film de siteyi yapan müteahhitin hikâyesini anlatacak. Sezer, üçüncü filmin ismini de ilk kez Cumhuriyet'e açıkladı: Kalpsiz Dünyanın Cenneti... Peki, “Küçük Şeyler”de olduğu gibi, inşaat sektörü hakkında da bir öngörüsü var mı Kıvanç Sezer’in? Bu soruyu şöyle yanıtladı ödüllü yönetmen: “İnşaat sektörü herkesin bir şekilde ilgisinin olduğu bir konu. Kimisi yatırım için, kimisi oturum için, kimisi kelepir daire bulurum belki diye... Ben daha çok betonlaşma, bu kent yağması kenti ne hale getirdi tarafından bakıyorum. Tabii ki şunu görebiliyoruz bugünden: Tıpkı İspanya ve Brezilya’da olduğu gibi bu inşaat ekonomisine dayalı modelin patladığı bir noktadayız şu anda bence. Bunun patlaması da ekonomik krizi tetikliyor. Sanıyorum İstanbul’da 1 milyon boş konut varmış. Ama ev sahibi olmak için de yıllarca didinen insan var. O yüzden iyiye gideceğini söylemek zor, deprem bekleyen bir şehirden bahsediyoruz. Ne olacağını şimdiden kestiremiyorum.”

BAKANLIK’TAN DESTEK ALAMADI

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy önceki gün yaptığı açıklamada, bu yıl sinema sektörüne 38 milyon TL destek sağladıklarını açıkladı. Ancak “Küçük Şeyler”, Bakanlık’tan destek alamadı. Bir diğer ödüllü yönetmen Tolga Karaçelik ve yapımcı Kanat Doğramacı’nın destekleriyle, oyuncuların da katkısıyla kolektif bir biçimde çekildi. Bu zorlu süreç sonunda çıkan sonucun kendisini tatmin ettiğini belirten Kıvanç Sezer, “Sonuç, beni filmden bağımsız olarak tatmin etti. Çünkü bizim mücadele noktamız bu filmi yapabilmek ve duyurabilmekti. Bunu başardık. Film, bundan sonraki yolculuğuna kendisi devam edecek. Önümüzdeki yıllarda Bakanlık desteklerinin de ben biraz daha liyakate önem verilerek yapılacağına inanıyorum... Bence önemli olan bundan 5-10 yıl sonra ilk filmlerini çekecek genç arkadaşlarımızın bu filmleri destek bularak veya bulmayarak yapabilmesi. Çünkü sinema dediğimiz şey zaten bir meydan okumadır. Bu meydan okuma, bazen içerikte hayat bulur, bazen biçimde, bazen de onu yapma şeklinizde. Biz bunu yapma şeklimizde zaten bir tür meydan okuduk. Onun da ötesinde dayanışmayı gerçekleştirdik. En çok ihtiyacımız olan şeyin de yönetmenlerin, yapımcıların birbirini rakip olarak değil de meslektaş olarak gördüğü bir sinema sektörünün oluşması olduğunu düşünüyorum. Çünkü baktığınız zaman bu tür desteklerin tam olarak doğru dağıtılamıyor oluşunda sinema sektörünün de payı var. Çünkü uzun yıllar sinema birlikleri bunları yönetti. Tanıdığımız insanlardı. Bunun da kendi içindeki hesaplaşmaların da artık ötesine geçerek, sağlıklı bir sistem oturtulması gerektiğini düşünüyorum...

Genel olarak bu sene sinemaya giden seyirci sayısında düşüş var. Bu düşüşün kendisini korkutmadığını söyleyen Sezer, “Çünkü Türkiye zaten kendi filmlerini çok izleyen bir ülke. Aslan payı Türk yapımı filmlere ait. Beni korkutan bir şey yok ama anaakım sinemada da bağımsız sinemada da daha cesur denemelerin olması gerektiğini düşünüyorum. Seyircinin bu tür şeylere aç olduğunu düşünüyorum. Sürekli Recep İvedik verdik, seyirci seviyor, altıncısını, yedincisini yapalım kolaycılığına kaçmanın ben Türkiye sinemasına bir katkısı olmadığını düşünüyorum. Bu vahşi kapitalist bakış açısı ve tek örnek işlerin ortaya çıkışına yol açan sistemin doğru olmadığını düşünüyorum. Nitelikte çok ciddi bir zayıflık var. Bu kadar hikâyenin olup da bu kadar az anlatıldığı bir ülke olmasın yani. Bu riskin alınması gerektiğine inanıyorum yapımcılar tarafından. Seyircinin aklına güvenmek gerektiğini düşünüyorum. Bizim de vizyonda nasıl karşılık bulacağımızı da merakla bekliyorum” diye konuştu. Filmin afişine de değinen Sezer, “Afişimizin de ilgi çekici bir afiş olduğunu düşünüyorum. Bütün afişlerin de sanatsal bir değeri vardır. Biz bunu elimden geldiğince kendi mecramızda, yapabildiğimiz kadarıyla alternatif bir alan açmak gibi görüyoruz. O yüzden de bu tür filmlere, ‘Kelebekler’, ‘Kız Kardeşler’ gibi filmlere seyircinin de ilk haftalarda sahip çıkması ve salonlarda olmasının ayrı bir anlamı var” dedi. 

“Küçük Şeyler”in birçok anlamda ilklerin filmi olduğunu söyleyen Sezer, “Alican Yücesoy baktığın zaman çok deneyimli bir oyuncu, ama böyle bir ‘arthouse’ filmdeki ilk rolü. Başak’ın zaten ilk performansı. Diğer oyuncular deneyimli ama aralarında ilk performansı olan oyuncular da var. Görüntü yönetmenimizin de ilk filmi” diye konuştu. Kıvanç Sezer, son olarak da şunları ekledi: “Sinema, bir büyü. Bunun bir parçası olmak çok güzel bir duygu. Ve insanların bununla ilgili ne düşündüğü, ne hissettiği belki de bunun en keyifli kısmı, o yüzden filmi gören insanların ne düşüneceğini, özellikle seyircinin ne düşüneceğini özellikle merak ediyorum. Umarım filmi sinemada görme şansları olur ve severler, bir çağrışım yaratır onlar için.” 



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler