Selim İleri: Yeni ‘palto’ mevcut... Giymesini bilene!

Selim İleri, otobiyografik izler de taşıyan “Bir Gölge Gibi Silineceksin” adlı kitabında, kıyıda köşede kalmış, geçmiş zaman okumalarındaki çiziktirmelerini gün yüzüne çıkarıyor. Eski Türk edebiyatçıları başta pek çok sanatçı ve yapıtlarının yaratısındaki kelebek etkilerini paylaşan usta yazar, geçmiş dönemlerin kültür ortamının haritasını çiziyor.

Yayınlanma: 27.05.2020 - 22:46
Abone Ol google-news

Selim İleri, “Bir Gölge Gibi Silineceksin”de kıyıda köşede kalmış, geçmiş zaman okumalarındaki çiziktirmelerini gün yüzüne çıkarıyor. Eski Türk edebiyatçıları başta pek çok sanatçı ve yapıtlarının yaratısındaki kelebek etkilerini paylaşan usta yazar, geçmiş dönemlerin kültür ortamının haritasını çiziyor. İçsel ifadesini hüzün ve yalnızlık duygularıyla incelikle kardığı, öz yaşamının ve yazarlığının her yaş dönümünden otobiyografik izler de taşıyan çiziktirmelerinde, yıllar sonra eleştirilerinde haksızlık ettiğini düşündüğü yazarlara ilişkin özeleştirilerine de yer veriyor.

ANIMSAYIŞLAR…

- Ağırlıklı olarak Türk edebiyatı olmak üzere pek çok usta, yazar, şair ve ressamın yaşamları ve yapıtlarının yaratınızdaki kelebek etkilerini paylaştığınız bu çiziktirmelerinizin belli bir tarih sıralaması yok.

- Yok. Çok eski çiziktirmeler de var. 35-40 senelik notlar var. 1978’den başlıyor, 2019’a getiriyorum.

- Anlık yazmışsınız değil mi?

- En iyi alımlama o, evet; anlık. Bazıları ise sonradan yazıya dönüşmüş ama çekirdek burada kalmış. Mesela Oktay Rifat’ın “Bir Kadının Penceresinden”i çok önemsediğim bir romandır. Ona ilişkin ilk notları olduğu gibi yayımladım.

- Otobiyografik anılarla epey süre başabaş gidiyor.

- Yayınevi de arka kapakta “anımsayış” nitelemesinde bulundu. Yeni bir tür gibi.

YERİNE OTURTMAK!

- Bazı özeleştiri ve itiraflara rast geliyoruz. Yıllar önce eleştirdiğiniz bazı kitapları bu yaşınızda yeniden okuduğunuzda; “haksızlık ettiğimi görüyorum” diyorsunuz.

- Evet, Reşat Nuri var mesela. Sonra alaycı dille eleştirdiğim Halide Edip’in “Handan”ı bir vicdan azabı oldu bana. Birikim Dergisi’nde 1980 öncesi o romanın dilini, sahnelerini, duygularını alaya alan bir yazım yayımlanmıştı. Aslında yazıyı yazarken bile romanın etkisi altındaydım. Yani yalan söylüyordum! Yeni bir bakış açısının biraz da öyle olması gerektiğini düşünüyordum. O yıllarda bir lakırdı vardı: Yerine oturtmak! Yerine oturttuğumu zannediyordum. Ben yerime oturdum!

Yaşlandıkça başka yazarlardan başka kitaplar konusunda da yanıldığımı fark ettim. “Çağdaşlık Sorunları” adlı kitabımı (1978) yeniden basmayı çok isteyen oldu meselâ. Sonra o kitaptan hep nefret ettim. O aşağılayıcı bakış açısından, gençliğin getirdiği kibirden!

Bayağı kibirliydim. Hatta Muzaffer Buyrukçu’nun güncelerinden birinde çok acı ama çok etkileyici bir ifadesi vardır: “Onu efendi bir çocuk olarak görüyordum. Ne olmuş buna böyle. Selâm verdim. Kafasını çevirdi” diyor. Herhalde kafamı çevirmemişimdir ama bir şey hissetmiş ki öyle yazmış. Sonra Allahtan çok dost olduk.

- Toplamda tüm bir kültür ortamının adeta haritasını çıkarıyorsunuz. Otobiyografik izler azalırken yerini ağırlıkla Türk edebiyat ve sanat ortamına ilişkin tek ve toplu değerlendirmeleriniz alıyor. Bir İstanbul Türk Tiyatrosu incelemeniz örneğin; hayli derin..

- En sevdiğim yazılarımdan biridir. Sevgili Gülriz Sururi, Toto Karaca, Muammer Karaca, Gönül Ülkü, Gazanfer Özcanlarla örgün o dünyanın büyüsünü yazmaya çalıştım. Sevgili dostum Gönül Hanım’ın ölümünden sonra yazmış, yayımlayacak yer bulamamıştım.

- Çeviri dünyamıza ilişkin yazınız da aynı yoğunlukta.

- Evet; 2000’lerin başında yazdığım yine yayımlanmamış bir yazımdır.

‘EDEBİYATÇILAR, TİYATROCULAR, RESSAMLAR BİRBİRİNDEN KOPUK DEĞİLDİ’

- O dönemlerin kültür sanat ortamıyla bugünü kıyaslarsınız başlıca tespitiniz ne olurdu?

- Edebiyatçılar, tiyatrocular, ressamlar bugünkü gibi birbirinden kopuk değildi. Birbirlerinden öz alıyor, düşünce alışverişinde bulunuyorlardı. Şimdiki gibi satış endeksli, kendini sunmaya endeksli bir dünya yoktu. İnsanlar varla yok arasıydılar.. Kıskançlıklar, kavgalar oluyordu ama genel çizgide müthiş bir nitelik farkı vardı.

- Aynı şekilde kitabınızda tam bir resim sevgisiyle hareket ediyorsunuz. Bu çiziktirmeler nasıl bir resim çiziyor?

- Çocukluğumdan itibaren resim karşısında hep heyecana kapıldım ve o heyecan hiç dinmedi. Hepsine yer veremedim ama bilhassa o Batılı tarz resme geçilen dönemin unutulmaz ressamlarından Nazmi Ziya’ya, Avni Lifij’e yer vermeden edemedim. Toulouse-Lautrec’e ayrı bir yer ayırdım. “Bendeki Ressamlar” diye bir tasarım da var.

‘BUGÜNÜN EDEBİYATI FAZLA TEKNİĞE DAYALI’

- Yeni Türk Edebiyatı metinleriyle eskilerini kıyasladığınızda ne dikkatinizi çekiyor?

- Bugünün edebiyatı fazla tekniğe dayalı, büyük duyguların yalıtıldığı, fazla yalınlaştırılmış bir edebiyat. Hiç bana göre değil. Gençlere de tavsiye edilecek önemli noktalardan biridir: Okudukları metni sadece içeriksel olarak değil yöntemsel olarak da incelemeliler. Sanatın tüm dalları için geçerli bu. Tiyatroda da aynı; ağlamak yok, beden diliyle ağlayacaksın diyorlar. Edebiyatta da böyle artık. Ben, o eski alışkanlıkla hakiki ağlamayı tercih ediyorum.

VİCDAN AZABIM!

- Kaleminiz eski Türkçe’nin duygusallığına çok yakın..

- Artık öyle. Ancak elliden, altmıştan sonra öyle oldu. Gençlik yıllarımda öz Türkçe tutkumdu. Şöyle diyeyim; kurtuldum çünkü öz Türkçecilik de bir baskı gibiydi.

Kitapta da Haşim’in “O Beldesi”nden bir mısraını örnek verdim. Düşünebiliyor musunuz; “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz”i şöyle öz Türkçeleştirmişim: “Üzüncü anlamayan kuşağa tanış değiliz”… Vicdan azabımdır! Oysa o devrin dili, sosyolojisi o kelimelerle bütünleşiyor. Değiştirdiğinizde ruhu gidiyor. O konuda da bir senteze gitmek gerektiğini düşünüyorum.

‘GİT GİDE SENTEZCİ OLDUM!’

- Sentez demişken.. Bizdeki en önemli sentez kitapta da irdelediğiniz gibi Doğu-Batı sentezi konusu. Nasıl bakıyorsunuz?

- Git gide sentezci oldum. Yaşın getirdiği bir durum da olabilir. Hâlâ okunan, hayranlık yaratmış yazarların hepsinde sentezci bir yaklaşım olduğunu görürsünüz.

Doğu-Batı sentezi konusunda ise bilhassa Kemal Tahir ile Peyami Safa zaman zaman şefkati elden bırakmışlar. Hele yolun sonundaki Kemal Tahir’e baktığınızda yolun başındaki Kemal Tahir’den çok daha sert olduğunu görürsünüz.

Ahmet Hamdi Tanpınar ise öyle değil, nötr kalmış, ikircikli kalmış. Reşat Nuri Güntekin ise en ağır, menfii eleştirisinde bile müthiş bir empati duygusuyla hareket etmiş. Bilhassa Reşat Nuri daima çok etkilendiğim yazarlardan biri olmuştur.

Bir Oktay Akbal baştan bu yana öykündüğüm yazarımdı. Tam anlamıyla idolümdü. Kendisiyle çok yakınlığım oldu, yazdıklarıma çok yardımcı da oldu.

Aynı şekilde büyük hayranlık duyduğum Behçet Necatigil’e de tekrar tekrar baktığımda hangi toplumda yaşadıklarını iyi bilen, Doğu-Batı sentezi meselesinde tam bir idrak, tam bir bilince sahip olduklarını ve yazdıklarını görüyorum.

- Bugün edebiyatta gördüğünüz içinden çıkılacak yeni “palto”ya ilişkin görüşleriniz?

- “Uzun Bir Yalnızlığın Tarihçesi”yle İrfan Yalçın, yine son zamanlarda en etkilendiğim romanlardan “Dün ve Ferda” ile Erendiz Atasü gibi, kaybetmiş olsak da hala teknik olarak da içeriksel olarak da öğrenilecek çok büyük zenginlikler olan Nezihe Meriç... Başka isimler de var kuşkusuz.

En yeni edebiyata gelince özümsenmesine daha var tabii... Bana sorarsanız Sait Faik’in “Havada Bulut”u edebiyatta hâlâ son derece modern bir romandır. Giymesini bilen için “palto” mevcut, orada duruyor!

‘TÜRKİYE, EDEBİYATI VE SANATI GEÇMİŞTE BIRAKIYOR’

- Neden bir gölge gibi silinecekmiş Selim İleri?

- Bunların karşılığı kalmadı. O kadar başka şeylerle uğraşılıyor ki, geriye kalan o kadar gündelik bir dünya ki.. Halid Ziya Bey’in niye veremli bir Fellah çocuğu yazdığı, romanına konu yaptığı artık kimi ilgilendiriyor?

Türkiye, edebiyatı ve sanatı git gide geçmişte bırakıyor. Bu nedenle ben de bir iz bırakıp bırakmayacağımı bilmiyorum, artık çok önemli de değil benim için.

- Bu yüzden mi Gogol ile özdeşlik kuruyorsunuz? Yazıyorsunuz ki; “Gogol’ü biraz kendime benzetiyorum. Ne haddime?! Yazınsal değeri açısından değil -ne haddime!-. O ölümcül gelgiti benzetiyorum. Birçok yazarımızın, şairimizin, hikâyecimizin, romancımızın, birçok sanatçımızın, tiyatrocumuzun, sinema sanatçısının, birçok alçakgönüllü insanın, kimsesiz, o ölümcül gelgitte var olduğunu düşünüyorum.”

- Evet, kitabın en önemli temalarından birisine temas ettiniz. Sizden başka kimse temas etmedi, bunu da söyleyeyim. Gogol çok önemli bir motiftir. Baktığınızda sonunda çıldırıyor hiçbir yere ait olmamanın getirdiği durum çıldırmak oluyor.

Benim hayatta bir şansım oldu, edebiyatla ilgili olmayan hiçbir işim olmadı. Ekmeğimi edebiyatla kazanabildim. Düşünün hayran olduğum, beni yetiştiren o kuşağın çoğu başka işler yapmak zorunda kaldı. Muhasebecilik, öğretmenlik, reklamcılık...

‘GOGOL’DEN YOLA ÇIKARAK KENDİME VARDIM’

- Aynı bölümün devamında da “Yolun neresindeyiz? Galiba biraz korkuyorum: Herkes birbirini ‘öteki’leştiriyor. Herkes ‘öteki’. Kim bu ‘öteki’? Herkes birbirinin ‘öteki’si” diyorsunuz.

- Evet, bu! Gogol üzerine çok düşündüm, yaşımın ilerlemesinin etkisiyle daha çok düşünmeye başladım. Gogol’den yola çıkarak kendime vardım, karşılığımı onda bulabildim sanıyorum.

- Yeni romanınız üzerine çalıştığınızı biliyorum. Son olarak ondan bahseder misiniz?

- Fevkalade hüzünlü, kederli, yakın tarihimizin son 40 senedeki insan kayıpları üzerine gelişen bir roman. Toplumsal olduğu kadar bireysel olaylar da var içinde. 18 Kasım 2018’de başladım ama çok takıldım. Ayrıca “Abdülaziz intihar mı etti, öldürüldü mü?” üzerinden giden bir uzun öykü üzerinde çalışıyorum.

Bir Gölge Gibi Silineceksin - Çiziktirmeler / Selim İleri / Everest Yayınları / 305 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler