Sahte ile gerçek arasında!
“Sansasyonel, olağanüstü ve doğaüstü, günlük yaşamın sıradanlığında, rutinden kaçmamızı sağlayan tatlı baştan çıkarmalardır. Ancak aldatma oyunu, sadece farkında olduğumuzda ve önceden kabul ettiğimizde eğlencelidir. Kasıtlı olarak aldatıldığımızda, birçok bakımdan kaybeden taraftayız, paramızı, güvenilirliğimizi, bütünlüğümüzü ve hatta varlığımızı kaybediyoruz.
Mevcut (dez)enformasyon miktarı daha fazla olsa da sorun eski bir sorundur. Tarih, gerçek gibi görünen sayısız sahte maskeli örnekle doludur. Mitolojik bir aldatma prototipi olan Truva Atı, sembolik olarak, antik tarihi, internetin hâkim olduğu şimdiki dünyanın son derece çağdaş sorunlarına bağlar. Geçmişten alınan derslerden bir yol haritası oluşturulabilir. Bu bize istediğimiz zaman fantastik ve uydurma âlemde dolaşmamızı sağlarken, gerçeğe dönmeye hazır olduğumuz zaman için de bir çıkış stratejisi sunar” levhası karşıladı bizi sergiye girer girmez. Afişinde Truva Atı kullanılan “Gerçek yerine sahte (Fake for Real): Bir Sahtecilik ve Tahrifat Tarihi” sergisinden bahsediyorum. 24 Ekim 2020’de açılışına katılmak istediğim, yeni tip koronavirüs (Covid-19) nedeniyle “nasıl olsa daha 31 Ekim’e 2021’e kadar gezebiliriz” diye hep ertelediğim sergiyi nihayet geçen cumartesi gezebildik.
TARİHE YÖN VEREN SAHTELER
Brüksel’in “Avrupa Semti” diye ünlenen AB kurumlarının bulunduğu bölgede, cephesi Leopold II Parkı’na bakan Avrupa Tarihi Evi’ndeki sergi bizi sahtecilik ve dolandırıcılık tarihinde bir yolculuğa çıkardı. Antikçağlardan ortaçağ, modern tarihe ve günümüze kadar tarih boyunca sahtecilikleri, tahrifatları keşfettik. Sahtecilik uzun bir geleneğe sahip. Her dönem belirli sahte türlerin öne çıktığı görülmüş. İnsanın sahtekârlıklara inanma eğilimi önemli ölçüde evrensel.
Altı tema ve kronolojik bir zaman çizelgesinde sunulan sergi, Avrupa’nın dört bir yanından 200’den fazla olağanüstü eseri ziyaretçilerin beğenisine sunuyor. Geniş bir yelpazedeki eserlerin her biri, Roma imparatorlarının silinmiş kayıtları, ortaçağ azizlerinin manipüle edilmiş biyografileri, hiçbir zaman gerçekleşmemiş ancak gerçekmiş gibi anlatılan seyahat öyküleri, İkinci Dünya Savaşı’nda müttefikler tarafından kullanılan sahte ordu gibi ilgi çekici sahtekârlık ve aldatma hikâyesi anlatıyor. Ayrıca, Constantine Bağışı ve Dreyfus’u suçlamak için kullanılan sahte mektuplar gibi tarihimizde kritik öneme sahip belgeler de yer alıyor. Bunların tümü, duyguların ve kişisel inançların, “Dünyayı nasıl anlamak istediğimizi veya kasıtlı olarak yanlış anlatabileceğimizi” etkilediğini gösteriyor.
Bu konulu ve güncel sergide Covid-19 ile ilgili iletişim ve onu çevreleyen dezenformasyon da inceleniyor. “Dezenfodemik”, gerçeklerin ve gerçek olmayanların sürekli kol kola dolaştığını, eleştirel düşüncenin ve sivil eylemin aldatmaya karşı değerli koruyucular olduğunu iyi bir zamanlamayla hatırlatıyor. Serginin “Post Truth Dönemi” başlıklı son bölümü, ziyaretçilerin doğruluk kontrolü yapabilecekleri, neyin yayımlanacağına karar verebilecekleri ve sosyal medyanın nasıl çalıştığını gösteren yenilikçi bir “filtre balonu” ile oynayabilecekleri oyunlar, videolarla dolu interaktif bir alan. Sergiyi gezenler gerçeklerin ve sahteciliğin anlaşılması üzerine ince bir tartışmaya katılıyor ve eleştirel düşünme yetilerini geliştiriyorlar.
Bilgide, haberde, belgelerde, haritalarda, parada pulda, resimde, kimlik kartında, ilaç ve marka ürünlerde, askeri alanda birbirinden ilginç yüzlerce sahtecilik örneği var sergide. Birkaçına yakından göz atalım isterseniz...
Avrupa tarihinin en iyi bilinen dinsel sahtekârlığı Konstantin Bağışı (Donatio Constantini) bunlardan sadece biri. 4. yüzyılda Roma İmparatoru Büyük Konstantin tarafından Eski Roma’daki Papa I. Silvestro’ya verildiği iddia edilen ve papaya Roma’nın batısındaki imparatorlardan ve krallardan daha fazla güç ve yetki bahşeden bir belge. Belge aslında yüzyıllar sonra üretilmiş. Papalık, bu sahte belgeye dayanarak Hıristiyan dünyası üzerinde üstünlük kurmuş.1440 yılında Lorenzo Valla sahtekârlığı ortaya çıkarmış.
Hollandalı Han van Megenen, kendi yaptığı resimleri usta ressamların eseriymiş gibi satmıştı. Emile Zola’nın L’ Aurore gazetesinde “Suçluyorum” başlığıyla yayımlanan mektubu Fransa’da yankı uyandırmıştı.
Üzerinde oynanmış ve manipüle edilmiş bilimsel buluşlar, tehlikeli hatta ölümcül sonuçlar doğurabilir. 1998’de yayımlanan bir makale MMR aşısı ile otizm arasında bağlantı olduğunu yazar. 12 yıl sonra araştırmanın doğru olmadığı ortaya çıkar. Araştırmanın verilerin manipüle edilerek kullanıldığı ve bulguların bilimsel ilkelere uyulmadan yorumlandığında karar kılınır. Makalenin yayımlanma nedeni de sorgulanır. Araştırma bilimsel kayıtlardan çıkarılıncaya kadar ciddi bir aşı karşıtı küresel hareket oluşmuştur bile!
1440’larda matbaanın keşfi ile birlikte “bilgi ve yanlış bilgi” akışı arttı. Okur-yazar sayısı yükselen Avrupalıların broşür, kitap ve gazetelere erişim sağlaması onların özgürlükleri elde etmesini ve tarihin seyrini değiştirmelerini sağladı. İçerik üzerinde denetim eksikliği sahte haberler, çarpıtılmış gerçekler ve nefret söylemi gibi bugünün kaygılarına benzer rahatsızlıklara yol açtı. Matbaa devriminin birçok kurbanı oldu. En acayip olanı ise1770’te basına tam özgürlük veren Danimarka-Norveç Krallığı’nın fiili lideri Johann Friedrich Struensee’in aynı basın tarafından halk düşmanı olarak kabul ettirilmesi oldu. 17 Ocak 1772’de tutuklanan ve ölüm cezasına çarptırılan Streuencee’nin cezası 27 Nisan 1772’de infaz edildi.
Hollandalı Han van Megenen, kendi yaptığı resimleri eski Hollandalı usta ressamların eseriymiş gibi satarak milyonlar kazandı. Sanat uzmanlarını ve Nazi koleksiyoncularını bile inandırmayı başardı. Savaş sonrasında Nazilerle işbirliği yapmakla suçlanınca daha az ceza alacağını bildiği için resim sahteciliği yaptığını itiraf etti. İşbirlikçilikten, “Göring’i aldatan adam” olarak kahramanlığa yükseldi. Hermann Göring, ünlü ressam Johannes Vermeer’in eserini satın aldığını düşünerek aslında Han van Megeren yaptığı “İsa ve Zina” adlı tabloya 1.650.000 gulden ödedi.
EMİLE ZOLA SUÇLADI!
1894 yılında Yahudi ve Alsas kökenli Fransız subay Alfred Dreyfus bir sahte belgeye dayanılarak haksız yere casuslukla itham edilerek tutuklandı, vatana ihanet ile cezalandırıldı. Emile Zola’nın L’ Aurore gazetesinde “Suçluyorum” başlığıyla yayımlanan açık mektubu Fransa’da büyük yankı uyandırdı. Zola da “masum birini hedef gösteriyor ve cezalandırıyor diye orduyu suçlayan açıklaması” nedeniyle yargılandı ve suçlu bulundu. 1899’da başarısız yeniden yargılanmadan sonra Dreyfus 1906’da affedildi ve tekrar Fransız ordusuna katıldı. Bu olayın Avrupa’da insan haklarından tutun Siyonizme kadar etkisi çok büyük oldu.
Bir kalem, daktilo, lastik mühür, aseton. Düzgün insanların elindeki bu nesneler İkinci Dünya Savaşı’nda binlerce insanın canını kurtardı. Yeni bir kimlik kartı Yahudiler için toplama kamplarına gitmekten kurtulmak demekti. Gezenlere, “Sahteciliğe sempati ile baktım bir an” dedirten bölümüydü burası serginin.
Doğru, “Tarih, gerçek gibi görünen sayısız sahte maskeli örnekle dolu”. Ya tarihin kendisi de sahteyse!
erdincutku@binfikir.be
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- İlk kez tek bir fotonun nasıl göründüğü gösterildi
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- Yıkılması gerekiyor!