Sahnede bir ses sihirbazı Alan Parsons

Alan Parsons Live Project bu akşam Zorlu PSM Caz Festivali kapsamında İstanbullu müzikseverlerle buluşuyor. Konserde en sevilen parçalarını seslendirecek olan Parsons ile bir söyleşi yaptık.

Yayınlanma: 30.05.2019 - 23:23
Abone Ol google-news

“Alan! Alan! Alan! Alan!”... Kim arıyor bilmiyorum ama Alan Parsons’ın cep telefonu böyle çalıyor. İlk kez duyduğunuzda komik geliyor, gün boyu böyle çaldığını düşünmek bile istemem açıkçası, bir süre sonra insan tuttuğu gibi duvara fırlatıp kırar herhalde telefonu. Gerçi Alan Parsons alışık görünüyor, her çaldığında sükûnetle kapatıyor ve sözlerine kaldığı yerden devam ediyor. Karşımdaki adam “Eye in the Sky”, “Time”, “Old and Wise” gibi hit parçaların ve “I Robot”, “Eve”, “Vulture Culture”, “Gaudi” ve benim favorim “The Turn of a Friendly Card” gibi albümlerin yaratıcısı, Eric Woolfson ile beraber elbette. Üstelik kendi adını taşıyan albümlerden önce uzun yıllar yapımcılık yapmış, Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon”u ile adını efsaneler arasına yazdırmıştı çoktan. Parsons ile Zorlu PSM Caz Festivali’nde bu akşam vereceği konser öncesi kaldığı Mövenpick Otel’de buluştuk ve bir söyleşi yaptık.

Yeni albümünüz “Secret” yaklaşık 15 yıllık bir aranın ardından geldi? Neden bu kadar çok beklediniz?
Kendimi pek hazır hissetmiyordum doğrusu. Bir önceki albümüm (A Valid Path) deneysel elektronik bir çalışmaydı ve pek tutulmamıştı, ticari açıdan, ben de neden yeni bir şey yapayım ki diye düşünüyodum. Ama o sırada başka şeyler yapıyordum, başka albümlerin yapımcılığını üstlendim, mesela Steven Wilson’ın albümü gibi, Jake Shimabukuro’nun albümü gibi. Ayrıca, bilmem duymuş muydunuz, ses kaydı üzerine bir dizi ve kitap çıkarttım (The Art and Science of Sound Recording). Ama sonuçta plak şirketi Frontiers beni yeni bir albüm çıkarma konusunda ikna etti ve “Secret”ı kaydettik.

Yeni albümden 4 parça...

Bu akşam sadece “Secret”tan parçalar olmayacak ama değil mi?
Hayır tabii ki, hit olmuş parçalarımızı da çalacağız. Yeni albümden de 4 parça çalacağız.
n İlginçtir, Alan Parsons Project’in en popüler 70’li 80’li yıllarda hemen hiç konser vermediniz, grup dağıldıktan yıllar sonra başladınız konserlere. Neden?
Evet, Alan Parsons Project ömrü boyunca hiç konser vermedi. Açıkçası biz bir kayıt grubu olduğumuza kanaat getirmiştik, konser grubu değil. O yıllarda teknoloji bize hazır değildi bir yandan da. En az üç, dört klavyeci gerekecekti sahnede o sesi yakalayabilmek için. Ama tabii bu değişti artık, 90’lardan sonra özellikle.

The Beatles’ın “Abbey Road” ve “Let It Be” albümlerinde kayıt mühendisi olarak çalıştınız. Nasıldı o zamanlarda Abbey Road stüdyolarında olmak?
The Beatles hâlâ bir aradayken orada çalışmış olmak benim için büyük bir şanstı. Onlarla ilk çalışmam aslında Abbey Road’da değil, onların kendi stüdyosunda olmuştu, Let It Be kayıtları için Apple Records’a gitmiştim. O meşhur çatı performansında vardım ben de.

Tabii Pink Floyd var sonra. “Dark Side of the Moon” albümü büyük ölçüde Alan Parsons albümü sayılır, değil mi?
(Gülüyor) Söylediğin şeye katılıyorum galiba. Bir hayli etkili olmuştum evet. Elbette o albümde çalışmış olmaktan çok mutluyum. 50 yıl sonra bile o albümden bahsedileceğine kimse inanmazdı sanırım. Finansal açıdan da zorlu bir işti doğrusu, çünkü grup teknik olarak çok fazla şey talep ediyordu. Stüdyonun bütün imkânlarını kullandılar. O zaman her şey çok ilkeldi tabii. Dijital delay (gecikme) diye bir şey yoktu, her şey bantlarla yapılıyordu. Binadaki tüm makineleri kullanmıştık, her yerden kablolar geçiyordu, koridorlardan falan.

‘En iyi işlerim analog konsollarda yapılmış olanlar’

Dijitalleşmeden sonra birçok şey değişti elbette. Siz hangi yöntemi tercih ediyorsunuz?
Bence benim en iyi işlerim analog konsollarda yapılmış olanlardır. Yeni albümüm için de örneğin yine analog bir konsol kullandım. Bence en iyi yöntem analog bir konsolda çalışmak ama dijital kayıt yapmak.

1987 tarihli albümünüz “Gaudi” geliyor aklıma... İspanyol mimar Gaudi sizin için önemli bir ilham kaynağı mıydı?
Aslında eski ortağım Eric Woolfson’ın bir fikriydi “Gaudi”. Ben açıkçası Gaudi’yi tanımıyordum. Eric daha önce Barselona’ya gitmiş ve Sagrada Familia Katedrali’ni görüp çok etkilenmişti. Bense ilk kez albümün kayıtları sürerken gittim Barselona’ya ve o zaman gördüm yaptıklarını.

‘Welles’in ses kaydını kullanmak istemiştik...’

Bir şarkınızda da Orson Welles’in sesini kullandınız. Ama o öldükten sonra çıkan bir şarkıydı. Onun hikâyesi neydi?
Orson Welles’in ses kaydını “Tales of Mystery and Imagination” albümümüzüde kullanmak istemiştik 1976’da. Ama sonra olmadı ve ancak 1987’deki yeni versiyonda kullanabildik. İlk seferinde kullanamamızın sebebi kaydın elimize çok geç geçmiş olmasıydı, çoktan yapım sürecine geçmiştik artık. Kendisiyle hiç tanışmadım bu arada. Ona bir metin gönderdik, o da bize kaydettiği bandı yolladı. Oysa ben birlikte bir kayıt seansı yaparız diye umuyordum. Otururuz, ben ona “filmlerinize bayılıyorum, Citizen Kane dünyadaki en iyi film bence” falan derim diye hayal ediyordum ama olmadı işte.

‘Üç dakikalık DownloaDlar çağındayız’

Günümüzde artık müzik, Spotify ya da YouTube gibi platformlar üzerinden dinleniyor. Ne düşünüyorsunuz bu durum hakkında? Sizce bu dönemde albüm yapmak anlamını yitirdi mi?
Üç dakikalık downloadlar çağında yaşıyoruz ve bu çok üzücü. En çok da müzisyenler acı çekiyor bu durumdan. Çok az para kazanıyorlar. Kayıtlı müzik için özellikle işler çok kötü, ama live (konser) müzik için her zaman daha çok para harcanıyor. Müzisyenler için çok zor zamanlar bunlar. E-posta, akıllı telefon, video oyunları ve sayısız video TV kanalları çağındayız. Bir şeye konsantre olamıyor kimse. İnsanlar plak satın alıyor ve oturup dinliyor, ama dijital dünya çok farklı, dikkatlerini çekemiyorsun. Ama belki değişir bu, balon patlayabilir bir gün.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler