Sesmir Başkanı Orhan Ökmen'den kriz uyarısı: Kriz sistematik hale gelebilir

Orhan Ökmen: Şu anda kur, ekonomik temellerinden kopuk hareket etmekte. Her uçak öyle ya da böyle yere iner. Ancak kimisi parçalanır, kimisi de yumuşak inişi gerçekleştirir. Mevcut yönetim paradigması değişmezse TL’de daha kötüsü yaşanacak.

Yayınlanma: 04.11.2020 - 05:30
Sesmir Başkanı Orhan Ökmen'den kriz uyarısı: Kriz sistematik hale gelebilir
Abone Ol google-news

Sesmir Başkanı ve Japan Credit Rating'in (JCR) Eurasia eski Başkanı Orhan Ökmen, iç etkenler bir an evvel düzelmezse, TL'nin değer kayıplarının kapsamının genişleyeceğini ve krizin sistematik hale geleceğini vurguladı.  

Ökmen, Türkiye’deki varlık transferi, yüksek enflasyon, değersiz TL, enflasyona yenik düşen servet iflasları, yüksek işsizlik, negatif büyüme ve fakirleşmenin devam edeceğini dile getirdi.. 

Özellikle tüketici ve esnaf kredilerinin geri dönüşlerinde bankların ciddi zorluk yaşayacağına dikkat çeken Orhan Ökmen ile döviz kurlarındaki artışı ve krizden çıkış yıllarını konuştuk. 

KRİZ HALİ DERİNLEŞECEK

* Kurdaki artış ne kadar sürer, neler öngörüyorsunuz, yurttaşın dövize yönelmesi sürecek mi?

Kurlarda başlayan yukarı yönlü oynaklığın sebepleri Türkiye’nin mikro ve makro finansal istikrarının gözetim mekanizmalarının zayıflığıyla ilişkilidir. Türkiye ekonomisinin yönetim sistematiğinde kurum ve sektör ölçeğindeki mikro finansal istikrarı sağlayan güçlü kurumsal organizasyon yapısı son birkaç yıldır hızlıca bozulmaya başlamıştır. Makro ölçekli bütünleşik finansal istikrar yönetiminde ise bağımsız bir yapı Türkiye’de hiç olmadı. Bu görevi yıllardır Merkez Bankası (TCMB) yönetmektedir. Ancak, son birkaç yıldır bağımsızlığına yapılan müdahaleler nedeniyle TCMB’sı bu görevini layıkıyla yerine getirememektedir. 

Döviz kurları, TCMB’nin araçları ile amaçları arasındaki iki aktarım kanalının en önemlilerinden birisidir. Ayrıca çıktı açığı, enflasyon beklentilerine ilişkin değişkenler, kredi hacmi, sermaye akımlarının oynaklığı ve kalitesi birlikte göz önüne alınmadan enflasyon kontrol edilemez.  

TCMB araç bağımsızlığını tekrar kazanana kadar döviz kurları ve kredi hacimlerine ilişkin aktarım kanallarını iktisadi temelde kullanamayacağı için kurdaki artış hep devam edecektir. Kurdaki artış beklentileri de canlı kaldığı sürece varlık ikamesi yani dövize yönelim hep sürecektir. 

2018 yılından bu yana döviz kurlarında görülen yükselişte, iç faktörler küresel gelişmelerden çok daha fazla etkili olmaktadır. Dolayısıyla kurların düşmesi için öncelikle iç etkenlerin düzelmesi gerekir. İç etkenler bir an evvel düzelmez ise, Türk lirasının değer kayıplarının kapsamı genişleyecek ve krizi sistemik hale getirecektir. 

Dış ticaret fazlası olmayan Türkiye ekonomisi, enflasyon ve risk primini düşürmeden faizleri ve kuru aynı anda baskılamaya devam ederse kriz hali fiilen ve zaten derinleşecektir.  

Şu andaki kur ekonomik temellerinden kopuk hareket etmektedir. Ancak bu sonsuza kadar devam edemez. Günün birinde normalleşmeye başlayacaktır. Her uçak öyle ya da böyle sonunda yere iner. Ancak, kimisi parçalanır, kimisi de yumuşak inişi gerçekleştirir. 

REKABETÇİ KUR DEMEK DOĞRU TANIMLAMA DEĞİL

* Doların 8.50 seviyelerini aşmasının tek nedeni faizin düşük tutulması mı, düşük faiz başka hangi riskleri beraberinde getiriyor?

2020 yılında görülen döviz kurlarının yükselmesinde birçok etken bulunmaktadır. Ancak bu etkenlerin ortak noktası hemen hemen hepsinin, dışsal değil, içsel olmasıdır. Yani bu kez Türkiye ekonomisine dışardan tuzak kuruluyor argümanı söz konusu edilemez. 

Faiz oranlarının seviyesi ise dövizi yükselten bu içsel etkenlerin içerinden sadece bir tanesidir. Ancak en önemli bir tanesidir. 

Merkez Bankası’nın faiz artırmama kararının dışında, yatırım ortamına karşı oluşan yerli yabancı yatırımcı güvensizliği, mülkiyet hakkına el koymanın hukuksal temelinin zayıflamış olması, yargı bağımsızlığı alanındaki sistemsel bozulmalar, Türkiye’nin dış borç miktarı ve ABD seçimleri Türk Lirası’na baskı yapan en önemli diğer nedenlerin başında geliyorlar. 

Son günlerde de hem ABD hem Fransa başta olmak üzere AB’ye yapılan sert eleştiriler siyasi-jeopolitik riskleri bir miktar daha yükseltti. Ayrıca doların küresel piyasalarda yükselmesi kurda yeni seviyelere neden oldu

Faizin düşük tutulması başta olmak üzere, diğer tüm içsel etkenlerin baskısıyla Liranın dış değerinde düşüş halinin oluşması ve ülkenin gerekli rezerve sahip olmaması nedeniyle, ithalat kanalında ve dolayısıyla hammadde temininde Türkiye için bir tıkanma hali başlayacaktır. 

Lira’nın devalüasyonu nedeniyle Türkiye’nin milli serveti yüzde 17 ye yakın azaldı. Aynı zamanda, gıda fiyatları ve işsizlik artıyor ve son üç yılda doğrudan yabancı yatırımlar da yüzde 40-45 bandında gerilemiş durumdadır. 

Türk Lirası'nın geldiği bu seviyeye rekabetçi kur demek doğru bir tanımlama olamaz. Eğer rekabetçi kur olsaydı 2019 - 2020 Ağustos ayları arasında TL, Dolara karşı yüzde 31 oranında değer kaybettiği halde aynı dönemde ihracat yüzde 17 oranında gerilememiş olurdu.

Enflasyonun altında kalan düşük faizler mutlaka varlık transferine yani dolarizasyona sebep olacağı için, bu durum para politikasını öyle ya da böyle etkisizleştirir ve fiyat istikrarını bozar. Ayrıca böyle ortamlarda politika faizinin yerine faiz koridoru politikası öne çıkartılır ise-ki çıkartılmış durumdadır- yatırımcılar reel faiz hesabı yapamayacakları için yatırım bütçelerini iptal ederler ve ülkenin üretim kapasitesi ve istihdam olanakları daralmış olur. 

YOKSULLAŞMA SÜRECEK

* Türkiye ekonomisini ve yurttaşları nasıl günler bekliyor?

Öncelikle şunu söylemek gerekir: Türkiye ekonominin kavramsal çerçevesi ve yayımlanan istatistiki veriler sağlıklı ve şeffaf olmadığı için, veri ve bilgilerin elde edilmesi, modellenmesi, işlenmesi, dağıtımı veya iletişim süreçleri şu anda matematiksel bir temelde kurgulanamıyor. Dolayısıyla bu konjonktürde ekonomik modellerle gelecek tahminleri yapmak bayağı zorlaşmış durumdadır. 

 Türkiye ekonomisi faktör istihdam gücünü kaybetmiş olmakla beraber, üretim gücünü büyük ölçüde hala korumaktadır. Bu ciddi bir avantajdır. Türkiye bu avantajlı konumunu kaybetmemelidir. Ancak yatırımcılar ve firmalar TCMB’nin para politikaları nedeniyle, reel faiz hesaplamalarını yapamaz duruma düşürüldükleri için, yatırım bütçelerini son bir yıldan bu yana ertelemektedirler. Bu erteleme hali biraz daha uzar ise Türkiye bu avantajını da kaybedecektir.

Türkiye düşük faiz ve büyüme ısrarından prensip olarak vaz geçmeden, son üç yılın standart zorlukları olan hızlı kredi genişlemesi, yüksek enflasyon, tepki verme gücü zayıflayan para politikası ve dolarizasyon bundan sonraki dönemlerde de aynen devam edeceklerdir. 

Sıcak para girişlerinin durması hali devam ederse TL’nin değerindeki oynaklık azalmayacaktır.  

Kamusal denge seviyeleri hala riskli bölgede olmamakla birlikte, dövizli borç ve yükümlülüklerin hızlıca artmış olması ve şeffaf olmayan koşullu yükümlülükler Türkiye’nin manevra gücünü daha da sınırlayacaktır.

 Türkiye ekonomisi negatif faiz alanından çıkmaz ise, dolarizasyon eğilimleri bitmeyecek, TL yatırımcıları fiili enflasyonun altında kalmaya devam edeceklerdir: Herkesin kendisinin hesapladığı “şimdiki fiili veya gelecek enflasyon” verisinin birbirinden farklılığına rağmen, politika veya fonlama faiz oranları her halükarda en az 1100-1000 baz puan artırılmadan fiili enflasyon baskınlığından ve negatif faiz alanından çıkamayacak, TL yatırımcılarının anapara kayıpları devam edecek, dolarizasyon eğilimleri bitmeyecektir.    

TL’nin konvertibilite seviyesinin rezerv paraların konvertibilite seviyesinden giderek ıraksayan mesafesinin tersine çevrilmesi ve kısaltılması Türkiye ekonomik politikalarının ana odağı olmadıkça para politikası enflasyonu dizginlemeye yetmeyecektir. 

Normalleşme sinyalleri, mevcut politikaların ana paradigmasında değişikliği olmadan, kalıcı bir devamlılığa dönüşmeyecektir.   Para politikasında sıkılaştırma ve makro ihtiyatı tedbirlerinde başlayan normalleşme adımları sonrasında, hisse ve tahvil piyasalarına başlayan kaynak giriş sinyalleri umut verici olmakla birlikte, politikalarda ana paradigma değişikliği olmadan fon girişi eğilimleri kalıcı bir devamlılığa dönüşmeyecektir.  

Toparlarsak, ekonominin genel yönetim paradigması değişmez ise, Türkiye’deki varlık transferi, yüksek enflasyon, değersiz TL, Enflasyona yenik düşen servet iflasları, yüksek işsizlik, negatif büyüme halleri, bütçe açıkları devam edecektir. Türkiye fakirleşmeye devam edecektir. 

YÜZDE 2-3 KÜÇÜLME OLABİLİR

* Büyüme, işsizlik, enflasyon, kur tarafında nasıl bir grafik göreceğiz?

TCMB’nin araç bağımsızlığı sağlanmadan ve esaslı bir reel faiz olanağı sağlanmadan kurların yukarı yönlü oynaklığı durmayacaktır. TL’nin dış değerindeki kayba bir üst sınır çizilmesi şu anda mümkün gözükmüyor. Sonuçta yükselen kurların sebebi daha çok politika yanlışlıkları olduğu için, şu anda sadece yönünü tahmin edebiliyoruz, seviyesi hakkında ise hiçbir fikrimiz bulunmamaktadır. 

Kurların yükselen trendine bağlı olarak enflasyonda da yönün yukarıda olacağı aşikardır. Ancak şu ana kadarki yayımlanan verilerin şeffaflığıyla ilgili algısal ve literatürel farklılıklar işin tahmin kısmını iyice bozmuş durumdadır. Bu nedenle geçmiş yıllarda yapabildiğimiz tahminleri şua anda yapamıyoruz. 

İşgücü istihdamında ise, yaratılan istihdam olanakları işgücüne katılım hızının altında kalmaya devam etmesine rağmen, iş arama ümidini yitirip te istatistik dışı kalanların sayısında da şeffaflık bulunmamaktadır. Ancak hissedilen işsizlik oranları artış yönündedir. 

Türkiye ekonomisinin 2020 yılının tamamında yüzde 2-3 civarında negatif büyüme sağlayacağını öngörüyoruz. Pandemiyle mücadelenin lehe gelişmesine bağlı olarak 2021 yılı için yüzde 4 civarında pozitif bir büyüme söz konusu olacaktır. 

TÜRKİYE 4 YILDIR YAPISAL REFORM GERÇEKLEŞTİRMEDİ

* Yükselen döviz kuru, yüksek enflasyon, düşük faiz, düşük büyüme ve yüksek işsizlik... Türkiye ekonomisi bu noktaya nasıl geldi?

2016 yılından bu yana Türkiye’nin uyguladığı ekonomi politikalarındaki hatalar artarak devam etmektedir. 

Öncelikle Türkiye ekonomisinde ortaya çıkan çıktı açığı halini aşmak için kredi balonları yaratılarak risk seviyesi ve ekonomik hararet artırıldı. Bu en önemli ve en sistematik hataydı. Hatırlanırsa, 2018 de dış ilişkilerdeki stres hali nedeniyle kur seviyesi ve fiyat istikrarı fena halde bozuldu. Takip eden dönemlerde yükselen politika faizlerine rağmen mevduat faizleri suni bir şekilde aşağı doğru baskılandığı için varlık transferleri yani dolarizasyon arttı. Kamusal tasarruf tedbirleri alınmadığı gibi TCMB’nin otofinansman yoluyla yıllardır yarattığı kaynaklarına el konulup bütçeye aktarılarak askeri alanlar ağırlıklı olmak üzere harcandı. Kuru baskılamak gayesiyle TCMB rezervleri kamu bankaları eliyle tüketildi. Son 1.5 yılda 110 milyar dolar döviz satıldı. Politika faizleri gerçek enflasyon gözetilmeden hızlıca aşağı çekildi ve negatif faiz hali oluşturuldu. Bu da en önemli hatalardandı. Servetlerini eritmek istemeyen hane halkları arasında da varlık transfer halleri tekrar hızlandı. Yabancılar da rezervlerin azalmasını önemli bir risk unsuru gördükleri için çıkış eğilimine başladılar. 2016 yılından bu yana Türkiye hiçbir yapısal reform gerçekleştirmedi. 

Bu süreçte hiçbir hukuksal reform yapılmadığı halde ekonomide büyüme ısrarıyla bankalar kredi vermeye zorlandı. 

Mülkiyet hakkı güvencesizliği algısı yatırım ortamına ilişkin en önemli negatif unsur olmaya başladı. Yargı bağımsızlığı, TCMB başta olmak üzere diğer tüm düzenleyici ve denetleyici pozisyondaki kamusal organizasyonların kurumsal ve araç bağımsızlıkları zayıflatıldı. Sonuçta Türkiye bu günkü noktaya gelmiş oldu.  TL’nin dış değer kayıplarının sürekli hale gelmesi, yüksek enflasyon, düşük büyüme son 4 yılın hatalı politikalarının doğal sonucudur. 

BANKALAR CİDDİ ZORLUK YAŞAYACAK

* Ciddi kredi genişlemesiyle, sorunlu kredilerde de ciddi artış meydana geldi. Bu dönemde bankalar ne kadar güçlü geçmiş krizlerde olduğu gibi banka kurtarmaları gündeme gelebilir mi?

Bankaların yüksek risk yönetim disiplinleri son birkaç yıldır hırpalanmaktadır. Faiz riski, likidite, kredi riski yönetimleri, öz sermaye ve yükümlülük optimum seviyelerinin ve aktif kalitelerinin korunması gibi bankaların öz yönetimlerini ilgilendiren konularda bankalar düzenleyici otoritelerin hariçten baskılayıcı uygulamalarına maruz kalmaktadırlar. Mevduat ve Kredi bileşimlerinde optimum dengeyi sağlayan faiz marjları mudilerin aleyhine hoyratça kullanılmıştır. Kredi artışına zorunluluk getiren Aktif Rasyosu yoluyla bankaların risk yönetim uygulamalarına zayıflatıcı yönde müdahaleler edilmiştir. Şu anda özellikle tüketici ve esnaf kredilerinin geri dönüşlerinde bankların ciddi zorluk yaşayacağı aşikardır. Rasyonaliteden uzak bir şekilde hızlıca oluşturulan kredi genişlemesi, bankaların aktif kalitesini zayıflatmıştır. Artan yapılandırma ve erteleme taleplerine konu olan ticari ve kurumsal krediler de bankaların kredi kalitelerini ve likidite seviyelerini, bozmuştur. Aynı zamanda, şeffaf bir raporlama sistemi olmadığı için bankaların problemli alacaklarının gerçek tutarlarının dışardan hesaplaması maalesef mümkün olamamaktadır.  

Ancak risk seviyelerinde iki ya da üç yıl öncesine göre ortaya çıkan bozulmalara rağmen, bankacılık sektörü sağlıklı yapısını kaynak ve kullandırım  dengeleri, temerrüt olasılıkları  hala güvenli aralıkta devam etmektedir. Buna rağmen, finansal olmayan reel sektörün yüksek kur riski sorunu çözülemediği sürece bankların kredi riski hep tehlike altında kalmaya devam edecektir. Diğer taraftan hızla genişleyen kredi hacimları nedeniyle, kamu bankaları başta olmak üzere bir çok bankanın ilerleyen dönemlerde mutlaka kamusal destek almak zorunda kalacağı kesindir. 

YENİ BİR ORTA-UZUN VADELİ ÇERÇEVE POLİTİKASI OLUŞTURULMALI

* Bundan sonraki süreçte nasıl bir ekonomi modeli Türkiye'yi düzlüğe çıkarabilir?

Krizden çıkışın başlaması için, şu andaki ekonomik yönetim paradigmasının oluşumunda yer alan müdahaleci, bürokratik, serbest ekonomi dışı, siyasete tabi anlayışların tamamen değişmesi gerekir. 

Türkiye’nin ekonomik sorunlarına kalıcı çözüm bulunması için, öncelikle pandemi ile mücadelesini şeffaf bir şekilde yürütmesi, ötelememesi ve çözmesi gerekir. Salgınla mücadeleyi erteleyen veya gizleyen her uygulama ekonomik faturayı daha da ağırlaştırmaktadır. 

İlk etapta yerli ve yabancı yatırımcıyı geri kazanılmalı ve bunun içinde yepyeni bir orta-uzun vadeli çerçeve politikası oluşturulmalıdır. Yatırım ortamını bozan her şeyin ortadan kaldırılması ve hukuksal reformların başlatılması şarttır. 

Pandemi nedeniyle artan kamusal borç ve yükümlülüklerin karşılanması için büyük oranda artırılan para tabanının tekrar geri çekileceğine ilişkin plan ve programların şeffaf ve net bir şekilde oluşturulması ve paylaşılması gerekir. Bu yapılmadan fiyat istikrarsızlığı ve kur artışları önlenemez. Artan para tabanının geri çekilmesinde yerine ikame edilecek enstrümanların şimdiden planlanması lazım. Bu kapsam Türkiye’nin IMF’e gitmesini öneriyoruz. Zira, Türkiye ekonomisinin küresel ekonomilerle düşen entegrasyon seviyesinin tekrar artırılması gerekir. Uluslararası anlaşmalara gidilerek rezerv miktarları artırılmalıdır. Bu kapsamda IMF’e gidilmesi Türkiye ekonomisi için önemli açılımlar sağlayacaktır. IMF’den 100 milyar dolara kadar oldukça uzun vadeli ve çok düşük faizli kaynak temin edilmesi oldukça olasıdır. Böyle bir kaynak Türkiye ekonomisinin sorunlarını olması gereken kadar yumuşatacaktır. 

Enflasyonla mücadelede TCMB’nin kurumsal ve araç bağımsızlığı tam olarak sağlanmalıdır.

TCMB’de karmaşık faiz politikalarını sadeleştirmeli, politika faizini en öne çıkarmalıdır.

Bankaları kredi vermeye zorlayan Aktif rasyosu gibi uygulamalara derhal son verilmelidir. 

Kamu faiz harcamaları dışında kalan harcamalarda tasarrufa gitmesi, harcamaların bütçe gelirlerinin artış hızını aşmaması gerekir. 

Türkiye’nin düşen döviz kazanma ve döviz yaratma kabiliyeti yükseltilerek döviz rezervlerinin artırılması hedeflenmelidir. Bu kapsamda dış politika da derhal bir yumuşamaya gidilmesi, iyi ilişkilerin öne çıkartılması sağlanmalıdır. Bu yolla turizm ve ihracat gelirlerinin artırılması ve sermaye akımlarının geri dönmesi sağlanabilir. 

Düzenleyici denetleyici tüm kurumlar siyasetten bağımsız olmalıdır. 

İstatistik kurumlarının ve diğer kamusal oluşumların sağladığı verilerin şeffaflığını ve kontrol edilebilir olduğunu sağlamak gerekir. Türkiye ile ilgili risk algısını kırmak için öncelikle tüm Kamu kurumları her konuda şeffaf olmalıdır. 

NOT ARTIŞI ZOR GÖRÜNÜYOR

* Kredi derecelendirme kuruluşlarının son Türkiye değerlendirmelerini nasıl okumak gerekiyor, şu anda yatırım yapılabilir seviyede notumuz yok, hangi adımların atılması gerekiyor?

Evet uluslararası derecelendirme kuruluşlarının hepsi Türkiye’yi yatırım yapılabilir seviyenin altındaki spekülatif alanda konumlandırmaktadır. 

Derecelendirme kuruluşlarının Türkiye için atadıkları yabancı para ülke notuyla, TL’nin dövize dönüşüm gücünün ya da döviz yaratma kabiliyetinin çok çok zayıfladığını, negatif Outlook notuyla da Türkiye’nin uzun vadeli program ve beklentilerinin kötü olduğunu  söylemiş oluyorlar.  

Yine bu derecelendirme kuruluşları, Türkiye’nin Politik İstikrar ve Ekonomik istikrarının bileşimi olan yapısal İstikrarının bozulduğunu, aynı şekilde finansal, parasal, dışsal, kurumsal alanların bileşimi olan esneklik seviyesinin ise ciddi bir şekilde katılaştığını ve sonuçta temerrüt etme olasılığının artmış olduğunu ima ediyorlar. 

Bu değerlendirmeleri beğenelim ya da beğenmeyelim, sonuçta uluslararası ve hatta yerli yatırımcılar bu kuruluşların not ve değerlendirmelerine bakıyorlar. 

Türkiye’nin bu notlarını tekrar yatırım yapılabilir seviyeye getirebilmesi için, Kurumsal derinlik/etkinlik, küresel entegrasyon, jeopolitik istikrar, kurumsal yatırımcılarla ilişkiler, savaş ve iç karışıklık durumlarının düzeltilmesi, anayasal düzen, politik olay riskleri, demokrasi seviyesi, hukukun bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi alanlarda gelişim göstermesi gerekir.  Aynı şekilde Türkiye’nin ekonomik döngü oynaklığı ve büyümesi, iş piyasalarının elastikiyeti, finansal / parasal / dışsal alanlarda stresin ve katılaşmaların azaltılması şeklinde özetleyebiliriz.  

Ancak, bu alanlarda sağlanacak gelişmelerin kredi derecelendirme notlarına olumlu yansıyabilmesi için, düzelme sürecinin yıllık bazda birkaç dönem devam etmesi gerekir. Sonuçta Türkiye’nin kısa vadede yatırım yapılabilir seviyeye gelmesi artık beklenmemelidir.  

BOYKOT 5 MİLYAR DOLAR KAYBETTİRİR

* En son Fransa mallarının boykotu gündeme geldi, bu tür adımlar yabancı yatırımcı tarafından nasıl algılanıyor?

Döviz kazanma olanaklarının zayıfladığı bir konjonktürde, ithalat ya da ihracat boykotlarının ekonomik mantığı olamaz. Üstelik, Fransa ile Türkiye arasındaki dış ticaret dengesi mevcut durumda fiilen Türkiye lehinedir. Boykotun karşılıklı hale getirilmesi halinde Türkiye bu tepkisiyle en az net 5 milyar dolar döviz geliri kaybına uğrayacaktır.  Ayrıca, Fransa AB ülkelerinin içerisinde ağırlığı olan bir ülkedir. Diğer AB ülkelerinde de Fransa’ya destek vermek isteyen taraftarlar bulunmaktadır. Oysa AB’nin topyekûn olarak Türkiye’nin en önemli dış ticaret ortağı olduğu unutulmamalıdır. Ülkeler arasında oluşan politika sorunların, ekonomik boykot olmadan çözülmesi pekala mümkündür ve başarılabilir. 

Türkiye’ye direkt sermaye getirip yatırım yapan birçok büyük Fransız firmalarının, bu boykot karşısında, karar değiştirip Türkiye’den çıkma riski tetiklenmektedir. İthalat-İhracat mallarının karşılıklı boykot eden İki ülke arasındaki politika farklılığı nedeniyle oluşan anlaşmazlığın neticelerinden, hiçbir ilgisi olmayan yatırımcıların direkt olarak muhatap edilmesi kapitalizmin, ticaretin ve hatta hakkaniyetin mantığına uygun değildir.  Dolayısıyla, Türkiye’ye mal satmak üzere yatırım yapan veya Türkiye’ye direkt sermaye getirmiş olan yatırımcıların hemen tamamında Türkiye’ye karşı bir güvensizlik hali belirtileri ortaya çıkmış durumdadır.  Aynı güvensizlik hali Fransa’dan Türkiye’ye mal satan diğer yatırımcılar nezdinde de oluşmuştur. 

Türk mallarına karşı boykot kararı alan Arabistan örneği ortada varken, iktidar ve ana muhalefet partisiyle birlikte Türkiye’nin Fransa’ya karşı böyle bir boykot kararını yürütmesi ve kampanya haline getirmesi anlaşılır değildir. 

YEP HEDEFLERİNDE UYUMSUZLUK VAR

* YEP'te 2021 için yüksek büyüme ve düşük enflasyon hedefleri dikkat çekiyor. YEP'teki hedeflere ulaşmak mümkün mü?

YEP'in hedefleri arasında bileşim ve fonksiyon uyumsuzlukları bulunmaktadır. Uyumsuzluk özellikle sermaye stoku realiteleri ile öngörülen büyüme ilişkileri, büyüme ile cari açık öngörüleri arasında çok daha bariz söz konusudur. Ayrıca güncel piyasa döviz kurlarıyla öngörüler kurlar arasında hem uzak hem de yakın ufuklu yanlışlıklar çok net ortadadır

Faiz-enflasyon ilişkisindeki genel kabul görmüş literatür tanımlamalarının dışındaki bir anlayış ışığında kurgulanan YEP, ekonomik politikalarda negatif faiz uygulamalarına bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da aynen devam edileceği sinyalini vermiştir. Oysa pozitif reel faiz olmadan TL'nin değeri savunulamaz. 

Cari dengedeki bozulma süreci 2021 yılının ikinci yarısına kadar devam edecektir: Artan altın ithalatı, turizmin çökmesi ve kredi artışları nedeniyle cari dengedeki bozulma sürecinin 2021 yılının ikinci yarısına kadarki dönemlerde de devam edecek olması, Türkiye ekonomisinin kredi risk düzeyini biraz daha artıracaktır. Altın ithalatının ve kredi ivmelenmesinin normal seyrine indirilmesi ve Aktif Rasyosu'nun tamamen iptal edilmesi halinde, 2021 ortalarına kadar cari açığın risk boyutu ancak azalabilecektir. Dolayısıyla YEP’te cari açıkla ilgili öngörülen hedeflerin tutmayacağı aşikardır. 

Yatırım bütçelerinin ertelenme gerekçelerinin ortadan kaldırılmasına ve yatırımcıların ikna edilmesine ilişkin yönlendirici mekanizma içeriklerine YEP'te yer verilmemiştir: Türkiye ekonomisinin 2020 yılının tamamında %0,3 büyüme sağlayabilmesi için son iki çeyrekte en az %3,2 büyüme sağlaması gerekiyor. Net dış ticaret ekonomik büyümeyi desteklemediğine göre ve yine yatırım harcamaları belirsiz sürelerle ertelenmiş olduğuna göre sadece iç tüketim ve kamu harcamalarıyla böyle bir büyümenin sağlanması ekonomiyi aşırı ısındırıp kırılganlığını artıracaktır. Yatırım bütçelerinin ertelenme gerekçelerini sağlayan sebeplerin yok edilmesi öncelikli olmalıdır.

Ekonomik politika setlerinde köklü paradigma değişikliği olmadan, gelecek 3 ya da 4 yılda tek haneli enflasyon öngörüsü Türkiye için gerçekçi değildir: Artan döviz kurları nedeniyle üretim ve arz maliyetlerinin gecikmeli de olsa daha da artacağı beklentisine YEP'te yer verilmeyerek arz yönlü artışlarla enflasyonun düşürüleceğinin öngörülüyor olması bir zafiyettir.

Gelecek zaman serilerinin sebep-sonuç ilişki algoritmaları üretilmeden, öngörülen işsizlik oranlarının realizasyon olasılıklarının, istatistik açısından bilimsel bir değeri bulunmamaktadır: Öngörülen İşsizlik oranlarının olasılığını test edecek veri setine YEP'te yer verilmediği için istatistiksel bir değeri bulunmamaktadır. Ancak, 2018 yılından bu yana işgücü arzında ve bilumum istihdam alanında ortaya çıkan bozulmaların telafi edilmesi için YEP'te öngörülen büyüme hedefleri yeterli değildir. Zira, YEP'te öngörülen bu büyüme oranlarının realizasyonu halinde dahi işsizlik oranları yüzde 15'ten aşağı düşmeyecektir. Türkiye ekonomisinin istihdam bozulmalarını telafi edebilmek için her yıl ortalama olarak en az yüzde 6-8 arasında bir ekonomik büyüme göstermesi gerekir.

Küresel düzeyde düsen faiz oranları, artan likidite ve kolaylaşan dış finansman şartlarının sunduğu fırsatlardan yararlanma yollarını açacak herhangi bir reform önerisi YEP'te yer almamaktadır. Oysa dış tasarruflara erişim zorlukları varken ekonomik büyüme kaynak yetersizliğine takılacaktır.

Yatırım ve Harcamalarda kamusal tasarruf, talep soğutulması gibi makro ihtiyati tedbirler YEP'te yer almamıştır: Döviz talebinin yükselmesi halinde faiz oranlarının artırılacağı, iç talebin ısıtılmaması gerektiğini, kamu kesiminin tasarrufa gideceğini ve sosyal sorumluluklar hariç tüm alanlarda kamusal yatırım harcamalarını kısacağını, kamunun dış borçlanma programını YEP içermemektedir.

Para tabanının azaltılması ve TL yatırımcılarının varlıklarındaki erime sürecinin durdurulmasına ilişkin önlemler devreye alınmadan normalleşmeden bahsedilemez: Normalleşmenin en önemli iki adımı, artmış olan para tabanının tekrar eski seviyesine getirilmesi ve TL yatırımcılarının karşılaştıkları eriyen varlıklarının korunmasıdır. Oysa YEP'te böyle bir politika bulunmamaktadır. Politika faizinin artırılmış olmasına rağmen mevcut TL faiz oranları, TL yatırımcılarını korumaktan uzaktır.

Kur artışlarının sebep olduğu üretici fiyatlarındaki artış, endekslere yansımaya devam ediyor, dolaysısıyla yıl sonu enflasyonu beklenenden daha yüksek neticeleneceği, YEP'te yer alan hedefin aşılacağı yüksek olasılıktır:  Kredilerdeki artışın yavaşlaması  ve turizmdeki durgunluk nedeniyle talep enflasyonu üzerindeki baskılar bir miktar hafiflemiş olmakla birlikte, Kur artışlarına dayalı olarak üretici fiyatlarındaki artışın endekslere yansımaya devam etmesi, yıl sonu enflasyonunun beklenenden daha yüksek neticeleneceğinin ve YEP'te yer alan hedefin aşılacağının göstergesidir.  



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler