Savaş cehennemi
Bu hafta Fransız yapımı ‘Rock’n Roll’la ‘Dunkirk’ gösterime giriyor.
Bu hafta henüz seyrettiğim Fransa ve ABD yapımı 2 ilginç filme, “Rock’n Roll”la “Dunkirk”e değineceğim yerim elverdiği ölçüde. 2. büyük dünya savaşının gemi azıya aldığı yıllardan 1940’ta, Alman ordusunca kuşatılmış 300 bin kadar İngiliz (ve bir miktar Fransız) askerinin Manş kıyısındaki Dunkirk sahilinde, İngiliz deniz kuvvetleriyle küçük sivil tekneler tarafından düşmanın elinden kurtarılıp tahliye edilmesini, oldukça nesnel ve hümanist bir yaklaşımla ele alarak konu edinen “Dunkirk”, savaş cehenneminin korkunç atmosferini yanı başınızda hissettiren, senaryosu tarihsel gerçeklere dayanarak yazılmış, beceriyle çekilmiş ve iyi oynanmış, usta işi bir savaş filmi baştan belirtmek gerekirse. Özellikle “Inception”la son dönemin gözde yönetmenlerinden biri haline gelen Christopher Nolan’ın 77 yıl önceki tarihsel gerçeklerden yola çıkarak yazdığı senaryo, her an Alman uçaklarının bombaları ya da denizaltılarının torpidolarının tehdidi altındaki, ölümkalım mücadelesi veren bir grup İngiliz askerinin (ve tekne sahibi sivilin) kahramanı olduğu, kimi göz yaşartan dokunaklılıktaki kurmaca, insancıl hikâyelerden bütünleniyor.
İngiliz yönetmen Leslie Norman’ın vaktiyle çok gerçekçi bir tarzda aynı konuyu işleyen, John Mills, Richard Attenborough, Bernard Lee gibi oyuncuların rol aldığı, 1958 yapımı “Dunkirk”inin izinden giden ve türün bildik tipleme ve heyecan klişelerini yerli yerince kullanan Nolan, İngiliz Spotfire’larıyla Alman Heinkel uçaklarının gökyüzünde ölümüne kapıştığı çekimlerle ya da bireysel çatışmalarla travmatik durumları peşpeşe aktaran sahnelerle sonuçta canlı, dinamik bir anlatım tutturuyor, sürükleyici bir aksiyon temposu eşliğinde. Tahliye bitmeden mendireği asla terk etmeyen İngiliz amirali rolündeki Kenneth Branagh, evde-okulda hep başarısız olmuş kasabalı bir yeniyetmenin, geçirdiği savaş şoku nedeniyle ölümüne sebep olmuş denizciyi oynayan Gillian Murphy ve kahraman Spotfire pilotu Tom Hardy gibi ünlülere çoğu gencecik, yeni oyuncuların eşlik ettiği “Dunkirk”in başarısında, havada suda karada nefis kadrajlar yakalamış kameraman Hoyte Van Hoytema’yla baştan sona ara vermeksizin süregelen gerilimli müzikleriyle anlatıma destek veren, yılların bestecisi Hans Zimmer’in de katkısı var kuşkusuz.
Fransız sinemasının uluslararası çapta tanınan 2 ünlü yıldızının, Guillaume Canet-Marion Cotillard çiftinin oynadığı, oyunculuk ve kariyer endişeleriyle orta yaş krizi arasında salınan, doğrusu lafını da sakınmayan, ego yergisiyle karışık eğlendirici bir kara komedi denemesi “Rock’n Roll”. Oyunculuğunun yanı sıra gittikçe yönetmenliği daha çok benimseyen, artık 42 yaşına gelmiş Canet, senaryosuna katılıp başrolüyle birlikte yönetmenliğini de üstlendiği ve içtenlikle hicvederek baktığı sinema sektörüne, renkli festival vitrinlerine gitgide standartlaşan ödüllere de göndermelerde bulunduğu bu yarı otobiyografik nitelikteki ironik filminde kendini oynuyor, keza hayat arkadaşı Marion’la diğerleri de kendi isimleriyle kendilerini canlandırıyorlar. Kameramandan asistana ve makyajcıya dek tüm kadronun çekime hazır olduğu bir set sahnesiyle başlayan filmde, babasını oynadığı ama aslında yatağa atmak istediği genç, seksi sarışın kızın dobra dobra yüzüne söylediklerinden artık yaşlanıp eski çekiciliğini yitirdiği gerçeğini anlasa da kabullenemeyip, parti parti dolaşarak, alkol kesmeyince de kokain çekerek kendisini iyice komik durumlara düşürüp fena halde dağıtan, eski jön Canet dibe vurdukça, Kanada-Montreal’deki genç dâhi yönetmen Xavier Dolan’dan film önerisi alan Cotillard’ın yükselişi sürer. Çevresince artık acınılası bir ezik olarak karşılanan, Cesar ödüllerinde de nal toplayan Canet, çareyi estetik cerrahiye başvurmakta bulur ve hoşgeldin botoks! Artık o muhteşem oyuncu imajı yerlerdedir..
Kahramanımızın giderek baklava karın kaslı, acaip bir Arnie vücudu yapıp ‘Kuşum Aydın’ suratıyla ve Cotillard’la birlikte kapağı ABD’ye atarak Crocodil Dundee parodisi gibi, dandik bir Tv dizisinde oynadığı inanılmaz bir finale bağlanan “Rock’n Roll”, çoğu kez hedefini bulan esprili diyaloglarla, acımasız bir mizahla dalga geçerek acaip kafa buluyor sonuçta kariyer, oyunculuk ve sektör üstüne. Oyuncu kadrosunda Gilles Lellouche, Philippe Lefebvre ve artık yaşlı, bitik bir korku filmi figürüne dönüşmüş, eski kurtlardan, Fransız Rock ilahı Johnny Hallyday’in de boy gösterdiği bu Fransız yapımı kara komedi, çuvaldızı kendine batırmasını da bilen Guillaume Canet adına yürekli ve olumlu bir görülesi seyirlik özetle.
En Çok Okunan Haberler
- Futbolda pis kokular yükseliyor
- Son seçim anketinde çarpıcı sonuç!
- TÜPRAŞ'ta patlama: 12 kişi yaralandı
- 'Erdoğan bize göre tek seçenektir'
- CHP’de çelişen başkanlara uyarı
- Hekimlerin istifaları hızlandı
- 'Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanı olacak diye...'
- Beyoğlu'ndaki cinsel saldırı dehşetinde yeni gelişme
- Türkiye'de bir sağlık skandalı daha!
- Napoli'den Galatasaray'a Osimhen yanıtı!