Sesi yüksek çıkanlar

Amerikan haber kanalı Fox News’un ABD’nin en çok izlenen haber kanalı oluşunun hikâyesini anlatan “The Loudest Voice” adlı mini dizi, medya ve politika arasındaki kirli ilişkileri ve güç oyunlarını konu ediniyor.

Yayınlanma: 14.07.2019 - 23:03
Abone Ol google-news

Bugün ABD’nin en etkili haber kanallarından biri olarak bildiğimiz Fox News’un kuruluş aşamaları sırasında kanalın en üst konumundaki isim olarak öne çıkan Roger Ailes (Russell Crowe), CNN ve diğer rakipleriyle kendilerini kıyaslarken “Onlar capuccino’culara hitap ediyor, bizse kahvesini karton bardakta alıp yolda içenlere” diyerek özetliyor her şeyi. Basit, ama yerinde bir analoji, tam da tüm dünyada vasatlığın yükselişe geçtiği, sıradanlığın övülmeye başlandığı yılları anlatması açısından bir hayli de etkili. Sırf bu yönüyle bile şu sıralar çokça tartışılan dizilerden biri olan “The Loudest Voice” bize, medyanın bugün geldiği yeri anlatması açısından en azından, birkaç güçlü cümle bırakacak gibi duruyor.

Her yol mubah…
Roger Ailes bizde çok bilinen bir isim değil. Belki işi gereği onu tanıyan, medya ve habercilik açısından ne anlama geldiğini bilen birileri vardır kuşkusuz, ama biz ondan ziyade, onun yarattığı ve Rupert Murdoch adıyla özdeşleşmiş Fox kanalını biliyoruz. Dünyada çeşitli şaibelerle anılan bir isim Murdoch, ama yine de Türkiye’de haber izleyen kesim en çok onun kanalı Fox’u tercih ediyor, zira iktidar bir türlü onu ele geçiremedi. Ne tuhaf ve çarpık aslında değil mi? Bu da bizim utancımız olsun, bizim medyamızın, bizim siyasetimizin, bizim demokrasimizin... Öte yandan Showtime’ın (bizde Digiturk yayımlıyor diziyi) Fox News’un hikâyesini anlattığı dizide, şeytani bir karakter gibi resmedilen bir Roger Ailes ve pazarlıkçı, kaypak bir tip gibi çizilen bir Rupert Murdoch izliyoruz, ki bunun da aslında ABD’nin yakın tarihine tutulmuş bir projektör ışığının bize gösterdikleri olduğunu ve ne olursa olsun belli bir tarafgirlik ölçüsünde yapıldığını unutmamak gerek. Yani Fox News, Roger Ailes’ın taktik anlayışı doğrultusunda son derece bel altı vuran, hedefe ulaşmak için her yolu mubah gören bir kurum belki, ama buradan hareketle faturayı bir (ya da birkaç) kişiye kesip geri kalan herkesin ve her kurumun pirüpak olduğuna inanmamız beklenmesin. Çok iyi biliyoruz ki her yerde sesi en yüksek çıkan en haklı gibi görünüyor hâlâ. Sistem her daim bas bas bağıranları parlatıyor ne yazık ki.

Trump’ın yolunu çizen adam
Gabriel Sherman’ın medya ve politika arasındaki kirli ilişkileri teşhir etmek için yazdığı “The Loudest Voice in the Room” adlı kitabından hareketle Tom McCarthy’nin senaryosunu kaleme aldığı 7 bölümlük dizi, Fox News’un kurulduğu 1995’ten Roger Ailes’in öldüğü 2017’ye kadarki dönemi, her bölümü birkaç kilit olayın yaşandığı tarihlere sabitleyerek anlatıyor. Dizinin ikinci bölümünde 11 Eylül saldırılarını, üçüncü bölümünde ise Barack Obama’nın seçim zaferini izliyoruz örneğin. Sherman’ın ana tezi Roger Ailes’ın şahsi politik görüşlerini Fox News aracılığıyla yayarak Cumhuriyetçi Parti’nin resmi politikası haline getirdiği yönünde ve nihayet onun söylemleriyle iktidar olan Donald Trump’ın kaderini de bir anlamda ona bağlamakta. Üçüncü bölümün sonunda Roger Ailes’in halka açık olarak yaptığı bir konuşmada “Make America great again” (Amerika’yı yeniden büyük yap) sözlerini kullanması boşuna değil anlayacağınız. Malum bu sözler kısa bir süre sonra Donald Trump’ın seçim sloganı haline gelecek ve tüm dünyanın inanmaz bakışları altında ABD yeni başkanını belki de bu slogan sayesinde seçecekti.

Oscar ödüllü film “Spotlight”ın senaristi McCarthy tarafından yazılan “The Loudest Voice” en çok da başrolündeki Russell Crowe’un performansıyla öne çıkıyor. Açıkçası dizinin diyalogları ve kurgusu daha önce izlediğimiz ve bu konuya değinen birçok yapımın altında kalıyor. Aaron Sorkin yazdığı “Newsroom” ya da “The West Wing”, hatta “Boss” ve “House of Cards” gibi dizilerde olsun, Hollywood’un 70’lerden beri ürettiği çoğu politik filmde (“All the President’s Men”, “Network”, hatta “Vice”) olsun, daha sağlam kalem işçiliği gördük doğrusu. Hal böyle olunca Crowe’un oyunculuğunun öne çıkması da doğal elbette, yoksa çok da aman aman bir performans değil açıkçası. Oyuncu kadrosunda Sienna Miller, Seth MacFarlane, Naomi Watts gibi başka ağır toplar da var ve dizi yurtdışında genel olarak ortalamanın üstünde notlar aldı (hatta Crowe için Emmy sesleri bile duyulmaya başlandı), ama heyecanla beklediğimiz halde çok da tatmin olmadığımızı söyleyelim. Belki çok daha kontrolsüz bir savrulma yaşayan Türk medyasını anlatan bir dizi çekilse (tabii çekilebilirse) o zaman muradımıza erebiliriz, kim bilir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler