‘Sen Çal Kapımı’ dizisinden Başak Gümülcinelioğlu: Pırıl tam bir feminist
"Sen Çal Kapımı" dizisinde Pırıl karakterine hayat veren Başak Gümülcinelioğlu on parmağında on marifet bir yetenek. Kendisiyle Pırıl’ı, müzikteki hedeflerini, annesiyle gelecek akademik planlarını konuştuk.
“Sen Çal Kapımı” son iki yılın ekranlarda en çok ilgi toplayan dizilerinden. Pırıl da dizinin en çok sevilen karakterleri arasında.
Pırıl’a hayat veren Başak Gümülcinelioğlu, kariyerini küçük yaşlardan itibaren adım adım inşa eden bir isim.
Müzisyen kimliği de artık pek kimselerden gizlenemez durumda. Son olarak diziyle aynı adı taşıyan "Sen Çal Kapımı" şarkısı ile Number One Video Müzik Ödüllerinde “En İyi Dizi Şarkısı” ödülünü kazandı.
Gümülcinelioğlu ile sohbete Pırıl’ı konuşarak başladık. Laf lafı açtı...
DÜRÜST YAŞAMAK ŞART
"Sen Çal Kapımı" dizisinde karakter olarak çok güçlü bir kadını canlandırıyorsunuz. Dizi ilerledikçe Pırıl karakteri nereye evrildi?
Pırıl sevgisiz büyümüş bir kadın karakterdi. Hayatı boyunca hep tek başına, hep güçlü olmak zorunda kalmış. Önceliklerini iyi tarttığını düşünmüş, dolayısıyla karakteri de tamamen iş ve başarı odaklı bir hale gelmiş. Ancak zamanla sevmeyi de dizide öğreniyor. Bu benim açımdan canlandırması çok keyifli bir karakter evrimi, dönüşümüydü. Böyle olduğunda karakterler tekdüzelikten çıkıyor, gerçek tanıdık birer insan oluyorlar. Pırıl gerçek bir feminist aslında. Ancak feminizmi doğru değerlendiren bir feminist. Hayatında kadın erkek diye bir ayrımı yok, tamamen insan ve denge ağırlıklı tartmaya çalıştım karakteri. Zamanla da her hareketini neden yaptığını seyircinin anladığı, onay vermese de ikna olduğu, evlerinin kızı, komşusu, dostu, kız kardeşi, ablası gibi görüldü. Kontra bir karakterin bu şekilde evirilip anlaşılmasıyla gurur duyuyorum.
Karakterin yeniden kendini şekillendirmesi hangi şartlara göre gerçekleşiyor?
Projenin başında 32 sayfa karakteri çalışmışım, geçen gün tekrar bir noktayla alakalı soru işaretim olduğunda dönüp baktığımda saymak aklıma geldi ne çok çalışmışım dedim. Ön çalışmaya çok inanıyorum. Karakterin hikâye başlangıcından öncesini iyi tasarlamak, hem karakteri tanımak açısından çok önemli hem de ilerleyen zamanlarda ne yapacağını kolay tahayyül edebiliyorsunuz. Çok gözlem yapma ve okuma fırsatım oldu. Bir yandan da “kraliçe arı sendromu” ve tedavisi üzerine bir makale okumuştum, o makalenin de Pırıl'ın karakterine çok faydası oldu. Hem şekillendirmemde hem de sevgiyle tedavi etmemde :) Böylece zamanla kendini, işini, ailesini, sevgisini (bazen her insan gibi dengeyi iş tarafında kaptırsa da) çoğunlukla dengede tutabilen başarılı dürüst ve güçlü bir kadın karakter ortaya çıktı. Zaman içerisinde sevgiyle tanıştı Pırıl, karşısına aşık olduğu ve korkmadan ona adım atabileceği bir kişi olduğunu fark etti. Zamanla ailesi ile olan sıkıntılarını bir başkasıyla paylaştı, yol arkadaşı edindi kendine. Sorunlarını birlikte çözebildi, adım attı. Pırıl'ın geçirdiği sevgi evrimiyle de gurur duyuyorum. Bir insanın gerçekten kendisini sevgiye açabilmesi ve dürüstçe hayatını yaşayabilmesi bence en büyük güç.
Londra Müzik ve Drama Sanatları Akademisi eğitiminizden sonra kariyerinizi Türkiye’de sürdürmeye karar verdiniz... Neden?
Amerika'ya AFS adlı programla ve bursla gittim. Kansas eyaletine çıktı kurada. Dolayısıyla orada yaşadım. 4 bin kişilik bir kasabada, herkesin birbirini sevdiği saydığı ya da kabullendiği bir kasabada, toplum içinde toplumdan ayrı düşünmeyen, her yaptığı bir diğerine fayda sağlayan biri olmayı öğrendim. İyi ki bunu deneyimledim. Sonra hayat beni olduğum yerlere götürdü. Okuldan, eyalet müzikaline, orada eğitim aldıktan sonra Türkiye’de mimarlık ve sonrasında Londra’ya oyunculuk eğitimine. Türkiye’de konservatuvar okumak için yaşım geçmişti, yabancı bir ülke olmak zorundaydı. Bizim mesleğimizde dile hakimiyet çok önemli. Ben İngilizce ve Türkçe’ ye hakimdim. Dolayısıyla Türkiye olmadığı için ya Amerika ya İngiltere olacaktı. Başvurularımı yaptım, İngiltere’nin en iyi konservatuvarlarından biri LAMDA'dan programlarına kabul alınca tabii ki oraya gitmeyi tercih ettim. Aslında hayat beni adım adım destekledi omuriliğimden, hep iyi ki dedirtti çok şükür. Sonrasında da Türkiye’ye dönmek istedim çünkü hem burası evim hem de oyuncu olmanın en önemli mesajı bir sözünüzün olması, bir eleştirinizin, objektivitenizin olması. Bu kendi coğrafyama katkı sağlasın, ben kendi insanıma destek olayım istedim.
Önümüzdeki yıllar için dijital platformlar üzerinden veya başka bir mecrada kariyerinizi uluslararası alana taşıma planlarınız var mı?
Ben çift dilli oyunculardanım, bu yönüm güçlü yönlerimden biri, dolayısıyla kariyerimi uluslararası alana taşıyıp tabi ki güzel işler yapmak istiyorum, hem kariyerim açısından hem de hayallerimin çok büyük parçası olması açısından çok çok istiyorum…
2,5 YAŞINDA KUĞU GÖLÜ
Babanız işletme okumuş, anneniz ise iktisat. Bildiğim kadarıyla ailenizde oyunculuk veya sanatın herhangi bir dalıyla ilgilenen bir insan yok. Nasıl ilgilenmeye başladınız oyunculukla. Profesyonel anlamda bu işi yapmaya nasıl karar verdiniz?
Evet mesleki açıdan annem, babam, ablam ya da herhangi bir aile ferdim oyuncu değil. Ancak bana tiyatroyu, edebiyatı ailem sevdirdi. Annem aslında edebiyat okumak istemiş. Hayatım boyunca hep masa sohbetlerimiz okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler, dinlediğimiz şarkılar oldu. Şiir geceleri yapardık hep, hala da sık sık yaparız. Babam bir koleksiyoncu, çok geniş bir müzik koleksiyonu var. Müzisyen değildir ancak çok iyi bir kulaktır. İyi bir dinleyicidir. Hiçbir müzikal eğitimi olmamasına rağmen darbukada da hiç de fena değildir hatta. Annemin sesi çok güzeldir, birlikte hep şarkılar söyleriz. Eskiden sezonluk biletler alır, tiyatro oyunlarına, balelere, konserlere hep ilk gidenlerden okurduk. Hatta ben 2 buçuk yaşındayken kuğu gölü balesi Türkiye’ye geldiğinde beni içeri almamışlar yaşımdan ötürü. Annem dilekçe yazıp sokmuş. “Bırakın ses çıkartmayı, gözünü kırpmadan izleyecek! Göreceksiniz!” demiş. Tam olarak da öyle olmuş, bittiğinde “Anne hadi bir daha!” Demişim sadece. Dolayısıyla ben oyuncu olmak istediğimi aileme söylerken kurduğum ilk cümle “Bana siz sevdirdiniz. Neden diye bana hiç sormayın” olmuştu. Yani ben aslında izleyiciler arasında büyüyüp, sahnede olmaya karar verdim. Başka türlü bir mutluluk düşünemedim, düşünemezdim de çünkü yoktu.
Ya tiyatro?
Amerika'da lise okurken müzikal tiyatro yapmaya başladım. Sonra yönetmenimiz beni eyalet seçmelerine katılmam için yüreklendirdi. Annie müzikalinde oynamaya başladım. Yıllar sonra eğitimlerimi tamamlayıp Türkiye’de tiyatroların seçmelerine başvurdum. İlk başvurum İstanbul Halk Tiyatrosu-Barut Fıçısı oyunu içindi. Çok fazla kadın oyuncu başvurmuştu, biraz endişeli bir süreçti benim için çünkü burada bir konservatuvardan mezun değildim, yönetmenimizi, oyuncu arkadaşlarımı hatta kimseyi tanımıyordum. Ancak seçildim. Erkan Can, Yıldıray Şahinler, Ruhi Sarı, Aşkın Şenol, Faruk Akgören, Aytek Önal ve Rüya Önal ile birlikte 3 sezon çalıştık. Bu süreçte BKM'nin Hababam Sınıfı Müzikali seçmelerine girdim. Eş zamanlı orada da oynamaya çalıştım. Murat Karasu, Celal Tak, Caner Alkaya, Beyti Engin gibi isimlerle çalışma fırsatı buldum. Bu süreçlerin hepsi eğitimimin bir parçasıdır gönlümde. Çok şey öğrendim. Saydığım isimlerin hepsini teker teker ustam bilirim. Bu süreçte tiyatro çevirileri yapmaya başlamıştım ve ONK ajansla çalışmaya başladım ve profesyonel çevirmen olarak da kariyerimi geliştirmeye başladım. Bu süreçte çevirdiğim “Yaban Arısı” adlı oyunum oynanmaya başladı. Aynı zamanda müzikal konserler yapmaya devam ettim. Harbiye Açık Hava’da Rock Müzikaller konseri yaptık. O da çok başarılı ve benim kalbimi çarptıran bir projeydi.
Kısa süre önce sizin seslendirdiğiniz, sözleri ve bestesi de (Karya Candar ile birlikte) size ait olan dizinin şarkısı olan Sen Çal Kapımı şarkısı ile Number One Video Müzik Ödüllerinde "En İyi Dizi şarkısı" ödülünü kazandınız. Sonrasında diziye yine hikâyesinden esinlenerek KİRAZ adlı yeni bir şarkı yazdınız ve bestelediniz. Şarkılar nasıl ortaya çıktı?
Açıkçası müzik hep var, hep olsun da. Benim kendimi en iyi ifade ettiğimi düşündüğüm yer, üstüme giydiğim en rahat, en benlik kostüm gibi. Planlanmış ya da benden istenen bir şey değildi aslında. Ben zaten yazıyorum, besteliyorum ve söylüyorum. Sen Çal Kapımı benim yumuşak karnım. Çok özeniyorum, o zaman da öyleydi. Her yaptığım şeyi daha nasıl bir katkım olur, bundan daha iyi nasıl olur diyerek yapıyorum. Şarkıyı yazıp bestelemiştim, ve dinletme fırsatım olunca da çok sevildi ve kullanmak istediler. Benim için ne kadar özel olduğunu tahmin edemezsiniz. Sonra Pırıl’ın da hayali şarkı söylemek oldu. Senaristlerimiz öyle uygun gördü ve ben dizide “Bir Anda”yı söyledim. Sonrasında yine devam eden süreçte "şuraya bir şarkı düşünüyoruz, var mı şarkın hazırda, hadi bunun İngilizcesine de bakalım" gibi git gel projelendirdik birlikte düşündük geliştirdik. Yaptığım her şarkının İngilizce versiyonunu da yapıyorum bir yandan. Bu süreç devam ederken Cihad’la (Selamlar) Beni Bana Sorma’nın düetini ve Alkan’la Ziyan Oldum düeti yaptık. Sonrasında Karya ile "O melek sen misin?"i geliştirdik, söyledik ve projelendirip Sarp (Bozkurt) ve Deniz Işın'ın başrollerinde oynadığı “Eee Sonra” adlı dizide konumlandırdık. En son da diziye Kiraz’ı yazdım. O dizide yayınlandı ve yine çok sevildi. Yani şöyle planlarım var şunu yapacağım diyemem, hayat bu demek de istemiyorum aslında… Ben sadece bir hayal kuruyorum, üzerine çalışıyorum sonra her şey hayalimin de ötesinde oluyor… Her yeni proje bir yeni projeye bir yeni mutluluğa vesile oluyor. Bana sadece mutlu olmak ve şükretmek kalıyor.
ANNEMLE PSİKOLOJİ OKUYACAĞIZ
Bahçeşehir Üniversitesi’nde Mimarlık okuduktan sonra İTÜ’de yüksek lisans yaptınız. Neden mimarlık okumayı tercih ettiniz?
Aslında şu an neden diye ben de soruyorum (gülüyor). Şaka bir yana, üniversite bittikten sonra yüksek lisans yapmaya ve bir mimarlık şirketinde çalışmaya başladım. O süre zarfında anladım mimarlık mesleğini yapmak istemediğimi, yoksa okullarımdan dereceyle mezun olan, iyi bir öğrenciydim. Hocalarım çok iyi bir mimar ve hatta akademisyen olacağımı düşünüyorlardı. Ama aslında tek sebebi çalışkan oluşummuş. Verilen işi bitirmeden pes etmek gibi bir huyum yok. Ablam mimar, babam hayatı boyunca mimar olmak istemiş hatta en yakın arkadaşı yerine İTÜ'de derslere gidermiş. Yıllar içinde de profesyonel anlamda kendini geliştirmiş. Zorlamadı kimse beni, ben sadece başka bir ihtimal düşünmemişim sanıyorum. Ama sonrasında ait olduğum yer olmadığını fark edip hemen sıfırladım hayatımı ve oyunculuk eğitimime başladım. Hayatımın tek bir gün bile pişmanlık duymadığım en cesur U dönüşüydü. Yüksek lisansa gelecek olursak da; bizim ailede üniversite okunur, zaten yüksek lisans da yapılır. Yani yöntem hep bu diye düşünürdüm. Aksi aklımın ucundan bile geçmedi ki… Ailecek eğitime çok kıymet veriyoruz, dolayısıyla ailem her şey de oldukları gibi eğitimimle ilgili de her konuda aşırı destek oldular. Burs alıp yurtdışına gittiğimde de, yeni bir dil öğrenmek adına başka bir ülkeye aylarca gideceğimi söylediğimde de, onları maddi ya da manevi olarak ne kadar zorlasalar da tek bir gün tereddüt etmeden desteklediler. Önümde çok güzel örneklerim vardı anlayacağınız. Hatta annemle hala sosyoloji ve psikoloji okumak gibi bir hayalimiz var. Bence bunu da başaracağız.
ALMANYA DEĞİL FATİH
Almanya doğumlu birisi olarak ABD ve İngiltere deneyimleri sizde nasıl izler bıraktı? Bugün bir seçim yapmak zorunda olsanız hangi ülkede veya coğrafyada yaşamayı istersiniz?
Almanya doğumlu değilim, İstanbul doğumluyum aslında. Zamanında bir kişi ortaya attı bu doğru olmayan bilgiyi, bin kişi toplandık yine düzeltemedik. İstanbul Fatih doğumluyum. Ve hem Amerika da yaşadığım şehirler, hem de Londra bana aynı İstanbul gibi, evim gibi geliyor. Çok zorlandığım da oldu, ama kendimi çok geliştirdim de. Yalnızlıktan ciğerim de soldu, kendime bir Amerikan aile edindim de aynı zamanda. Kendim için verdiğim en zor ancak en doğru kararlardı bence. Hep "iyi ki" diyorum. Her gence de tavsiye ediyorum. Dünya biz yaşayalım, keşfedelim, kendimizi geliştirelim dönüştürelim diye var. Yıkın tüm duvarları, sadece kendinize bağlanın, başlayın yürümeye, gezin tozun sevin öğrenin öğretin… Tüm dünya ancak birbirini tanır ve severse, öğrenir ve korkmazsa dünyada barışa niyet edebileceğiz bence. Bir insan çok insan demek. Bugün bir seçim yaptım aslında ve geri döndüm. Çünkü ben ülkemi seviyorum, ülkemdeki her doğruyu sevip bağrıma basmak, her yanlışı ise düzeltmek için emek vermek istiyorum. Ama olur da ilerde yurtdışında yaşamak durumunda olursam da gençliğimin bugünüme verdiği en büyük hediye dünyanın neresinde olursam olayım, yalnız da parasız da işsiz de kalsam; hayatta kalır, yerimi bulur, kendimi ifade eder ve mutlu olurum.
En Çok Okunan Haberler
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- Mahruki yine yandı
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- 2 kişiyi öldüren Servet Bozkurt yakalandı!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı