Önce gerçekçi sanat sineması
Altın Palmiye’yi alan Jacques Audiard, “Dheepan”da, giderek büyüyen mülteci sığınmacı akını karşısında bocalayan Batı ülkelerinin iç politika sorunlarına da gerçekçi göndermelerde bulunuyor.
Diplomasinin başarısı, en zor koşullar altında bile kimseyi fazla incitmeden, en alt düzeyde taviz vererek temel hedefe ulaşmak diye tanımlanırsa, Joel ve Ethan Coen başkanlığındaki 68. Cannes Film Festivali jürisi, sevindirici bir başarıya imza attı. Yarışan on dokuz filmden sekizine, verdikleri yedi ödül içinde yer bulurken, temelde sosyal içerikli, gerçekçi sanat sinemasını onurlandırdı.
Erkek Oyuncu Ödülü’nü, Stéphane Brizé’nin “Pazar Kanunu” filmindeki derinlikli içsel yorumuyla alan Vincent Lindon’un teşekkür konuşmasında vurguladığı gibi, politik tavır almaktan çekinmedi. Güncel sorunları, geniş kitlelerin alışık olmadıkları özgün biçemler gerisinde irdeleyen, sinemanın genellikle ön plana çıkarmadığı ezilen sessiz çoğunluğu temsil eden karakterleri perdeye taşıyan filmleri ödüllendirdi.
Altın Palmiye’yi alan Jacques Audiard, Sri Lanka’daki iç savaş vahşetinden kaçarken tanışan, Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları mücahidi Dheepan ile, küçük bir kızın annesinin oluşturdukları kaçak ailenin, sığındıkları Fransa’da umut ettikleri rahat ve özgür yaşam yerine, Paris’in banliyösündeki toplu konutların gergin sosyal ortamında kapıcılık yapmak zorunda kalmalarının öyküsü olan “Dheepan”da, giderek büyüyen mülteci sığınmacı akını karşısında bocalayan Batı ülkelerinin iç politika sorunlarına da gerçekçi göndermelerde bulunuyor...
Listesinin ikinci sırasında yer alan Büyük Ödül’ün, genç Macar yönetmen Laszlo Nemes’in ilk filmi “Saul’un Oğlu”na verilmesi de, hem sinemasal hem de siyasal açıdan anlamlı mesajlar içeren güçlü bir duruş olarak yorumlanabilir. Irkçı ve dinci ayrımcılığın yeniden gündeme geldiği, Yahudi düşmanlığının farklı nedenlerle hortladığı Avrupa’daki tehlikeli faşizan eğilimlere, Yahudi soykırımının korkunç simgesi imha kampı Auschwitz’de yaşanan vahşeti çok farklı bir bakışla görüntüleyen bu filmi ödüllendirerek dikkati çekmek, kuşkusuz sorumlu bir davranış örneğiydi. Kaldı ki, yaratıcı sinemasının katıksız örneklerinden biri olan “Saul’un Oğlu” boğucu yoğunluktaki özgün mizanseniyle de, sinemayı sanat olarak algılayanların unutamayacağı bir film... Sosyal konulara ağırlık veren Fransız sinemasının ciddi bir başarı kazanmasını alkışlarken, İtalyan sinemasının unutulmuş olmasına ve Deniz Gamze Ergüven’in “Mustang” ile ulaşamadığı Altın Kamera’yı, festivalin en eski yan bölümü, ilk ve ilkinci filmleri programlayan “Eleştirmenlerin Haftası” seçkisinde sunulan César Augusto Acevedo’nun izleyemediğim filmi “La Tierra y la Sombra”ya kaptırmasına biraz üzülmek de hakkımız.
Gerçeğin sinemasına önemli bir yer veren festivalden ayrılırken, gerçeklere biraz daha keskin bir bilinçle bakıyor olacağız.
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- Yıkılması gerekiyor!
- Ünlü markanın adı bir kez daha listede!