Prof. Dr. Çarkoğlu: ‘Yaşadığımız duygusal kutuplaşma’

ABD’de çekişmeli geçen seçimlerle birlikte bir kez daha siyaset dilinin toplumdaki kutuplaşmayı derinleştirmesi tartışmaların merkezinde. Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, siyasi farklılaşmanın nefreti besler halde olduğu, bu yeni “duygusal” kutuplaşmanın görüş farklılıklarının ötesine geçtiği görüşünde.

Prof. Dr. Çarkoğlu: ‘Yaşadığımız duygusal kutuplaşma’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 09.11.2020 - 06:00

 Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, “Türkiye’de de ABD’ye benzer bir kutuplaşma var. Hatta bu kutuplaşma uzun zamandır ideolojik siyasa tercihi farklılıklarından çok duygusal temellerde gelişmekte. Bizde de AK Partililerin CHP’li arkadaşları, CHP’lilerin de AK Partili dostları olmadığı söylenebilir... İş dünyasında da komşuluk ilişkilerinde de partizan bir ayrımın oluşmakta olduğunu söylemek abartmak mı olur? Oturduğumuz mahalleler ve hatta siteler ve apartmanlarda partizan çeşitlilik var mı?” diyor.

- ABD seçimlerini, tüm dünya bir film gibi izliyor... Kutuplaşma, ötekileştirme söyleminin boyutu, sandığa da meydanlara da yansıdı. Sizce dünyaya "demokrasi" konusunda sık sık mesajlar veren, tartışma yaratan ancak kendisi son dönemin en buhranlı siyasi dönemlerinden birini geçiren ABD’deki seçim sürecine yönelik bu tabloyu nasıl okumak gerek...

Çarkoğlu - ABD'de siyaset uzun süredir artan bir şekilde kutuplaşmakta. Nispi temsilin olmadığı, bir oy fazla alanın siyaseten her şeyi kazandığı bir rekabet ortamı bu tür bir kutuplaşmaya çanak tutuyor. 

Ülkenin geleceğine dair siyasa tercihlerinde farklılaşma da bu “nefret” ilişkisini beslemekte. Ancak bu yeni “duygusal” kutuplaşma görüş farklılıklarının ötesine geçmiş halde. Demokrat ve Cumhuriyetçi seçmenlerin birbirleriyle açıkça bir nefret ilişkisinde olduklarını söyleyen akademik bir yazın oluşmuş durumda. Örneğin her iki parti seçmeni de karşı taraftan biriyle komşu olmak istememekte, onlara güvenmemekte, çocuklarının karşı taraftan biriyle evlenmesini istememekte. Partizan kimlik farkı nedeniyle yardımlaşma, iş ilişkileri ve hatta en temel aile kurma eğilimleri farklılaşmakta.

Zaman içinde iki parti seçmeni birbirinden fiziki olarak da uzaklaştı. Yaşam alanları partizan kimlik temelinde farklılaşmakta ve bu da hem karşı partiden uzaklaşmayı getirmekte hem de kimin hangi parti destekçisi olduğunu tahmin olanağını artırmakta. Bu şekilde partizan kamplar, birbirlerine dair değerlendirmelerinde gitgide daha abartılı pozisyonlar almakta ve bu da tartışma ortamını daha germekte. Tipik bir Demokrat ya da Cumhuriyetçinin bu günlerde karşı partiden dostları olduğunu söylemek çok zor.

- Peki bu kutuplaşmada medyanın rolünü nasıl yorumluyorsunuz?

Gitgide geleneksel çerçeveden kopmakta olan medyanın da bu yeni kutuplaşma ortamını besleyen bir yapısı var. Yeni medya yalan yanlış her tür bilgi ve argümana erişimi kolaylaştırmakta ve partizan manipülasyona olanak sağlamakta. Başkan Trump’ın pek çok paylaşımının Twitter tarafından bloklanıp uyarı mesajları konmasının temel nedeni bu. Ancak başkan dışında da pek çok kişinin ve çevrenin yaydığı yalan ve yanlış bilgi duygusal kutuplaşmayı artırmakta. Örneğin ABD’de Fox ya da CNN kanallarını seyretmek, alınan haber ve yorumların tam anlamıyla zıtlaşması sonucunu doğururuyor. Birinde son seçimin “çalındığı” fikri işlenirken diğerinde bu seçim yolsuzluklarına dair hiçbir kanıt olmadığı görüşü hakim. Bu ortamın kısa sürede normalleşmesi mümkün değil. 

SORUŞTURMA AÇILABİLİR 

Geçmişte de benzer seçim sorunları yaşanmıştı. 2000 seçimlerinde, Florida seçimleri ancak Yüksek Mahkeme’de sonuçlanabilmiş ve Aralık ayına kadar süren bu hukuk süreci Demokrat Al Gore’un yenilgiyi kabul etmesiyle bitirilebilmişti. Son seçimin birkaç binlik farklarla kazanılmasını şaşırtıcı buluyoruz belki. Ancak 2000 yılındaki Florida seçimi, 537 oy farkla George W. Bush tarafından kazanılmıştı. Bundan önce de 1960’ta Richard Nixon, John F. Kennedy’e yine çok az farkla kaybetmişti. O zaman da özellikle Chicago’daki seçim pratiklerine itiraz etmeyi düşünen Nixon, sonuç olarak itiraz etmemiş ve yenilgiyi kabul etmişti. Bu kararın ardında Nixon’un uzun dönemde yeniden aday olabileceğini düşünmesinin yattığı söylenir. Nitekim Nixon, daha sonra 1968 seçimlerini kazanmıştır. 

Bu sefer de Trump’ın 2024’deki seçimleri düşünerek olası itiraz sürecini çok uzatmaması beklenir. Ancak öte yandan, Trump’ın seçimin hemen ardından hakkında açılabilecek soruşturmalardan başının çok ağrıyacağı konuşulur oldu bile. Bu soruşturmalar ve bunlar sonucunda siyasi kariyerinin bitme olasılığı Trump’ın itiraz sürecini de uzatması sonucunu doğurabilir. 

Kısacası, seçimlerin çok yakın sonuçlanması Amerikan tarihinde yeni değildir. Seçim sisteminin çokluk mantığı ve seçim yönetiminin eyaletlere bırakılmış olması itiraz sürecini her zaman öne çıkarmıştır. Bu seçimde, geçmişte hiç görülmemiş olan, Trump’ın yazılı olmayan centilmenlik kurallarını da tanımayarak mahkeme sürecini beklenmedik şekilde uzatma olasılığıdır.   

‘İSTANBUL SEÇİMİNİ ANIMSATTI’

- Kimi yorumda ABD seçimlerinin, Türkiye’de yaşananları anımsattığına değiniliyor... Katılıyor musunuz?

Türkiye’de de Amerika’ya benzer bir kutuplaşma vardır. Hatta bu kutuplaşma uzun zamandır ideolojik siyasa tercihi farklılıklarından çok, duygusal temellerde gelişmekte. Bizde de AK Partililerin CHP’li arkadaşları, CHP’lilerin de AK Partili dostları olmadığı söylenebilir. Kaç CHP’li ailenin çocukları eşlerini MHP’li ya da AK Partililer arasından seçiyor? İş dünyasında da komşuluk ilişkilerinde de partizan bir ayrımın oluşmakta olduğunu söylemek abartmak mı olur? Oturduğumuz mahalleler ve hatta siteler ve apartmanlarda partizan çeşitlilik var mı? 

31 Mart İstanbul seçimleri ardından yaşadıklarımızın son Amerikan seçimlerindeki tartışmaları anımsattığı da bir gerçek. Seçimlere hile karışmış olduğu konusundaki kanaat hemen tümüyle partizan temelde şekillenmişti. CHP’liler hile olmadığına inanırken AK Partililer de tam tersi görüşteydi. Trump’ın birkaç eyaletteki yakın sonuçlar ve oy sayım sürecine itirazları da İstanbul seçimlerinden sonra AK Parti teşkilatının vermiş olduğu tepkilere benzemekte. Ancak bizde ABD’den farklı olarak gayet merkezi bir seçim yönetim mekanizması vardır. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) gibi bir kurum ABD’de yok. Sonuç olarak itirazlar her eyalette farklı bir hukuki süreç içerisinde sonuçlandırılmak durumunda. Bunun mantığını Türkiye’den bakınca anlamak zordur. Ancak hangisinin demokrasinin karşı karşıya olabileceği tehditlerin bertaraf edilmesinde daha etkili olduğu konusunda çabuk karar vermemeliyiz. 

‘ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMELİ’

YSK’nin merkezi olması bir avantaj gibi görünse de tarafsızlığı sorgulanır olunca süreç Türkiye’de çok sancılı işlemiştir. Merkezi seçim idaresi ve hukuki süreç özellikle muhalefet için pek çok zaman, içinden çıkılması çok zor ve tarafgir müdahalelere açık bir seçim süreci oluşturmakta. Bu sürecin gelecekte daha iyi işleyebilmesi için Mart 2018’de bir oydaşma olmaksızın yapılan seçim kanunu değişiklikleri ve öncesinde seçimlerin yönetimini de doğrudan ilgilendiren anayasa değişikliklerinin tekrar gözden geçirilmesinde fayda var.

Bu son değişikliklerle seçim yönetimi gayet merkezi olmuş ve muhalefet tarafından tarafgir olarak görünen bir yapıya bürünmüştür. Demokratik seçimlerin oyun kuralları sayılabilecek bu düzenlemelerin Meclis’te geniş bir oydaşma ile yeniden şekillendirilmesi gerekir. Aksi taktirde önümüzdeki ilk seçimde İstanbul’da yaşanana çok benzer yeni sorunlarla karşılaşılmasını beklemek gerekir. Burada seçim ortamı oluşmadan bir yeni yasa yapım süreci oluşması en doğru yol olacaktır. Oyun kuralları hakkında iktidar ve muhalefet anlaşamadığı sürece seçimlerin meşruiyeti hep sorgulanacak ya da İstanbul’da olduğu gibi süreç uzayacak ve siyasal tercihler bu zorlama süreç içinde şekillenecek, kutuplaşma hep artma eğiliminde kalacaktır. Bu ülke demokrasisini yıpratacak ve hatta seçimlerden uzaklaşma sonucunu da doğurabilecektir ki, bu belki en büyük tehlikedir. 

- ABD seçimlerinde kazanan kim olursa olsun gelinen süreçte tarafların böylesine kutuplaşmaya yönelmesi demokrasiyi bir çıkmaza mı  sokmuştur?.. Partizan yaklaşımların azaltılması yakın gelecek için mümkün müdür?

ABD ve Türkiye’de gözlenen duygusal kutuplaşma ya da partizan nefret ilişkisi kısa dönemde oluşmadığı gibi kısa dönemde de ortadan kaybolmayacaktır. Üstelik bu süreci besleyen yapıların değişmekte olduğunu da gözlemiyoruz. Bunların en başında lider kadroların siyasal söylemlerini yumuşatmaları gelir. Liderlerin birbirlerine hitaplarında kullanmakta oldukları söylemi çocuklarımıza açıklamak zorunda kalınca yüz kızartıcı terimlerle karşılaşmıyor muyuz? Bu söylemin halk arasında partizan hitaplarda ne derece yaygın olduğunu bilmiyoruz. Ancak davranış ve tutumların partizan farklılaşmaları yansıtıyor olduğunu çıkarabiliyor ya da tahmin ediyoruz. 

Yeni Başkan Biden, çoktan herkesin başkanı olmak istediğini söyledi. Bu, bize hatıralarda kalmış olan balkon konuşmalarını anımsattı şüphesiz. Bu olumlu tavrın Türkiye’de devam edemediğini gördük. Bir tehdit söylemi ve beka sorunsalı etrafında kutuplaştırıcı bir tonda yürütülmüş olan İstanbul kampanyasının AK Parti açısından işlememiş olduğu aşikârdır. Bu açıdan kutuplaştırıcı söyleme nasıl direnilebileceğinin örneklerini yerel seçimlerde gördük. Yaklaşan cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerinde de benzer bir kampanya pozisyonlaşmasına gidilebilir. Aynı sonuçları bu seçimlerde de alıp almayacağımızı göreceğiz.  

‘PRAGMATİK POLİTİKALAR SÜRER’

Yeni Başkan Biden’ın dış politikasının demokrasi etrafında şekilleneceğine dair iddialarını safdilli bulanlar çok oldu. Elbette ABD’nin askeri rejimlere ve demokrasi dışı politikalara destek vermiş olduğu aşikardır. Tek başına süper güç konumundaki ABD’nin pragmatik politikalar izlemekten kaçınmayacağını yine beklemeliyiz. Ama Türkiye olarak demokrasiye verilen bu ilkesel de olsa önceliği küçümser bir tavır almamız düşündürücüdür. Bizimle olan ilişkilerinde ABD’nin her zaman demokratik prensiplerden hareket etmesini beklemek saflık değil sadece ilkeli bir duruş olabilir. Bundan çekinmek değil bunu her şekilde yüksek sesle beklemek doğru olandır. Bunun tersi eğilimlere karşı durmak da yine aynı duruşun bir uzantısı olacaktır.

‘KARŞILIKLI TAVİZ GEREKİR’

- Trump döneminde Türkiye-ABD ilişkileri inişli çıkışlı süreçlerdeydi. Biden’lı dönem için görüşünüz nedir?

Trump, kurumları kullanma yeteneği olmayan ve ideolojik olarak da bu kurumlara karşı bir tavır benimsemiş olan bir başkandı. Kendi kişisel inisiyatifini öne çıkarıp kurumsal süreçleri ve ilişkileri ikinci plana iten bir başkanlığı oldu. Bunun nedense Türkiye’nin avantajına olduğu yönünde bir görüş Türkiye’de öne çıkıyor şu aralar. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kişisel düzeyde bir ilişki sürdürebilmiş olması sanki Türkiye’nin çıkarlarını desteklermiş gibi anlatılıyor. Oysa bunun gerçekle hemen hiç alakası yok. Rahip Brunson krizinin çözümünde Trump ile bir irtibatın olması çözümü kolaylaştıran bir etki yapmış olabilir. Ancak bu krizin tırmanması ve ekonomiyi derinden etkileyen bir düzeye erişmesi de yine Trump’ın Twitter mesajları ile olmuştur. Keza Türkiye’nin S-400 sistemini alması neticesinde F-35 projesinden çıkarılmasında bu iyi ilişkilerin etkisini görmedik. Benzer şekilde ABD’nin Güney Kıbrıs’a silah satmaya başlama kararı, Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya sorunlarında Türkiye’nin tutumu ile ABD arasında ciddi farklılıkların devam etmesinin önüne de Trump ile olan iyi ilişkiler geçemedi. 

ABD başkanlarının telefonunuza çıkmamayı tercih etmeleri elbette bir sorundur. Ancak bu sorun kişisel ilişkilere indirgenerek çözülemez. Biden yerine Trump’ın özellikle AK Parti çevrelerince benimsenmesinin ana nedeni Biden’ın açık seçik Türkiye’yi bir demokrasi olarak görmeyen Demokrat Parti ileri gelenlerinden biri olmasıdır. Obama döneminde özellikle başarısız darbe girişimi ve ardından Fethullah Gülen’in iade taleplerinin geri çevrilmesi Türkiye-ABD ilişkilerini iyice zora sokmuştu. Biden’ın da Başkan Obama’nın sağ kolu olduğu düşünüldüğünde benzer politika tavırlarının devam edeceği beklentisi Türkiye’de dış politika çevrelerinde tedirginlik yaratıyor olabilir. Ancak unutmamak gerekir ki Obama’nın ardından gelen Trump döneminde de gerek Gülen’in iadesi gerekse diğer konularda hemen hiç ilerleme kaydedilmedi.

Yeni Başkan Biden’ın kurumları öne çıkaran, Dünya Sağlık Örgütü, BM ve NATO gibi kurumlar üzerinden Amerikan dış politikasını geliştirmeyi öngören tutumu Türkiye için daha tahmin edilebilir ve sürekliliği sağlanabilir bir yeni dış politika duruşu olabilir. Ancak burada unutulmamalı ki özellikle dış politika karşılıklı tavizler üzerine inşa edilir. AK Parti’nin ilk dönemlerinde vurguladığı kazan-kazan oyunu yerine kazan/kaybet oyununa takılı kalırsak işimiz zora girecektir. Türkiye’nin vermesi gereken karar dış politikasını Batılı müttefikleriyle çatışmaya girmekten çekinmeyen bir diretme etrafında mı, yoksa NATO ve AB gibi uzun dönemli işbirliklerinin sürekliliği ve geliştirilmesinin ana dış politika önceliği olduğu bir çerçevede mi geliştireceğidir. Gerek Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, İsrail ve Ortadoğu geneli ile İran, gerek Rusya, Kafkaslar politikalarında Türkiye elbette kendi çıkarlarını gözetecektir. Ancak AB ilişkilerinin görece kısa soluklu sorunlar karşısında ikinci plana düşmesine göz mü yumulacaktır? Bunları yaparken ilk yolu seçmekte olduğu intibaı yerleşirse kim başkan olursa olsun ABD ile iyi geçinmek zor olacaktır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler