Pelin Batu ile Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar

Pelin Batu ile ataerkil tarih anlayışına tepki olarak, cinsiyet olmayı reddeden bir ruhla kaleme aldığı “Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar” ve mitoloji, edebiyat, aşk, felsefe, siyaset ve doğayı yine kadim bir algı ve duyguyla bileştirdiği ayrıca İngilizceleriyle birlikte yayımladığı şiir kitabı Her Şey Bir Hikâye ile Başladı’yı konuştuk.

Pelin Batu ile Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 31.05.2020 - 16:00

 

Pelin Batu’nun söyleşimize konu olan ilk kitabı “Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar”; ataerkil tarih anlayışına tepki olarak, cinsiyet olmayı reddeden bir ruhla kaleme aldığı bir çalışma.

Kilise tarafından vahşice öldürülen ve çalışmaları yok edilen Hypatia’dan, Bizans tarihine yön veren Teodora’ya, üç bin yıllık Çin tarihinin tek kadın imparatoru Wu Zetian’a, Suat Derviş, Halet Çambel, Ulrike Meinhof, Zabel Yesayan, Füruğ Ferruhzad’a kadar otuz kadının ilham veren hikâyesini anlattığı bir inceleme.

Batu, İngilizceleriyle birlikte yayımladığı şiir kitabı “Her Şey Bir Hikâye ile Başladı”da ise mitoloji, edebiyat, aşk, felsefe, siyaset ve doğayı yine kadim bir algı ve duyguyla bileştiriyor.

Sümer, Babil, Akad, Hitit, Greko-Romen, Uzakdoğu, Güney Amerika, Amerikan yerlilerinin mitlerinden ördüğü ve kendi kozmolojisini yazmaya çalıştığını ifade ettiği kitabında, haksızlığa uğradığını düşündüğü mitolojik kahramanları konuşturuyor.

- Tarihi erkekler yazdı algısına tüm kanıtlarıyla somut bir yanıt “Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar”. İncelediğiniz, başardıklarıyla, ödedikleri bedellerle taş levhalara kazılmayan oysa başardıklarıyla fazlasıyla ‘kayda’ değer, tarihin bu “meşhur ötekileri” kadınlar size nasıl ilham oldular?

- Doktora tezimi “Ötekileşme” üzerine yazarken tarih boyunca her coğrafyada en büyük “ötekileri”nin kadınlar olduğunu gördüm ve kıyıda köşede kalmış kadınların hayatlarını araştırmaya başladım.

Kimi kadını hiç tanımıyorduk, adları yoktu. Kimisini gayet iyi tanıyorduk ama yanlış tanıyorduk- bu durumda egemen bakışı kırmaya çalıştım. Yazıların bir kısmı Atlas Tarih’te yayımlanmaya başladı ama kitaplaştırmaya karar verdikten sonra araştırma/yazma süreci üç yılımı aldı.

Bu kadınların hayatını okudukça ilham aldım; onlar tüm zorluklara rağmen dimdik durabildiklerine göre benim söylenme hakkım yok diye düşünerek güç buldum.

Onların direniş hikayelerini dillendirdikçe haysiyetin insana istikamet veren bir ibre olduğunu anladım. “Kadınlarımı” da ona göre seçtim- hayatta pek çok şeyi kaybetseler de onurlarını asla kaybetmeyen kadınları ön plana çıkarttım. Her şeyin satılık olduğu bir çağda bu benim için en önemli özelliklerinden biri oldu.

KORKULAR VE KOMPLEKSLER...

- Tarih boyu eril kitleleri adeta seferberliğe çağırırca kadının sayısız kez tehlikeli ve kötücül metaforize edilmesiyle devam edersek... Kitabınızda da ortaya koyduğunuz üzere; kadın tarihi sosyal tarihin içinde eski-yeni tarihçilerce dönemlerarası farklarıyla “kabaca” nasıl yazıldı, dramatize edildi?

- Tarih boyunca cennetten kovulmamıza neden olan, Medusa-vari canavarlaştırılan, Helen gibi savaş müsebbibi olarak karalanan, entrikalarıyla imparatorlukları düşüren ya da en iyi ihtimalle geri planda bırakılıp unutularak silinen kadınları yazan ozanlar ve tarihçiler aslında korkularını ve komplekslerine vücut vermişti. O yüzden Lilith, Circe, Medea, Morgan le Fey gibi cadıları günah keçisi yaptılar ve vagina dentata’lar ile bezediler.

Bu bakışı tersyüz etmek için ilk etapta “Her Şey bir Hikâye ile Başladı” adlı mitoloji kitabımı yazdım, böylece esatirler kadınların gözünden yazılmış oldu. Sonra resmi tarihe döndüm. Önce anaerkil toplumlara bakmaya karar verdim ama büyük bir muamma ile karşılaştım.

Anaerkil bir toplumun var olup olmadığını antropologlar hala tartışıyor - geniş kalçalı ana-tanrıça heykelciklerinden yola çıkarak Çatalhöyük gibi yerlerde anaerkil bir toplumun olduğunu varsaymak zor - ama bilim insanları şu konuda hemfikir: Tarihte anaerkil bir toplum var idiyse eşitlikçi bir toplum olduğu için kadının egemen olduğunu söylenemez.

Kitaba dönecek olursam, insanlığın ilk yazılmış hikayesi olan Gılgamış destanında kadının rolü baştan çıkaran ve güvenilmez. Homeros’tan itibaren rolü tipik bir arkatipe indirgenmiş: Hera gibi kıskanç, intikam alan tanrıçalar, Eko gibi gölgede kalan kızlardan mürekkep.

Tarih yazılmaya başlandığından itibaren iktidarın sesi olmuş: vakanüvisler tarihi gücü elinde tutanın ve ekonomik zafer kazananların silsilesine indirgemiş. Sadece Vietnam gibi ülkelerde istisnalar var.

ANNALE EKOLÜ

- Yeni tarihçilerden neyi kastediyorsunuz, ne zamana tarihleyerek yeni tarihçilikten söz edilebilir?

- Arada resmi tarihe meydan okuyan Christine de Pisan gibi müstesna kadınlar var ama bana göre patriarkinin tarih anlayışı ancak 20’inci yüzyılda Annale ekolüyle birlikte kırılıyor.

Tarihin sadece meşhur beyaz adamlardan ibaret olmadığını gören, coğrafya, sosyoloji, ekonomi gibi dallardan yararlanan bir tarihçilik gelişiyor 1929’da. Edebiyatta “New Historicism” denilen okuma biçimi de edebi eserleri farklı şekilde okunmasını sağlıyor.

Simone de Beauvoir gibi muhteşem kadınların eserleriyle birlikte 50’lardan itibaren gerçek anlamda kadın tarihi yazılmaya başlanıyor. Görünmeyenler görünür oluyor, lekelenenin avukatlığı yapılmıyor belki ama farklı bir perspektiften okunuyor.

- Yeni tarihçilerin kadın tarihinin doğru, sağduyulu yazılmasına ilişkin yaklaşımını ve/veya katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bir kere mikro tarihin yazılması demek daha önce hiç kâle alınmayan belgelerin tarihçiler tarafından kullanılması demek; artık çöp tarihi bile yaşama biçiminden tüketim alışkanlıklarına kadar bize çok şey anlatıyor.

Kadın meselesinde de öyle, kraliçe, prenses, sultan, sevgili olarak ön plana çıkmış olan bir avuç kadın haricinde bugün bilinmeyen seyahat severlerin günceleri, mektupları okunarak döneme ışık tutuyor.

Ya da bildiğimiz tarih farklı perspektiften ele alınıp kadının bakış açısıyla yazılınca bambaşka bir renk alıyor.

‘BU KADINLARIN ORTAK NOKTASI CESARETLERİ’

- Yarattıkları farklar, alanlarında sundukları katkılar, açtıkları ufuklar bağlamında incelediğiniz bu kadınlar birkaç örnekle hayatın seyrini nasıl değiştirmiş? Sanat, bilim, tıp, inanç, kraliyet gibi başlıca hangi alanlarda fark yaratmış, hangi ilklere imza atmış, ne bedeller ödemişler?

- Wu Zetian çok iyi bir örnek. Tarihte Çin işkencesinin mucidi olarak adlandırılan, yüzlerce sevgilisi olan, insanları turnusol kâğıdı gibi kullanıp atan bir kadın olarak nam salmış. Fakat son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar ve araştırmalar gösteriyor ki aslında Çin tarihin tek kadın İmparatoriçesi zamanında nepotizm son bulmuş ve vasıfları yüzünden o koltuğa oturmuş bürokratlar.

İlk kez kadın bakanlar olmuş. Sanatta patlama yaşanmış. Ticaret yollarının emniyete kavuşmasıyla dünyaya açılmışlar. Para adil dağıtılmış. Ve bunun gibi pek çok şey. Ama öldükten sonra onu karalamak için her türlü belaltı hikâye yazılmış ve ancak sosyoekonomik tarihi irdeleyince o kadar da kötü olmadığı anlaşılmış.

Teodora’ya da benzer bir yaklaşım olmuş. Hildegard von Bingen Orta Çağ kilisesini eleştirip kendi kadınlar düzenini kurmuş, tıp ve müzikle uğraşıp pagan felsefeleri Hristiyanlıkla harmanlamış.

Yazdığım 30 kadının ortak noktası cesaretleri. Bunun için kimisi, mesela Zabel Eseyan gulaglarda öldürülmüş, kimisinin hayatı da hapishanede sonlanmış.

‘MİTOLOJİK KAHRAMANLARI KONUŞTURDUM’

- İngilizceleriyle birlikte yayımladığınız yeni şiir kitabınız “Her Şey Bir Hikâye ile Başladı”... Yine tek ses veren bir şiir değil! Mitoloji, edebiyat, aşk, felsefe, siyaset, doğa, şiirlerinizde kadim bir algı ve duyguyla bileşiyor. Şiirinizle yansıyan mitik ekoyu, mitojojiye bakışınızı bu kitabınız çerçevesinde açar mısınız?

- Mitolojide en sevdiğim konulardan biri aetioloji’dir yani kozmolojide ve dünyadaki şeylerin varoluşunu açıklayan mitler. Mesela ağlayan kaya göz yaşı döken bir anne, defne ağacı çapkın bir ilahtan kaçan bir kızın öyküsü ile anlatılır.

Ben burada kendi kozmolojimi yazmaya çalıştım. Haksızlığa uğradığını düşündüğüm mitolojik kahramanları “konuşturdum.”

Bir mimar Medusa’ya mektup yazdı, cehennemin dahi nehirlerini kuruttuğumuz için Hades söylendi, toplumların bakireleri canavarlara sunmasını sorguladım. Böylece Afanc mitindeki bakirem asıl suçlunun canavar değil ailesi ve kabilesi olduğunu anlayıp canavarıyla dünyanın tüm nehirlerine kaçtı.

Kitabı yazarken hem bu coğrafyanın mitlerinden yararlandım, dolayısıyla Sümer, Babil, Akad, Hitit ve Greko-Romen mitlerini yeniden ördüm, hem de Uzakdoğu, Güney Amerika ve Amerikan yerlilerinin mitlerine değindim. Yakında Kanada’da yayımlanacak.

Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar / Pelin Batu / İnkılap Kitabevi / 360 s.

Her Şey Bir Hikâye ile Başladı / Pelin Batu / İnkılap Kitabevi / 320 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler