Orwell, Netflix, kanguru ve yaşasın demokrasi

İsyan etmek geçer içinden. “İsyan” fikriyle, “isyan” eylemi arasında fark vardır. Cesareti överiz de, ne zaman, hangi ölçüde cesur olmamız gerektiğini bir türlü hesap edemeyiz.

Orwell, Netflix, kanguru ve yaşasın demokrasi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.01.2020 - 19:13

1- İnsan bencil bir varlık, kendini dünyanın merkezine koyar.  Yazarlar için bunu bir ölçüde anlıyor, hak veriyorum gerçi. Dünyayı değiştireceğine inanmadan kalem ele alınmaz, elbet bunun hakikat olmadığını bilir yazar. Avustralya yanıyor, beş yüz milyon hayvan can verdi, bunun karşısında ne düşünmeli, hissetmeli insan? Kolayca: “Dünyanın öbür ucu” deyip geçebiliriz, bu da bencilcedir. Sadece başına gelen olaylarla, deneyimlerle öğrenen kişiye herhalde bildiğimiz anlamda insan denemez. Gelişi çoktan belli felaketin son habercisi bu sönmeyen yangın! 

Sosyal medyada yürek dağlayan fotoğraflara baktım. Biçare hayvanların birbirlerine sarılmaları, korkulu gözleri, acı içinde kıvranan bedenleri karşısında utandım. Onlara nasıl bir yeryüzü sunuyoruz! İnsanın her yaptığını haklı bulması kadar ürkütücü bakış olabilir mi? “Kısıtlı zamanımız var, elden ne gelir, yaşayalım gönlümüzce” diyerek ömür sürdürmek hangi ahlaka sığar? Sorumluluk duygusu edinmeyen bir insan için “değerli” demek mümkün müdür? 

2- Yığınlardan etik, estetik ölçü koymasını beklemek aptalcadır, biliyorum. Geniş kalabalıkla aynı değerlerde buluşmak kolaydır, konforludur. Düşünmekten vazgeçen insan, iradesini başkasını devrederek rahata erer. Orwell, Aslan İle Tekboynuz: Sosyalizm ve İngiliz Dehası adlı denemesinde İngiliz halkını görgüsüz, güzellik bilgisinden yoksun bir kalabalık olarak tarif ediyor. Doğrusu bunun dışında kalan bir halktan söz açmak mümkün müdür? Güruh içerisinde, sesi biraz yüksek çıkana hemen “zıpır”, “tuhaf”, “aykırı” ve yeni söylemle “değişik” denir. Bunu kusur sayarak, alaycı söylerler üstelik. Güruh (Yığın) kendi sığ çıtasını korumak ister. Zeki, yaratıcı, cesur olandan korkar. Denge bozulur. O halde haykıralım: “Her halk Orwell’in İngiliz halkı gibidir!”

3- Akıl vermek ile o önerileri kendi yaşamında uygulamak arasında derin fark vardır. Sırtımızda taşıdığımız hapishaneden kurtulmanın kolay olması için düşünmekten vazgeçmek gerekir. Günlük kısır çekişmelerden sıyrılıp özgür soluk almak isteği hep içini kemirir insanın, ama kolay değildir. “Denge” denen, tepeden aşağı insanı esarete boğan kurallar bütününü iyi anlamalıyız. Bir evi taşımak için kırk dereden su getirdiğime bakıyorum da, şunca değişiklik için ne kadar çok hesap yaptığımı görüyorum. “Kurulu düzen” tıkır tıkır işler. İçinde gülümseyerek boğulur insan. İsyan etmek geçer içinden. “İsyan” fikriyle, “isyan” eylemi arasında fark vardır. Cesareti överiz de, ne zaman, hangi ölçüde cesur olmamız gerektiğini bir türlü hesap edemeyiz. Kımıldamadan özgür olunur mu? Alışkanlıklar bizi korur. Kant gibi, hiç şehir değiştirmeden, her gün bir diğerini yineleyerek, büyük değişimlere izin vermeden bir dünya kurmak mümkün elbette! Düşünmeyi öğrenen kişi bu lezzetli huyundan vazgeçemez. Yaşam, sadece iyi okur olarak geçirilebilir örneğin. 

4- Orwell: “Herkes, zenginler için bir yasa, yoksullar içinse başka bir yasa olduğunu biliyor. Fakat hiç kimse bunun olası sonuçlarını kabul etmiyor, herkes kanuna olduğu şekilde saygı gösterilmesi gerektiğini farz ediyor ve bu gerçekleşmediğinde bir çeşit öfke duyuyor” derken haklı elbette. Zenginler için düzenlenmiş bir dünyaya, tüm ömrünü çalışarak geçirse bile bir adım ileri gidemeyecek işçinin saygı göstermesi, hele de herkesten bunun beklenmesi aptalcadır. Kalabalıklar bu aptallıkta uzlaşır ve kendini güvende sayar. Elli sözcükle konuşan, en ufak incelikten yoksun siyasetçilerin güvencesi de budur. Ortak ahmaklığın kararıdır demokratik seçimler. Orada hep vasat olan kazanır. Hakikati söyleyen belki alkışlanır bazen ama asla sevilmez, güvenilmez, peşinden gidilmez. Zengin ve yoksulun aynı yasalarda uzlaşması gülünçtür.

5- Yoksul hamasete dayalı, pek de akıllıca entrikalardan oluşmayan dizilerle avunur, yatışır. Düşlerini süsler gördükleri. Genellikle yoksulluk ve cehalet kol kola girer. Biraz daha okumuş, örneğin evine son sistem düzenek kurmayı başaran beyaz yakalı da netflix dizileriyle vaziyeti idare eder. Aradaki çizgi incedir, cehalet farkıysa gözle görülür bile değildir. Bir kez üst düzey yönetici olmak, yaşamda her şeyi biliyor, hükmediyor duygusuna kapılmasını sağlar kişinin. Diziler son soluğa kadar oyalanmayı sağlar; iyi vakit geçirerek, mutlu ölmek için bire birdir. Çöpe atılacak ömrü olan herkese tavsiye edilir. Diziler sayesinde koca bir kıta yanarken oturduğu koltuktan kalkma gereksinimi duymaz kişi. Sabah işe gidecektir. Uyukladığı son karede yanan bir kanguru mu var, yoksa kocasına ihanet eden bir kadın kahraman mı, fark etmez. Sabahları biri ütülü beyaz gömlek giyer, diğeri mavi tulumunu. Yasalara ikisi de saygı duymak zorundadır. 

6- Soruyor Orwell: “Bir İngiliz ulusundan söz edilebilir mi?” diye. Ardından da yanıtlıyor: “Yılda yüz bin sterlin kazanan insanlarla, haftalık bir sterlini olanlar arasında herhangi bir benzerlik varmış gibi yapmaya kim cüret edebilir ki?” Yasalar bu uyum için vardır. Demokrasi denen aldatmaca, bu sorun hükümsüz olsun diye icat edilmiştir. En yeteneklimiz, en ahlaklımız, en akıllımız, en dürüstümüz, en yaratıcı olanımız bizi yönetmiyor değil mi? 

7- Yazarlık mızmızlanma mesleği değildir.  


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler