Seyfettin Araç: Erkekler ve kadınlar konuşmayı unuttu

“Ben insanları anlayamadığım için canım acıyor, insanlar beni anladıkları için canımı yakıyorlar” diyor Seyfettin Araç yeni romanı Sevgili Yalnızlık’ta. Yazar ile buluştuk yeni romanını, hayatı ve Mardin’i konuştuk.

Seyfettin Araç: Erkekler ve kadınlar konuşmayı unuttu
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 08.08.2021 - 10:32

- Yeni romanınız çıktı. Tebrikler. Sıra dışı, ilginç bir roman. Bir kadın ve erkeğin uzun mu uzun sohbeti... Bir tür mono diyalog roman. Konuşmak önemli mi?

Konuşmanın ne denli önemli olduğunu konuşmayı unutanlara anlatabilmek istedim. Konuşmak, konuşabilmek birçok karanlığı aydınlatır; ruhta soru işaretleri bırakmaz demek istedim. Erkekler ve kadınlar konuşmayı unuttular ne yazık ki; oysa konuşmanın, sohbetin, karşılıklı diyaloğun sonsuz dehlizlerinde kaybolurken iç âlemlerinde gizlenen aşka rastlar insan. Bunu anlatmak için yazdım bu romanı. Bu türde bir roman yazmak, mono diyalog türünde ilk romanı yazmaksa, edebiyatımızda yenilikçi bir şey yapmak adına hayallerimden biriydi.

- Ülkemizin kanayan yarası kadın meselesi. Kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzleri. Erkeğimiz mi sağlıksız? Sorun sistemde mi? Bu sorun nasıl çözülür sizce?

Biz şu an bu röportajı yaparken bir kadın öldürülüyor bu topraklarda veya tecavüze uğruyor, tacizleri, baskıları, dışlanmaları saymıyorum bile. Çünkü kadına taciz, çocuğa taciz artık bu ülkenin sıradan bir durumu gibi görülmeye başlandı. Asıl korkmamız gereken de bu. Normalleştirilen tacizin, tecavüzün, sapkınlığın geldiği boyutu göremeyen idarecilerin bu konudaki sessizlikleri. Şöyle bir olay olmuştu, hatırlarsınız, bir sapkın bir kadına tecavüz edip ölümüne sebep oldu ama salıverildi, bunu haber yapan gazeteci ise tutuklandı. Sorunun önemli bir bölümünün sistemden kaynaklandığı apaçık ortada. Öte yandan erkekler sağlıklı değil çünkü anne sağlıklı olamıyor, sağlıklı annelik yapamıyor. Bir kısırdöngüdür gidiyor. Bir de üzerine yeni bir nesil yaratıldı, göçmenlerden, sığınmacılardan. Erkeğini hastalıklı büyüten, kadınını yalnızlaştıran bir toplum olduk çıktık. Dini suiistimal eden, keyfine göre yorumlayan sözde din adamları, genç bir kızın etek boyuna kafayı takmış yönetici tayfası kadın ve erkeği birbirinden uzaklaştırdı. Ve kadına değer vermeyi, saygı duymayı en birinci koşul olarak öğreten bir annenin oğlu olarak, bir erkek olarak bu durumdan çok mutsuzum, rahatsızım. Çözüm ötekileştiren dilden, dini etek boyu konusunda fetva veren bir yapı olmaktan çıkarmakta.

- Eril bir dilin medyaya, zaman zaman yayın dünyasına, kitaplara da hakim olduğunu görüyoruz. Dilimizi değiştirmek olup biteni değiştirmekte önemli mi sizce?

Dilimizi değiştirerek düşüncelerimizi değiştirebileceğimiz söylenir. Bilimsel kanıtları vardır bunun. Çünkü beynimiz kendi söylediğimize, kendi düşündüğümüze inanıyor. Bu yüzden medyaya, yayın dünyasına inanılmaz önemli bir görev düşüyor. Etik, politik doğru bir dil kurmak bu yüzden önemli. Faşizmi, eşitsizliği, adaletsizliği çözmenin ilk adımı dilimizdeki eşitsizliği, faşizmi temizlemek olabilir.

- Likos ve Tidu isimleri ilginç. Nedir manası? İlhamı nereden? Nasıl seçtiniz?

Sevgili Yalnızlık’ı önce bir tiyatro oyunu olarak kurgulamıştım. Sonra bir romana dönüştü. Ama işin en güzel yanı daha yazmaya başladığım o ilk an ekrana yazdığım iki kelime Likos ve Tidu oldu. Bu isimler en sevdiğim iki kentin antik isimlerinden. Hangi kentler olduğunu bulma konusunda okuyucular zorlanmayacaklardır. Biri doğduğum diğeri âşık olduğum kent.

- Postmodern edebiyatta bilinçakışı gibi teknikler çok kullanılırdı. Likos’un bölümleri bilinçakışına çok uyuyor zaman zaman. Hezeyana dönüşüyor. Bilinçakışı sizce neye karşılık geliyor?

Bakış açınızın ve sorunuzun güzelliği karşısında diyecek bir söz bulamıyorum. Gerçekçi bir roman yazmak istiyorsanız bilinçakışı tekniği kahramanınızı kanlı canlı hissettirmek için en güzel yol. James Joyce’tan Virgina Woolf’a, Oğuz Atay’a... Bu tekniği kullanan pek çok yazar vardır. Gün içinde zihnimizden geçen düşüncelerin sayısı neredeyse yüz bine ulaşır. Şansımız olsa ve bu geçen alt yazıları metne dökebilsek ne şaşırtıcı olurdu değil mi? Bu tekniği seviyorum, Likos’un sizin de dediğiniz gibi hezeyanlı bilinçakışı konuşmaları var böyle sayfalarca süren. Bir karakteri anlamak için çok önemli bence. Bana onlarca soru sorabilirsiniz, hepsine tamamen dürüstçe yanıt verebilirim. Ama yarım saat boyunca zihnimden geçen düşünceleri alt yazıyla okuyabilseniz çok daha hızla ve en derin biçimde ruhuma nüfuz edebilirsiniz.

- Kitapta Likos ve Tidu dışında sanki bir üçüncü karakter de var. Yalnızlık. Sizin için yalnızlığın anlamı ne?

Aslında romanda ana karakterimiz yalnızlık, bazen bu Tidu kılığında oluyor bazen de Likos. Bazen bir başına kanepede oturuyor, bazen kalpten kalbe bir yolculuğa başlıyor. Likos ve Tidu hem kendi yalnızlıklarını hizaya çekiyorlar, hem de birbirlerinin yalnızlıklarına vesile oldukları için sorgulamalar başlıyor. Romanda yarattığım karakterlerimin dışında benim için yalnızlık Mardin’de altı yaşında gittiğim Devlet Parasız Yatılı okulun demir kapılarından girişte başlıyor. Yalnızlığı seviyorum, tuhaf bir büyüsü olduğunu düşünüyorum. Sevgili Yalnızlık’taki kahramanım Likos yalnızlık için şöyle der: Seni anlamak kendimi anlamanın, seni çözmek kendimi çözmenin ilk adımları değil mi? Seni anlamak, tanrıya yaklaşmanın ilk kuralı değil mi? Ben onun kadar iddialı olmayacağım ama yalnızlık bir edebiyatçı için yaratmanın birinci kuralı diyebilirim.

- Mardinlisiniz. Mardin sizin için çok önemli. Sanıyorum yemek yapmak da. Yemek yaparken neler hissediyorsunuz? Yaratıcılığınızı kullanıyor musunuz?

Evet Mardin’liyim, Mardin medeniyetler beşiği, dinlerin ve dillerin kardeşçe yaşadığı, aynı sofrayı paylaştığı kadim bir kent. Süryani komşularımızın, Ezidi, Arap, Türk, Kürt, çok azalsa da Ermeni komşularımızın olduğu, yemeklerin bir kültür, bir sanat hissiyle yapıldığı ve yenildiği bir dönemin çocuğuyum. Mardin’in binlerce yıllık ruhunu çocukluğunda kana kana içmiş, Mardin anılarıyla yaşayan Mardin’li bir yazar olmaktan keyif alıyorum. Önceki sorunuzda yalnızlıktan bahsettik. Yalnızlık size birçok şey öğretiyor, bunlardan biri de yemek yapmayı mesela, ki bence yemek yapmak da bir sanat. Stresli olduğum veyahut yazamadığım zamanlar yemek yaparak rahatlamayı çok seviyorum. Türlü türlü yemekler deniyorum ama sanırım fırın yemeklerinde iyiyim. Mardin’e ait güveç dediğimiz bir yemek var, onda iddialıyım.

- Kadın ve erkekler konuşmayı unuttu diyorsunuz. Kadın ve erkek gerçek anlamda konuşabilir mi peki? Açık iletişim derken iletişemiyor muyuz artık?

Maalesef evet, konuşmayı unuttu insanlar, özellikle de çiftler, kadınlar, erkekler, aşıklar, aşklarında ilişkilerinde erozyona uğrayanlar. Küçük ve basit bir kavgadan dolayı kilitlenen bir ilişkinin tuhaf gurur yapma durumlarıyla ne hallere geldiğine şahit olan biri olarak söylüyorum bunları. Kadın ve erkek her yerde, her şartta her ortamda konuşabilmeli, kavga da tartışma da muhabbet de aşka dairdir. Konuşarak hallolamayacak bir durum olmadığı kanaatindeyim. Hiçbir çözüm bulunamayan bir ilişkide bile konuşarak en azından ayrılmayı başarırsın.

- Genç ve ilk romanıyla ilgi çeken bir yazarsınız. Pen üyesi oldunuz. Edebiyat sizin için ne ifade ediyor? Edebiyat neden var sizce? Edebiyatın yaşamdaki misyonu, fonksiyonu nedir? Politik duruşunuz kaleminize yansıyor mu?

Okuduğum ilk romandan sonra iflah olmaz bir edebiyat aşığı olmak, sonrasında hayal ettiğim kitaplar yazabilmek, PEN Uluslararası Yazarlar Birliğine kabul edilmek, Doğan Kitabın yazarı olabilmek, tüm kitapevlerinin raflarında kitaplarımı görebilmek, sizinle, Cumhuriyet gazetesiyle röportaj yapabilmek; 13 yaşımdan beri süregelen hayallerimin izdüşümleri hepsi. Bazen kendimi tanımlarken ‘normal insanların damarlarında kan dolaşır benim damarlarımda kelimeler dolaşıyor’ derim.

İnsan homo narrans’tır. Hikayeler anlatan bir varlıktır. Aslında edebiyat hayat var olduğu günden beri var, mağaralarda duvarlara işlenen ilk kelimelerde var. Varoluşumuza anlam vermek için birbirimize hikayeler anlatıyoruz. Ekmek su hava kadar gerekli hikayeler. Beni annem doğurdu evet ama edebiyat büyüttü. Politik duruşuma gelince; elbette ki tüm yazarlar gibi, bu coğrafyanın, bu halkın, geleceğin ve geçmişin içinde her şeyi sorgular bir halde yaşadım, yaşıyorum. Sevgili Yalnızlık’taki kahramanım Likos’un sisteme, dünyanın düzenine öfkeyle haykırışlarında benim, onu kaleme alan yazarın bakış açısını bulabilirsiniz.

- En sevdiğiniz ve yaptığınız Mardin yemeği desem. Ne dersiniz?

Yapamıyorum ama Kaburga dolmasına bayılıyorum ve elbette annemin kendi elleriyle yaptığı üzüm yaprağı sarmalar ve patlıcanlı dolmalar. İkisi de Mardin yemeği ve ikisinin de hazırlanışı, yapılışı hem çok emek hem de sabır ister. Zaten emeğin ve sabrın içinde olduğu her şey çok güzel değil midir?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler