Prof. Dr. Mustafa Özer: Ortada ‘ekonomiyi uçuran’, iş, aş, refah ve istikrar yaratan bir büyüme yok

Prof. Dr. Mustafa Özer: İleriki dönemlerin en önemli sorunu, artan işsizlik, hayat pahalılığı, giderek daha da yaygınlaşacak ve artan yoksulluk olacaktır. Döviz kurunda da kalıcı bir düşüş olacağını zannetmiyorum.

Prof. Dr. Mustafa Özer: Ortada ‘ekonomiyi uçuran’, iş, aş, refah ve istikrar yaratan bir büyüme yok
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 08.09.2021 - 04:00

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Özer, orta vadeli programda (OVP) 2021 yılı dolar kuru 8.30 TL tahmin edilirken enflasyonun yüzde 16.2 olmasını beklemenin saflık olacağına dikkat çekti.

Üretici fiyat endeksindeki artışların süreklilik kazandığını, bunun bir süre sonra yurttaşa zam olarak yansıyacağını ve toplumdaki yoksullaşmanın hızlanacağını vurguladı. “Gördüğüm en büyük risk, Merkez Bankası’na faiz oranlarını düşürme yönünde yapılacak siyasi baskılar ile onun tetikleyeceği kur şoklarıdır” diyen Prof. Dr. Mustafa Özer ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.

EKONOMİYİ UÇURAN BÜYÜME YOK

- 2022-2024 dönemini kapsayan OVP yayımlandı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üretim yapmadan üç yılda yüzde 5-5.5 büyüme mümkün değil. Zaten geçmiş dönem büyümelerine de baktığınızda mehter takımı gibiydik, bir ileri iki geri gitmişiz. 2021 yılı dolar kuru 8.30 TL tahmin edilirken enflasyonun yüzde 16.2 olmasını beklemek saflık olur. Bu tamamen piyasa beklentilerini yönlendirmeye dönük ve olası bir seçime doğru piyasa beklentilerini olumluya çevirmeye dair iyi bir malzeme olarak kalacak.

- Türkiye ekonomisi, bu yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 21.7 büyüdü. Bu ne kadar gerçekçi?

Yüzde 21.7’lik büyüme, her şeyden önce, gerçek anlamda bir büyüme olarak değil; 2018 yılıyla Türkiye ekonomisinin girdiği kriz sarmalı ve arkasından gelen pandemi ile kaybettiklerini geri alma çabası olarak algılanmalı. Bu büyüme ne yazık ki “sürdürülebilir, kapsayıcı” ve istihdam dostu bir büyüme olmadığı gibi enflasyon başta olmak üzere, iktisadi istikrarsızlık kaynağı olan ekonominin yapısal sorunlarını daha da artırıcı etkisi olacak, fakirleştirici ve hatta gelir dağılımını daha bozucu etkisi olan bir büyümedir.

Büyümenin sürdürülemez olduğuna dair önemli işaretler vardır. Çünkü imalat sanayii üretiminde yavaşlama ve hatta düşme vardır. Üstelik, imalat sanayisinin yön verdiği ihracat artışları ise beraberinde yoğun ithalat artışı ve dış ticaret açığı getirmekte.

Ama büyümeyi asıl sorunlu kılan ise bu büyümeye rağmen emekçilerin, ücretli kesimin giderek daha da yoksullaşmasıdır. Pandemi altında işini, aşını kaybeden, evine ekmek götürmekte zorlanan emekçiler, şimdi de milli gelir pastasından aldıkları payı iyice kaybetmeye başladılar. Asıl üzerinde durulması gereken de budur.

Bu büyüme, ağustos ayı itibarıyla yüzde 19.25’lik enflasyon oranı ve haziran ayı itibarıyla yüzde 22.4’lük bir işsizlik oranının konuşulduğu bir ekonomide söz konusu olmuştur! Yani ortada “ekonomiyi uçuran”, iş, aş, refah ve istikrar yaratan bir büyüme yoktur.

YOKSULLAŞMA VE SEFALET DÖNEMİ

- Son enflasyon verilerine göre de TÜFE yüzde 19.23. Bu, yurttaşın hissettiği enflasyonu ne kadar yansıtıyor?

Bir kere ne TÜFE ne de ÜFE (Yİ-ÜFE) yurttaşın hissettiği gerçek enflasyon göstergesidir. Bu enflasyon oranlarının hesaplandığı endekslerin yapısı zaten buna olanak tanımaz. Yİ-ÜFE daha çok özel sektör için maliyet enflasyonu göstergesi olarak kullanılırken, TÜFE kamu kesimi çalışanlarına yapılacak maaş zamlarında esas alınır. Ayrıca, çeşitli güdülerle ve nedenlerle farklı kurum ve kesimler farklı enflasyon oranlarını izlerler. Örneğin, amaç, uygulanan para politikasının enflasyonla mücadelede ne kadar etkili olduğunu değerlendirmek ise enerji ve gıda fiyatları gibi geçici, oldukça oynak etkenleri içermeyen çekirdek enflasyonlara bakılır.

Geniş halk kesimleri açısından önemli olan ise gıda enflasyonundaki gelişmelerdir. Yani halkın enflasyonu deyince gida enflasyonunu  anlamak gerekir. Zaten aylık gelirlerinin neredeyse tamamı gıda ürünleri alımlarına gitmektedir. “Halkın enflasyonu” ölçüsü olarak, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hesaplanan TÜFE’nin gıda ve alkolsüz içecekler kısmındaki yıllık artışlara bakmak gerekir. Halkın enflasyon gelişmelerini iyi değerlendirebilmek için, buna ek olarak Yİ-ÜFE alt sektörlerinden, gıda ürünleri sektöründeki fiyat değişmeleri de önemlidir. 

Halkın enflasyonu olan gıda enflasyonuna baktığımızda, aylık yüzde 3,18 ve yıllık olarak  yüzde 29 arttığını görüyoruz. Bu artış, aylık bazda yüzde 1,12 ve yıllık yüzde 19,25 artan tüketici enflasyonuna (manşet enflasyona) göre oldukça yüksektir. Ayrıca, geniş halk kesimlerinin ne yazık ki gelirleri bu oranda artmadığı için, bu kesimler açısından ciddi bir hayat pahalılığı vardır. Bu durum toplumun giderek daha da yoksullaşmasına ve safaletin artmasına neden olmaktadır. 

Gıda enflasyonuna üretici yönünde baktığımızda ise burada da kaygı verici gelişmeler vardır. Her ne kadar Yİ-ÜFE gıda ürünleri alt sektöründe yıllık artış (yüzde 39,20), Yİ-ÜFE’deki yıllık artışın (yüzde 45,52) altında olsa bile, süreklilik kazanmakta ve Ağustos ayında bir önceki aya göre yüzde 1,11 oranında artmaktadır. Bu artışların bir süre sonra tüketiciye, daha doğrusu  geniş halk kesimlerine zam olarak döneceğini düşündüğümüzde, yurttaşlarımız için hayat pahalılığının daha da artacağını ve toplumdaki yoksullaşmanın daha da ivme kazanacağını söylemek olasıdır.

‘FAİZ İNDİRİLSİN’ BASKISI BÜYÜK RİSK

- Yılsonu, büyüme, işsizlik, enflasyon, faiz, kur öngörüleriniz nelerdir? Bu alanlarda ne tür riskler görüyorsunuz?

Büyüme konusunda beklentim, yüzde 8 ile yüzde 9 arasında bir orandır. Gerçek işsizlik oranının yüzde 20’lerin üzerinde kalacağını düşünüyorum. Enflasyon beklentim ise en az yüzde 17. Kur ise ABD doları 8.50’nin üzerinde, Avro ise 10.30’un üzerinde olacaktır. Gördüğüm en büyük risk, Merkez Bankası’ına faiz oranları yönünde düşürme yönünde yapılacak siyasi baskılar ile onun tetikleyeceği kur şoklarıdır. Çünkü Türkiye’de kur değişmelerinin enflasyona geçişinde bir asimetri vardır. TL değer kayıpları kısa zamanda ve önemli ölçüde fiyatlara yansırken, TL’nin değer kazanması benzer etkileri yaratmamaktadır. Ayrıca, daha fazla büyümek için daha fazla ithalat ve daha fazla dış kaynağa gereksinim olduğu için, cari açıkta da, beklentilerin aksine, yılın ikinci yarısında artış beklemekteyim. Kaldı ki, turizm gelirlerini de beklenen kadar olamayacağı yönünde güçlü kanıtlar var. Bu da bu değişkenlerle ilgili beklentileri değiştirecek bir gelişmedir.

Ayrıca, erken seçim olasılığı ile yeniden iç kredileri, özellikle tüketici kredileri, artırmaya yönelik teşvikler de bir başka önemli risk kaynağıdır. oluşturmaktadır. Bunlara bir de dünya ölçeğinde artan enerji ve emtia fiyatlarındaki artışlarla, aksayan tedarik zincirlerini ve halen önlenemeyen pandmiyi de eklemek gerekir. ABD Merkez Bankası, Fed’in varlık alımlarını azaltma kararı ile birlikte azalacak uluslararası fon akımları ve 2008 krizi ile başlayan kapitalist sistemde çözülemeyen hegemonya sorunu  (ABD ve Çin hegemonya mücadelesi) ve globalleşme döneminin yarattığı dış ticaret artışları ile oluşan düşük enflasyon döneminin sona ermesi, bizim için önemli bir risk kaynağıdır. 

KURDA KALICI DÜŞÜŞ HAYAL

- Kurda bir düşüş söz konusu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da faizin indirilmesi konusunda telkinleri var. Yakın vadede bir faiz indirimi olur mu?

Türkiye’de kurun yönünü kısa vadede daha çok, sermaye giriş ve çıkışları etkiler. Bu nedenle kurda kalıcı bir düşü olacağını zannetmiyorum.

Ben yakın bir sürede bir faiz indirimi de görmüyorum. Ancak, ekim ve kasım aylarında baz etkisi nedeniyle enflasyonda azda olsa bir düşme eğilimi olabilecektir. Ayrıca, her ne kadar, Ağustos ayı enflasyon rakamları (TÜFE), politika faiz oranının (yüzde 19) üzerinde olsa da, para politikasının etkinliği açısından izlenen çekirdek enflasyon oranları (B: 18,46 ve C: 16,76) oranları politika faiz oranından düşük gerçekleşmiştir. Bu nedenle Merkez Bankası Eylül ayı toplantısında faiz artışına gitmeyebilir.  Hele bu ortamda yapılacak bir faiz indiriminin, TL’de kaçışı hızlandırıp dövize olan talebi ve kuru artıracağına inanmaktayım. 

- Türkiye’nin brüt dış borcu 448 milyar doları aştı. Bu borcu döndürmek için nasıl kaynak bulunacak?

Dış borcun hem miktar olarak hem de milli gelire oranının artması, başlı başına ülke açısından önemli bir kırılganlık oluşturmaktadır. Ayrıca dış borcun vadesinin kısalması da ciddi bir sorundur.

İster özel kesim isterse kamu kesimi dış borç alsın, iş geri ödemeye gelince, ülke içinde döviz talebi artmakta ve bu da kuru etkilemektedir. Borçları geri öderken de kişi başına geliri artıracak şekilde sürekli büyümek gerekir. Aksi takdirde dış borç geri ödemelerinde sıkıntılar yaşanabilecektir. Bu düzeye ulaşmış dış borcun geri ödenmesi konusu başlı başına bir sorundur. Vadesi gelen dış borçları ödemek için alınacak yeni borçlar, yeni borçlanmanın maliyeti; ülke risk priminin yüksek olması nedeniyle arttığı için, ek dış borç yükü doğuracak.

EN BÜYÜK SORUN İŞSİZLİK

- Yurttaşı ve ekonomiyi nasıl günler bekliyor?

İleriki dönemlerin en önemli sorunu, artan işsizlik, hayat pahalılığı ve giderek daha da yaygınlaşacak ve artan yoksulluk olacaktır. Hem Türkiye genelinde hem kentler hem de bölgeler bazında derinleşen gelir dağılımındaki eşitsizlik artışları ve bunun yaratacağı iktisadi, sosyal ve toplumsal sorunlar yeni döneme damgasını vuracaktır. Aile reisinin işini kaybetmesi ile o ailede ortaya çıkacak gelir kayıpları ve gelecek konusundaki belirsizlik aile içerisinde çeşitli çatışmalar ve travmalara neden olabilecektir. İşsiz kalan çeşitli psikolojik sorunlarla karşılaşabilir. Bu kişilerin suç işleme potansiyelinde artış olabilir.

Ekonomi ise çift haneli enflasyon, işsizlik ve faizin yanında azalan büyüme oranları, artan dış açık, kırılganlık ve yükselen ülke risk primiyle anılır hale gelecektir.

İŞSİZLİK DAHA DA ARTACAK

- Şu anda Türkiye ekonomisinin temel kırılganlıkları nelerdir?

Türkiye ekonomisinin en temel kırılganlıkları, uluslararası rezervlerinin yetersiz olması (net rezervlerin halen eksi olması), ödenmesi gereken kısa vadeli dış borçlarının çok yüksek olması, ülke risk priminin yüksek ve dolayısıyla dış borçlanmanın çok maliyetli olması, kronik hale gelmiş cari açık sorunu ile yüksek enflasyon ile yüksek enflasyon yanında istikrarsız ve sürdürülemez büyüme oranlarıdır.

Bir ülkenin dışarıya, alacaklılarına karşı gösterebileceği en önemli güvencelerinden birisi ülkenin net rezervleridir. Ne yazık ki bu rezervler ülkemizde eksi durumdadır. En önemli kırılganlık göstergesi olan “Merkez Bankası brüt rezervlerinin ülkelerin kısa vadeli dış borçları ile cari açık toplamına” oranı halen birin altındadır. Yani, sahip olduğumuz brüt rezervler  bir yıllık döviz yükümlülüklerinden yüksek değildir. 27 Ağustos itibarıyla brüt rezerv miktarı 118.397 milyar ABD doları iken;  Temmuz ayı itibariyle Kalan Vadeye Göre Borçlu Bazında Kısa Vadeli Dış Borç Stoku Kalan Vadeye Göre Borçlu Bazında Kısa Vadeli Dış Borç Stoku 176.466 milyar ABD dolarıdır. Buna yıllık en az 25 milyar ABD doları olabilecek cari açığı eklemeden bile; brüt rezervlerin kısa vadeli yükümlülükleri karşılamaya yetmeyeceği aşikar.  Bu da ülkeyi döviz rezervlerinin dış şoklara açık hale getirmektedir. Döviz şokları kısa sürede enflasyona yansımakta, ülke risk pirimi (CDS) yükselmekte (4 Ağustos günü  358,78) ve bu da politika uygulama konusunda hareket alanımızı daralttığı gibi iç ve dış siyasette önemli etkiler yaratmaktadır.

Sanayinin aşırı biçimde ithalat bağımlılığı cari açığı kronik hale getirmektedir. Geniş ekonomik sınıflandırmalara göre hammadde ve ara mallar toplam ithalat içerisindeki payı yüzde 80’ler civarındadır. Üstelik büyümenin cari açığa ve dış kaynağa dayalı olması büyüme üzerinde ciddi bir kısıt oluşturmaktadır. Dış kaynak girişlerine bu denli bağlı olan ekonomimiz, dış kaynak girişleri aksadığında ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. 

Büyümesi ve sanayisi bu denli dışa bağımlı olduğu için, ekonomi bir türlü sürdürülebilir bir büyüme dönemine girememekte ve bu da artan işsizlik olarak toplumun geniş kesimlerine yansımaktadır. Genç işsizliği, özellikle kadınların iş gücüne katılma oranlarındaki düşüşler ve istihdamdaki gelişmeler ileriki dönemlerinde iş gücü piyasasında daha olumsuz gelişmelerin haberleri öncülleri olarak karşımızda durmaktadır.  

KAMU DEVREYE GİRMELİ

- Türkiye ekonomisi için bir kurtuluş reçetesi var mı?

Açıkçası bir kurtuluş reçetesi vermek veya böyle bir iddia da bulunmak istemem. Çünkü, ekonominin sorunları öyle bir programla, birkaç günde halledilecek sorunlar değil. Ama bildiğim ve inandığım br şey var ki, o da kamunun ekonomideki rolünü yeniden tanımlamadan, kamu öncülüğünde yeni planlı sanayileşme politikaları uygulamadan, ekonominin yapısal sorunlarını çözmek mümkün değildir.

Bu bağlamda, günü kurtarmaya dönük kısa erimli, miyop politikalarla güçlü ve sürekli artan katma değer yaratan bir sanayi sektörü oluşturmak mümkün değildir. Sanayileşmek her şeyden önce bilimsel ve laik eğitim, başta faiz ve döviz kuru politikaları olmak üzere; dış ticaret, teknoloji, iş gücü politikalarının eş güdüm içerisinde kamunun öncülüğünde uygulanmasını gerektirir. Uygulanacak yeni politikalarla büyümenin mutlaka araştırma ve geliştirme, üretim, ihracat ve istihdam odaklı olması sağlanmalıdır. Bunların yanında bu politikaları yaşama geçirecek hem siyasi hem de teknik kadroların iş başında olması gerekir. Ama en önemlisi, bu politikaların uygulanmasının ön koşulu olmazsa olmaz olan siyasi ve kurumsal yapıya geçilmesi zorunluluktur. 

TOPLUMSAL SORUNLARLA YÜZLEŞECEĞİZ

- Uzun zamandır TÜİK verilerine itibar yok. İşsizlik verileri beklentinin çok altında açıklanıyor. Kısa çalışma ödeneği ve işten çıkartma yasakları da bitti. İşsizliğin yaratacağı sorunlar konusunda ne diyeceksiniz?

Bilindiği gibi, devletin resmi veri kaynağı denilince aklımıza hemen TÜİK gelir. Toplumun her kesimi enflasyondan tutunda büyüme, milli gelir, işsizlik, çeşitli sektörlere ilişkin verileri ve endeksler hakkındaki bilgileri TÜİK’ten elde eder. Başta para politikası olmak üzere bir çok politika uygulaması ve karar ile yasal düzenlemelere bu veriler dayanak oluşturur.  

Ama gelin görün ki, devletin bu önemli kurumunun son zamanlarda ciddi bir inandırıcılık ve güvenirlilik sorunu var. Toplumda en güvenilir kaynaklarından birisi olması gereken TÜİK ne yazık ki özellikle açıkladığı büyüme, enflasyon ve işsizlik oranları gibi verilerle toplumun her kesiminde güven erozyonuna uğrayan bir kurum haline getirilmiştir. 

İşsizlik konusu da bunların başında gelmektedir. TÜİK’in açıkladığı mayıs ve haziran rakamlarına rakamlarına göre, örneğin, nüfus artmakta, istihdam azalmasına rağmen göre istihdam bir ayda işsiz sayısı da 224 azalmış gözükmektedir. Bu rakamların mantıklı bir iktisadi ve toplumsal açıklaması olmadığı gibi bunu mevsimlik etkilerke açıklamakta mümkün olmaktadır. Bu işin birazcık teknik kısmı. İşini bir de işini kaybeden, ailesi ve içerisinde yaşadığı toplum açısından çok önemli etkileri var. Aile resinin işini kaybetmesi ile o ailede ortaya çıkacak gelir kayıpları ve gelecek konusundaki belirsizlik aile içerisinde çeşitli çatışmalar ve travmalara neden olabilecektir. İşsiz kalan çeşitli psikolojik sorunlarla karşılaşabilir. Bu kişilerin suç işleme potansiyelinde artış olabilir. İşsizliğin yarattığı sosyal sorunlarla toplum bir süre sonra yüzleşmek zorunda kalır. 


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler