Ölmek dediğin nedir ki?

Ağustos ayı şiirimizin iki ölümsüz ustası Can Yücel ve Turgut Uyar’ı kaybettiğimiz, aynı zamanda bu iki ustanın dünyaya gözlerini açtığı bir ay. Yücel’i 1999’un 12 Ağustos’unda, Uyar’ı ise 34 yıl önce bugün, 22 Ağustos 1985’te sonsuzluğa uğurladık. Biz de bundan hareketle bu iki ustayı anmak, olağanüstü şiir yolculuklarına, benzersiz verimlerine bir tanıklık sunabilmek istedik.

Ölmek dediğin nedir ki?
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 21.08.2019 - 16:21

 

GAMZE AKDEMİR

gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr

Ağustos ayı şiirimizin iki ölümsüz ustası Can Yücel ve Turgut Uyar’ı kaybettiğimiz, aynı zamanda bu iki ustanın dünyaya gözlerini açtığı bir ay. Yücel’i 1999’un 12 Ağustos’unda, Uyar’ı ise 34 yıl önce bugün, 22 Ağustos 1985’te sonsuzluğa uğurladık.

Can Yücel de, Turgut Uyar da şiirle çocuk yaşta tanıştı. İkisi de şiiri hayatlarının merkezi kıldı. Toplumcuydu, direngendi. Aydınlık, insancıl, toplumcu, benzersiz yeni bir şiirin tohumlarını ekti. Soyut şiire yönelirken dilde devrim yarattı. İkisinin de kalemlerinden aşk, sevgi, ölüm, hasret, kaygı, umut, ikilem, toplum, birey eksik olmadı. Yakındılar, arkadaştılar. Dost sofralarında az muhabbet koyultmadılar. Kahrın dibini buldukları da oldu, muhabbetin dibini buldukları da. İkisi de Ağustos’ta doğdu, Ağustos’ta öldü. Öldüler mi sahi? Bugün hâlâ ve daima okunuyor, dizeleri dilden dile söyleniyorsa ölmek dediğin nedir ki?

Biz de tüm bunlardan hareketle iki ölümsüz ustayı anmak, olağanüstü şiir yolculuklarına, benzersiz verimlerine bir tanıklık sunabilmek istedik. Can Yücel’in 1989’da, Turgut Uyar için kaleme aldığı, dosyamızda da anacağımız “Turgut Uymaz” adlı yazısının son cümlesinde dediği gibi; “Gazamız mübarek olsun!.”

Baktım gökte bir kırmızı bir uçak/ Bol çelik bol yıldız bol insan/ Bir gece Sevgi Duvarını aştık/ Düştüğüm yer öyle açık seçik ki/ Başucumda bir sen varsın bir de evren/ Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi/ Yalnızlığım benim çoğul türkülerim/ Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”

Can Yücel (“Sevgi Duvarı” adlı şiirinden)

YÜCEL’İN İLK ŞİİRİ CUMHURİYET’TE YAYIMLANIR

İstanbul’da 21 Ağustos 1926’da, dünyaya gelen ve 12 Ağustos 1999’da, 73 yaşında yaşama veda eden Can Yücel, efsane Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu olarak şiirle küçük yaşta tanışır. Öyle ki Peyami Safa’nın yönettiği, Cumhuriyet’in çocuk sayfasında yayınlanacak ilk şiirini 10 yaşında yazar: “Kuşların sesini severdi Beethoven/ Mozart’ın sevdiği gibi/ Dehaları geçti şaheser oldu/ Mozart’ın istediği adam oldu”.

Atatürk Lisesi’nde hocaları arasında Cevdet Kudret, Nurullah Ataç da vardır. Lise yıllarıcan dostu Gazi Yaşargil’le birlikte bol bol Nâzım okuduğu yıllardır. Bir arkadaşı da, Londra’dayken o zamanlar basın ataşe yardımcısı olan Bülent Ecevit’tir. Ecevit aynı pansiyonun odasında, Yücel ise kalorifer dairesinde kalır. Öğrenci bursuyla kıt kanaat geçinerek okuduğu Cambridge’de Bertrand Russell’dan ders alır. Avni Arbaş, Sadi Çalık, Bedri Rahmi, İlhan Koman gibi sanatçılarla dostluk eder.

Bir süre sonra babası Hasan Ali Yücel, ilk şiir kitabı “Yazma”yı (1950) bastırır: “Babam ‘Bastıralım bunları’ dedi. Benim hiç elim değmedi kitaba. Şiirleri babama yolladım, o da özenmiş, Bedri Rahmi Bey’den rica etmiş kapağını. Bana da iki üç tane verdi. Kitap hiç satmadı değil, satışa vermedi babam.”

KORE’DE KOMUTANI MADANOĞLU

1953’te askerdir, Kore’ye gider. Komutanı da 27 Mayıs’ın mimarlarından Cemal Madanoğlu’dur. Askerlik dönüşü, Beyoğlu’nda Metin Eloğlu ile ev tutarlar. 1956’da Ankara’dadır, büyük aşkı Güler Yücel’le tanışır. Aynı yıl evlenirler. 1950’lerin sonunda Ankara’da, o sıralar BBC’nin yöneticilerinden tarihçi Andrew Mango’dan teklif alır ve Londra’da BBC Türkçe servisinde çalışmaya başlar.

Şiir yazmayı elbette hiç bırakmaz. Beş yıl kaldıkları Londra’da, çocukları Hasan, Güzel ve Su’yu kucaklarına alırlar. 26 Şubat 1961’de Türkiye’den gelen telefonla babası Hasan Ali Yücel’in ölümünü öğrenirler: “Hayatta ben en çok babamı sevdim/ Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk/ Çarpı bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-/ Nasıl koşarsa ardından bir devin,/ O çapkın babamı ben öyle sevdim.”

1962’de yine İngiltere’deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması büyük ses getirir. 3 Haziran 1963’te Nâzım Hikmet’in ölüm haberi geldiğinde BBC’de kafayı çeker Can Yücel. O gün sabah yayını yapılamaz bu nedenle. İstifası istenir, o da verir ve Türkiye’ye dönerler. Önce Marmaris’e sonra da İstanbul’a yerleşirler.

ÇEVİRMENLİKTEN TURİST REHBERLİĞİNE

Latince-Yunanca ve klasik filoloji eğitimleri almış, çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yapmıştır ama Türkiye’ye döndükten sonra bir süre turist rehberidir. Ardından yaşamını aralıksız şiire ve çeviriye adar.

Çeşitli edebiyat, kültür ve siyasi dergilerde; şiirleri, edebiyat ve tiyatro çevirileri ile siyasal konularda yazıları yayımlanır. 1945-1965 yılları arasında ‘Yenilikler’, ‘Beraber’, ‘Seçilmiş Hikayeler’, ‘Dost’, ‘Sosyal Adalet’, ‘Şiir Sanatı’, ‘Dönem’, ‘Yöne’, ‘Ant’, ‘İmece’, ‘Papirüs’ adlı dergilerde yazar. ‘Yeni Dergi’, ‘Birikim’, ‘Sanat Emeği’, ‘Yazko Edebiyat’, ‘Yeni Düşün’ dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınır. Leman ve Öküz gibi mizah dergilerinin yanı sıra Gerçek, Evrensel Kültür dergileri; Vatan, Demokrat, Söz,Evrensel ve Emek gazetelerinde uzun süre yazmıştır.

TOPLUMCU, DOBRA VE ÖZGÜNDÜ

Taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, dobra dili ve özgünlüğüyle dikkat çeker. Doğa, insanlar, olaylar, kavramlar ve heyecanları şiirlerine temel alır. “Maaile”, “Küçük Kızım Su’ya”, “Güzel’e”, “Yeni Hasan’a Yolluk”, “Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim” gibi şiirlerinde sevgi dolu aile bağlarının izi sürülür.

Yazma” (1950), “Her Boydan” (1959), “Sevgi Duvarı” (1973), “Bir Siyasinin Şiirleri” (1974), “Ölüm ve Oğlum” (1975), “Şiir Alayı” (1981), “Rengâhenk” (1982), “Gökyokuş” (1984), “Beşibiyerde” (1985), “Canfeda” (1985), “Çok Bi Çocuk” (1988), “Kısa Devre” (1990), “Kuzgunun Yavrusu” (1990), “Gece Vardiyası Albümü” (1991), “Güle Güle-Seslerin Sessizliği” (1993), “Gezintiler” (1994), “Maaile” (1995), “Seke Seke” (1997), “Alavara” (1999), “Mekânım Datça Olsun” (1999), “En Uzak Mesafe”, “Benim Adım Firuzansa Ne Olayım”, “Cazcı firuzan” (1997), “Hotuhların dramı”, “Biraz alıştım”, “Bördübet’ten Sedir Adası’na”, “Yüz Kitabı Şiirlerimden Seçmeler” (2010), “Yaprak Dökümü” kitapları; “Hamlet” (Shakespeare) ile “Bahar Noktası” (Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın çevirisi-Shakespeare), “Yeni Başlayanlar İçin Marx” (Marx Para Principantes), “Salozun Mavalı” (Peter Weiss) gibi çevirileri Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Papirüs Yayınevi, Doğan Kitap, Adam Yayıncılık, Bilgi Yayınları, Ağaoğlu Yayınevi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Yason Yayıncılık, Boyut Yayın Grubu, gibi çeşitli yayınevleri tarafından yayımlanır.

HİLAV: “DİLİ AZAT ETTİ”

Selahattin Hilav, “Edebiyat Yazıları” kitabında şöyle değerlendirir Can Yücel’i:

(...) Gerçek şairler, dili azat edenlerdir, diyebiliriz. Nitekim Can’da, tutsaklıktan kurtularak yaşamın iç yüzünü ortaya döken ve özündeki gizli hakikatleri de gösteren bir dille karşı karşıyayız. Bu dil akıl öğretmez, efsaneleri pekiştirmez, kişilere tapınmanın, soyut hümanizma hayallerinin hizmetkârlığını yapmaz. Besinsel ve cinsel açlığı, idealler ve ilkeler ileri sürerek gözden kaybettirmez. Yaşamamışlığı ve hödüklüğü örten sulugözlülük ve yapmacık hassasiyet üretmez, bunları başkalarına bulaştırmaz; kısacası, yalana hayat hakkı tanımaz.”

Çevirileri de şiirleri kadar ses getirir Can Yücel’in. En sevdiği Shakespeare’dir. “Hamlet”, “Fırtına”, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nı aslına tam olarak bağlı olmadan farklı bir yaklaşımla çevirir. “Hamlet”in ünlü “To be or not to be” sözünü “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin” şeklinde Türkçeleştirmiştir.

YÜCEL: “SHAKESPEARE TÜRKÇE DÜŞÜNEBİLİYORMUŞ!”

Can Yücel, çeviri anlayışını bir söyleşide şu sözlerle dile getirir:

Başka bir dilden kendi dilimize çevirirken eğer o dil içinde o olayı yinelemez ve yenilemezseniz, onu yeniden yaratmazsanız hiçbir boka yaramaz. Türkiye’de çevrilmemiş hiçbir şey yoktur, her şey çevrilmiştir. Hiçbir şey değişmemiştir. Çevirinin temeli yeni bir yapıt ortaya koymaya bağlıdır. Çeviri yaparken yeni bir çocuk doğuruyormuş gibi bakmak lazım olaya. Yoksa suni imkanla çıkan çocuklar gibi ancak bize başbakan olur. (...) Bu Shakespeare pezevengi Türkçe söylese nasıl söylerdi, bunu düşünüyorum. Bunu düşünürken bayağı güzel şeyler çıkıyor ortaya. Demek ki Shakespeare Türkçe düşünebiliyormuş.”

Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!/ Aşk yokmuş sizde beş paralık!/ Gidiyorum ben boşçakallar/ Sıçmışım ortalık yerinize/ Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık./

Can Yücel (“Kibar Hırsızın Türküsü” şiirinden)

 

ARGO VE KÜFÜRÜYLE ZEKANIN İYİ NİYETİ

1940 sonrası şiirin Can Yücel’siz değerlendirilmesinin büyük bir eksiklik olacağını düşündüğünü ifade etmiş Cemal Süreya’ya göre, Can Yücel’in şiiri tüm ironisi, argo ve küfürüyle “zekanın iyi niyeti”dir:

Argo ve küfür bir arınma işlemidir Can Yücel’de. Kötülüğe, kötü düzene karşı aşılanmak için kutsal’ı delik deşik eder. Tabii eski kutsal’ı. Ve yeni kutsal adına. Bu yüzden sürekli olarak tarihsel olaylarla bugünkü olayları iç içe işler. Şiirsel eylemini kurmak, sürdürmek için en elverişli yolu seçmiştir: parodi. Gerçekten de parodi toplumsal eylemle şiirsel eylemi birleştiren bir yoldur. Tarihi, gazete güncelliğine getirir. Bunu yaparken halk kaynaklarına, halk ağzına, daha çok halk türkülerinin deyişlerine yaslanır.”

Süreya, Can Yücel’in soyut şiire yöneldiğini söylerken oluşturmak istediği dil üzerine dikkat çeker: “O, halk dilini kullanarak yeni bir dil oluşturmak arzusundadır. Halk kaynaklarından devşirdiği dille yaratmak istediği özel dilin çatışması (birleşmesi değil) onu yeni bir güçlüğün eşiğine getirmiş bulunuyor.”

FİŞEKÇİ: “ŞİİR FENERİ ZÜHRE YILDIZI GİBİ PARLAYACAK”

Cumhuriyet Kitap Eki ile Sözcükler Dergilerinin Yayın Yönetmeni, şair Turgay Fişekçi’nin, Can Yücel’in şiirine ilişkin değerlendirmeleri de çarpıcı:

Dilde bir yandan kendine özgü vurgu ve tonlamalar yaratırken bir yandan da konuşma dili, eski ve çağdaş şiir, geniş bir kültür ve dil bilgisine kattığı sevgi-alay-acı karışımı duygu yoğunluğuyla da aydınlık, insancıl, toplumcu, benzersiz bir şiir yarattı. (...) Şiirimizde açtığı verimli vadi, Türkçe yaşadıkça çiçeklenmeyi sürdürecek. Hınzır âşıkların ellerindeki maytapların uçuşan ışıkları içinde onun şiir feneri zühre yıldızı gibi parlayacak.”

15 YIL HAPİS!

Can Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verir. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara’dan “İnsan ve Sosyalizm”; Mao, Che ve Amerikalı bir generalin yazdığı “Gerilla Harbi” çevirileri nedeniyle 15 yıl hapse mahkûm olur.

Yaşadıklarını şöyle anlatır: “Amerikan generalinin bokuna yedi buçuk sene yedik. Adam diyor ki: ‘Bir memlekette sosyal adaletsizlik çok büyük olursa, halk gerilla hareketine taraf çıkarsa, siz istediğiniz kadar tedbir alın, bunu durdurmanıza imkan yoktur’. Adam, Amerika açısından anlatıyor. Bunda kusur bulundu.”

1974’de genel afla çıktıktan sonra cezaevi izlenimlerini ironik, yer yer mizahi dille kaleme aldığı “Bir Siyasinin Şiirleri”ni yayımlar:

Yaşamayı yaşamak istiyorum demiştim/ Neylersin ki bu damda bu dem/ Ayaklarımda uyaklarımda zincir/ Böyle topal koşmalarla geçiyor günlerim/ Oysa methetmek gibi olmasın kendimi ama/ Yaşamım benim en güzel şiirim.”

Can Yücel, kitabını “kişinin dış baskıların hışmı karşısında kendi özünü hırpalattırmamak için, hatta yitirmemek için kullandığı bir savunma mekanizması, baskının, acının üstüne gidiş” olarak niteler.

Refik Durbaş’a göre “Yücel’i geniş okuyucu kitlesiyle buluşturan, kişisel ve toplumsal yaşamın acı bir dönemini dile getiren, öfkeli, alaycı, boyun eğmeyen, siyasal şiirlere ağırlık verilen bir kitap”tır.

Selahattin Hilav’da; “Yalanı, aldatmacayı, çelişkiyi, kafasızlığı, toplumsal düzenin ürünü olması açısından ele alan, bunların farkına varmış gibi kimi zaman kendini de konu edinen, ama aldatanın ve aldananın gülünçlüğünü şiirin berraklığında yansıtan bir mizahtır.” sözleriyle değerlendirir.

Can Yücel’in hakkında 12 Eylül darbe döneminde yazdığı “Beşi Bir Yerde” şiiri nedeniyle KenanEvren ve dört arkadaşına hakaretten dava açılır. Savunması da unutulacak gibi değildir: “Hakim: ‘Şiirinizde hep göt diyorsunuz. Daha kibar söylenemez mi?’ Can Yücel: ‘Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre bu memlekette göte göt denir’.”

DEMİREL BENİ AFFEDECEKMİŞSE/ KOLAY GELSİN”

12 Eylül darbesi sonrasında “Somut” dergisindeki “Hamileler” isimli şiiri edebe aykırı, müstehcen olduğu iddiasıyla para cezası verilir. Aynı iddiayla “Rengâhenk” adlı kitabı toplatılır. 18 Mart 1998’de ise bu kez bir konuşmada dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaret ettiği gerekçesiyle bir yıl iki ay hapis cezasına çarptırılacaktır.

Cezasını affetmesi için Demirel’e sayısız dilekçe gönderilir. Şairin yorumu ise şöyledir:

Ben kahraman değilim/ Demirel beni affedecekmişse/ Kolay gelsin!/ Benim endişem,/ Ya beni affetmeden önce/ Eceli gelip ölürse.../ Ama onu affetmeye benim/ Sıkletim yetmez/ Ne de cesedim...” Ayrıca; “Ben hayatım boyunca muhalif yaşadım. Devlet ve herkes beni menfi diye belledi. Onun için ‘kan grubum rh negatif.’ Onun için düzenle birbirimize kan alıp veremiyoruz.”sözünü de hafızalara kazır.

1996’da Emek Partisi’nin kurucuları arasında yer alan Can Yücel’in, “Hava Döndü” adını verdiği şiiri, partinin marşı olarak kullanılır. 18 Nisan seçimlerinde ise Özgürlük ve Dayanışma Partisi`nden İzmir 1. Sıra Milletvekili Adayıdır.

CAN YÜCEL’İN TOHUM BANKASI FİKRİ

Bu arada “Tohum Bankası” fikrini (Bu arada Tohumculuk Yasası’nın Türkiye’de 2006’da yaşama geçirildiğini anımsatalım) 1990’larda Can Yücel’in dile getirdiğini biliyor muydunuz? Kızı Güzel Yücel’in şu sözleri de Can Yücel’in kimliğini tüm yönleriyle daha iyi anlamak için önemli:

Evde mutfakta yazardı. Veya gelir kahvede ya da meyhanede yazardı. Kahvede köylüyle oturup sohbet ederdi. Tarımdan, politikadan, sanattan konuşurdu. Sonra topladıklarıyla şiirlerini yazardı. İthal tohum furyasında çiftçilerin yakınmasını dinlerdi. O ara bankalar hortumlanıyordu. Bankalar kapanıyordu. İşte o günlerde babam, ‘paranın bankası var da, tohum bankası niye yok? Bir tohum işine el atsak, bir tohum bankası kursak” diye bizimle dertleşti. Geç de olsa bu vasiyetinin gerçekleşmesi için ilk adımın atılması bizi mutlu ediyor.”

YÜCEL, CANSEVER VE UYAR’IN ŞAİRANE OYUNU!

Can Yücel, Turgut Uyar, Edip Cansever mükellef sofralarda nice sohbeti koyulaştırmıştır. Aydın Akkoç’un kaleme aldığı “Turgut Uyar’ın Çocuklarıyız” (İletişim Yayınları) adlı kitapta bir söyleşisiyle yer alan Turgut Uyar’ın oğlu Tunga Uyar’ın anlattıklarından öğreniriz ki; Edip Cansever, Can Yücel ve Turgut Uyar’ın oynadıkları şairane bir oyun vardır:

Lokantalarda dönen şiirle ilgili konuşmalarda bazen ben de olurdum, hem dinleyici hem de azıcık katılımcı olarak, kendimce konuşmayı öğrenmiştim. Lokanta oturmalarında şimdi çok değerli olabilecek kimi dokümalarında da ortaya çıkardı. Bir ara şöyle bir moda vardı aralarında. Sözgelimi Edip amca, Can amca ve babam oturuyorlar. Ellerinde bir dosya kağıdı bir satırlık yer kalacak şekilde katlanırdı. Can amca bir satır yazar ve sonra kimsenin göremeyeceği şekilde kağıt yeniden katlanır, ardından Edip amca yazar ve aynı şekilde katlanır, babam yazar, bir diğeri yazar; bir bakarsın on beş yirmi satırlık bir yazı yahut bir şiir çıkmış ortaya. Açıp okurduk, çok gülerdik bunlara. Bende bir iki tanesi kalmıştı ama diğer her şey gibi yok oldular.”

ŞİİRİN SESİNİ DUYURDU!

Can Yücel’in amacı sadece yazmak ve okutmak değildi, şiirin sesini de duyurmaktı. Bu yolda kaset de çıkardı, okuma günlerinde tok sesiyle bol bol şiir de okudu. Açıkhava Tiyatrosu’nda beş bin kişi onu dinlemek için toplandı.

Şair Turgay Fişekçi gülümseten bir anıyla değerlendiriyor Yücel’in bu çabasını: “1990’ların başlarında şiirin sesini bir parça olsun basın yayın organlarında duyurabilmek için dokuz şair, altı ay süreyle şiir yayımlamama, yani şairler grevi yapma kararı vermiştik. Bu eylemimizi en iyi nasıl duyurabiliriz diye konuşurken, en gerçekçi öneri Can Yücel’den gelmişti: ‘Dokuzumuz birden topluca donsuz fotoğraf çektirelim. O zaman her yerde basılırız’.”

ZEYNEP ORAL: “İMGELERE PABUCUNU TERS GİYDİREN SİHİRBAZDI”

Son yıllarında eşiyle Datça’ya yerleşen Can Yücel’in her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlanır. Sigara ve rakıyı çok sevdi. Şiiri sevdiği kadar, hayatı sevdiği kadar çok hem de. Yaşama 12 Ağustos 1999’da yaşama veda eder büyük şair.

Tam da gazeteci yazar Zeynep Oralın yazdığı gibi“Şiiriyle kahkaha çiçekleri üreten, sözcüklere habire takla attıran, dizeleri rengarenk çemberlerde fır döndüren yaramaz bir çocuk; imgelere pabucunu ters giydiren bir sihirbaz”ve şair yazar Şükran Kurdakulun yazdığı gibi“Sözünü budaktan esirgemeyen bir kabadayı”dır yitirdiğimiz.

Dizelerini halkının dilinden esinleyendi Can Yücel. Özgün biçemini, yordamını çevirilerine de yansıttı, kimi cümleleri ülkesinin folkloruna, öz Türkçesine ustaca uyarladı, ülkemiz çeviri yazını için benzersiz bir deneyim sağladı. İnsana anlamayı ve iyi bildiği sevmeyi, aşkı inceden ve yalından anlatandı. Umudu, coşkusu, direnciyle en derin hislere tercüman, ülkesinin ve dünyanın anına, gidişatına dikkat kesilendi.Muhalif, sözünü sakınmayan tok bir sesti. Can Baba’ydı. Ona göre bütünselliğin dışında şiir yoktu. Hayat ve ölüm de bir bütündü ve şiir bu bütünden çıkan çılgınlıktı.

MEKÂNINI CEHENNEME ÇEVİRDİLER!

Vasiyetine uyularak üstüne “Mekânım Datça Olsun” adlı bir kitap da yazdığı ve yaşamının son yıllarını geçirdiği Muğla’nın Datça İlçesinde çok sevdiği günebakan çiçekleriyle son yolculuğuna uğurlanır.

2011’de ise ünlü şairin mezarına saldırılır, mezar taşı kırılır. Mezarı yakınında bulunan “Can Evi” de bu olayın ardından kapatılır. “Can’ın Taşını Kırdılar” başlıklı bir şiir yazan eşi Güler Yücel tepkisini, “Can, ‘Mekanım Datça olsun’ dedi, mekanını cehenneme çevirdiler”sözleriyle dile getirir. Can Yücel’in mezarını, içki içiliyor gerekçesiyle 2011’de balyozla parçaladıkları iddiasıyla 4 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan iki kişi ise 2013’te beraat eder.

Ölümünden bu yana kendisiyle ilgisi olmayan dizelerin, şiirlerin Can Yücel’e ait olduğu iddiasıyla internette dolaşıma sürülmesi de pek çok kişide kafa karışıklığı yarattı/yaratmaya devam ediyor. Can Yücel’in ne uslübuna ne duruşuna uymayan bu türetme şiirler ailesinin olduğu kadar sevenlerinin de tepkisini topluyor.

SAHTECİLERE RECEP TAYYİP ERDOĞAN DA ŞAŞIRMIŞ!

Usta şairin eşi Güler Yücel, Kemal Öncü’ye verdiği bir söyleşide; Öncü’nün “Örneğin bu şiirlerden “Farkında olmalı insan…” diye başlayıp “Ömür dediğin üç gündür / Dün geldi geçti, yarın meçhuldür / O halde ömür dediğin bir gündür / o da bugündür.” şeklinde biteni, Balçiçek Pamir’in AKP milletvekili Müezzinoğlu’nu kaynak göstererek köşesinde yazdığına göre Tayyip Erdoğan tarafından çok beğenilmiş ve ‘Bunu duvarımıza asalım, hayret bunu Can Yücel’den beklemezdim!’ demiş.” sözlerine karşılık tepkisini şöyle dile getirmişti:

Evet, işte bu olay sahte şiirlerin Can’la ilgisinin olmadığına en güzel örnek! Erdoğan bile bu şiirin Can’a ait olduğuna şaşmış... Yine örneğin ‘Her şey sende gizli…’ diye bir şiir de var. Mistik, kaderci, boşverci, metafizik bulamaçlı bu şiirlerle Can’a karşı adeta faili meçhul bir kampanya yürütülüyor gibi.

Can’ın şiiri şiir gibi şiirdi... Ne o öyle ‘Ömür dediğin bir gündür/ o da bugündür…’ ye, iç, eğlen keyfine bak gerisine aldırma mesajı? Can muhalif bir şair, söyleyeceğini eğilip bükülmeden dobra dobra söyleyen bir şair, ziyaret edenlerin şaşırdığı iki göz odada oturup üreten bir şair... (...)

Bu şiirler Can’ın biçemine aykırı, espri anlayışından yoksun, zekâsına uygun değil, muhalif duruşunun zerresi yok. Ben Can’ı unutturmak için, Can’ı yanlış tanıtmak için, Can şiirinin içini boşaltıp lay lay lomla doldurmak için gösterilen çabaların hiç bir işe yaramayacağına inanıyorum.”

Millİ Eğitim Bakanlığı’nın 2013-2014 eğitim öğretim yılı için ortaöğretim 10. sınıflara dağıttığı “Dil ve Anlatım” kitabının 39. sayfasında yer alan “Her şey Sende Gizli” adlı şiir de Can Yücel imzasıyla yayınlanmış, kızı Su Yücel o şiirin Can Yücel’e ait olmadığını açıklamıştı.

CAN YÜCEL’DEN TURGUT UYAR’A: “TURGUT UYMAZ”

Can Yücel gibi bu yazımıza konu, şairlikte ve insanlıkta usta, silinmez izler bırakmış Turgut Uyar da Ağustos’ta kaybettiğimiz ölümsüz şairimiz. Sözü, Can Yücel’in, Argos Yeryüzü Kültürü Dergisi’nin Ağustos 1989’daki 12’inci sayısında Turgut Uyar için kaleme aldığı “Turgut Uymaz” adlı yazısıyla devam ederek getirelim ustaya.

Büyük iş yapanların hemen hepsi, bu işleri temelli bir güçlükten, bir çıkmazdan kurtulmak için yapmışlardır. Turgut da böylesine çıkmazların adamlarındandı. Oncağızımı 1956’da, sanırım, askerlikten ayrıldığı günlerde, çoluğu çocuğuyla sivilleşme mutluluğu, daha doğrusu ummacası içinde yaşadığı demlerde tanıdım. Sonraki yıllarda, sivile soyunmakla işin bitmeyeceğini, memleketin kendisinin koca bir kışla olduğunu acı acı anlamıştı, bunun üzerinedir ki, Türkçe’de hiç denenmemiş bir şiir tarzına attı kapağı. Kaçıncı yeni olduğunu kimsenin çıkaramayacağı bir şiirdi bu. Asker kaputları gibi nefti ve uzun dizelerle soyuyordu kendini, sivilleşiyordu özümüze, benliğimize doğru. Taç yapraklarını dizi dizi koparıp atarak çiçeğin göbeğini bulmaya yönelen bir üryanlaşma süreciydi bu. Neylersin ki, şiirin bitiminde anadan doğma bıraktığı gerçeklik yeniden kuşanıveriyordu üniformalarını, bir başka şiire başlayıncaya dek. Bu, Sizifos’kâri bir cehennem çilesiydi, bir Hades çıkmazıydı… Turgut bütün yumuşak başlı görünüşüne karşın, tanıdığım en serkeş, en dik başlı, en anut, en uymaz insanlardan biriydi. Sonuna dek Ferhat sabrı ve direnciyle o çıkmazdan çıkma kararma bağlı kaldı. Gazası mübarek olsun!.”

Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de ara sıra,/ Bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende./ Bu bir nimet, bu bir nimet, Elâ gözlüm,/ Bu yaşamak bir şiir, harikulâde.”

Turgut Uyar (“Ölüme Dair Konuşmalar” adlı şiirinden)

BİR ÇOCUK TURGUT UYAR! HÜZÜNLÜ, İÇLİ..

Ankara’da, 4 Ağustos 1927’de dünyaya gelen ve 22 Ağustos 1985’te, 58 yaşında yaşama veda eden usta şairTurgut Uyar da, Can Yücel gibi ilk şiir denemesinde ilkokul yıllarında bulunur: “Güzeldir sevgilim her dakka her an/ Güzeldir sözleri kaşı gözleri/ Geçtiği her karış sönük topraktan/ O anda fışkırır neşe özleri”.Evlerinde ud, keman ve saz sesleri eksik olmadığı için müziğe ilgisi ömrünce artarak sürer. Şiire müzikle geçmiştir denir hatta. Ortaokul ve lise yıllarında ise şiire devam ettiği gibi romana da eğilir.

Babasına çok düşkündür, eğitim hayatı boyunca uzaklarda olduğunda en çok onu özler. Şöyle bahseder çocukluğundan: “Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem: ‘Yapma oğlum’ derdi ona, ‘O, içli bir çocuk’”.

Babası Hayri Uyar’ın emekli olmasının ardından taşındıkları İstanbul adeta çocukluk nabzının asıl attığı yer olur. O hüzünlü, içsel yanı şiirlerinde birer birer tomurcuklanır. Yıllar sonra yazacağı “Vaiz Sokağı Numara 70” adlı şiirinde de aktarır bu duygularını:

Perdemiz kadife olmalıydı../ Basma da güzel olur, sevince./ Biliyorsun ancak boğazımıza,/ Olmuyor ha deyince./ Kimbilir bir gün belki../ Adam sen de, aldırma,/ Bunlar düşünmeye değmez/ Hem hayat dediğin ne ki?..”

Dost Dergisi’nde 1965’te yayımlanan bir söyleşide şiire asıl ilgisinin on dört on beş yaşlarında başladığını, ortaokul yıllarında bir arkadaşıyla şiirler yazdığını ve bu ilk denemelerini bir defterde topladığını söz eder. Ve şiirlerini, “gizli, hem de ne kadar gizli olursa o kadar gizli” yazdığını söyler.

GÜNDE ÜÇ BEŞ ŞİİR, HAFTADA ON BEŞ, GÜNDE BİR ROMAN!

Bu dönemlerinde şiirin yanı sıra sonraları tümden bırakacağı romana da hayli meraklıdır:

Daha ilkokulda vezin ve kafiyeden haberim olmadığı çağlarda manzumeler yazardım. Sonra ortaokul ve lise devresinde boyuna yazdım. Günde üç beş şiir, haftada on beş, günde bir roman yazıyordum. Ama ne şiirler, ama ne romanlar. Liseyi bitireceğim yıl, Hayyam, Nedim, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Hamit ve Haşim kıskıvrak tutmuşlardı. Taklit ettiğimi bile bile onlara özenerek, bildiğim ve becerdiğim kadar terkipli filan gazeller mazeller yazardım. Hatta Makbere Mezar adıyla bir nazire bile yazmıştım. Bazen bir romanı bitirmeden sıkılır, öbürüne başlardım. Sonra ikisini birden yazardım. Bu yüzden o güzelim romanların çoğu yarım kaldı. Roman yazarken sıkılırdım. Şiire daha başka bir tutkunluğum, sâdıklığım, saygım vardı. Bereket versin o devirlerde şimdi hayırla yad ettiğim arkadaş bana Alain Fournier’nin o güzelim Adsız Köşk’ünü verdi. Sonra bir Dostoyevski okudum da gücüm kesildi. İsteğim kalmadı roman yazmakta. Bu suretle bugünün Türk romancıları da benim rekabetimden kurtulmuş oldular. Dua etsinler Adsız Köşk’e, Netoçka Nezvanova’ya, Eugenie Grandet’ye.” (Varlık, 1952)

Turgut Uyar, 1946’da dönemin güncel şairlerinin hepsini okumuştur: “Günümüzün şairlerini okudum da sevindim. Oh dünya varmış dedim.“İlerleyen yaşlarında da; sevdiği, etkilendiği kitap ve yazarları başlıca şöyle sıralayacaktır:“Aiskhylos’un Agamemnon’u, İrene Nemirovsky’den Çehov’un Hayatı, Eliot’un Sweeney Agonistes’i, Dostoyevsky’nin Karamazov Kardeşler’i ve Kutsal Kitaplar, bu arada Çehov’un kendini (paradoks yaptığım sanılmasın kesinlikle) Michel Zevaco, Yunus Emre, Lorca, Fournier, Nazım ve Yahya Kemal ...”

Yad”, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Türk Edebiyatçısı listesinde yer alan Turgut Uyar’ın yayımlanan ilk şiiridir (1947-Yedigün). Kaynak dergisinin şiir yarışmasında (1948) “Arz-ı Hal” şiiri ikincilik kazanınca Nurullah Ataç’ın güvendiği şairler arasına girer.

İÇSELDEN TOPLUMSALA GEÇTİ

İlk dönem şiirlerinde kişisel yaşantılarının ve çevresinin izdüşümleri üzerinde durur. Sonraları toplum ve törelerle çatışan bireyin sarsıntılarını dile getiren şiirler yazar. İlk şiirlerini hece ölçüsünü önde tutarak kaleme alan Uyar, geleneksel şiir unsurlarından hareketle aşk, ölüm, ayrılık temalarını da yoğun imgelerle işler. Sonraki yapıtlarında toplum, birey ve düzene direnci merkeze alan Uyar, İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden olur. Şiir ve düzyazı ayrımını ortadan kaldıran uzun şiirler yazan şair, lirik şiirin sınırlarını zorlar. Yapıtlarında Halk şiiri ve Divan şiiri biçimlerinden de yararlanır, “Divan” adlı kitabında gazel tarzını yeni şiire uygulamaya çalışır.

İlk evliliğini 1947’de, Askeri Memurlar Okulu’nda okurken Yezdan Şener ile yapan Turgut Uyar’ın, bu evlilikten Semiramis, Tunga ve Şeyda adlı üç çocuğu olur.1960’ların başında eşinden boşandıktan sonra İstanbul’a yerleşir. 1969’da ise ilk olarak 1962’de, Ankara’da Sanatseverler Derneği’nde karşılaştığı edebiyatçı Tomris Uyar’la tekrar karşılaşır, şiir üzerine mektuplaşmaya başlar ve deli gibi aşık olurlar. Kısa sürede evlenen çiftin Hayri Turgut Uyar adlı bir oğulları olur.

1948’de, dört yıl Kars, Posof’ta, iki yıl Samsun, Terme’de, dört yıl Ankara’da askeri memur olarak görev yaptıktan sonra memurluktan istifa eder. SEKA’nın Ankara bürosunda çalışır ve Emekli olana kadar (1967) 1967’de emekli olduktan sonra İstanbul’a taşınır.

İKİNCİ YENİ VE TURGUT UYAR

Başta Garip akımının etkisinde ilerleyen Turgut Uyar, 1950 sonrası Türk Şiiri’ni biçim, dil ve içerik bağlamında kökten değiştiren, özgün yapıtlarla, şiiri geleneksel anlatım kalıplarından kurtararak yeni anlatım olanaklarına kavuşmasını sağlayan İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden olur.

Turgut Uyar’ın şiir dışında, ağırlıklı olarak şiir üzerine yazdığı eleştiri ve deneme yazıları 1950’den başlayarak; Şairler Yaprağı, Türk Dili, Pazar Postası, Yeni Dergi, Forum, Papirüs, Güney, Varlık, Politika, Devinim, Dost, Evrim, Dönem, Kaynak, Yeditepe gibi dergi ve gazetelerde yayımlanır.

Hüseyin Cöntürk ve Asım Bezirci ile birlikte kurucuları arasında yer aldığı Dönem dergisi 1963-1965 yılları arasında yirmi bir sayı yayımlanır. Çağdaş Türk şairleri üzerine yazdığı yazıları “Bir Şiirden” (1984) adlı kitapta toplanır. Kendisi için yazılan eleştiri yazıları “Sonsuz ve Öbürü” başlığı altında yayımlanır. Şiir kitapları Yapı Kredi Yayınları, Can Yayınları, Varlık Yayınları, Bilgi Yayınevi, Kaynak Yayınları, Doğan Kardeş, Ada Yayınları gibi yayınevleri tarafından yayımlanır.

ŞİİRE, TOPLUMA HİZMET ETTİĞİ DERECEDE DEĞER VERDİ

Hece ölçüsüyle yazdığı ve toplumsal konuları işleyen ilk iki kitabı; “... şiire, topluma hizmet ettiği derecede değer veririm”dediği 1949’da yayımlanan; Posof ve Terme’deki taşra hizmeti sırasında yayımladığı şiirlerden oluşan; Anadolu ve köylü sorunları’yla içeriklenen yanı sıra yalnızlık, mutsuzluk, özlem ve aşk temalarıyla bileşen “Arz-ı Hal” (1949) ile Nurullah Ataç’ın önsözünü yazdığı, “Türkiyem” (1952) yayımlanır.

ATAÇ, ZARINI UYAR İÇİN ATTI!

Nurullah Ataç, “Türkiyem”in önsözünde, Turgut Uyar’ın geleceğin önemli şairlerinden biri olacağını şu ifadelerle müjdeler:

Bilmem yanılıyor muyum Turgut Uyar’ı iyi bir şair saymakla? Hiç sanmıyorum. Ne olursa olsun, onun için atıyorum zarımı. Övünerek söyleyeyim, şairler için attığım zar, şimdiye kadar çoğu için iyi geldi, doğru seçtiğimi gösterdi. Turgut Uyar için de iyi geleceğinden hiç şüphe etmiyorum. (...) Bir gün Varlık’ta bir şiirini okudum: ‘Uzak kaderler için’. Ses değişivermişti. Turgut Uyar kendini artık aramıyordu, bulmuştu. O şiiri yazan adamın gönlünde büyük şiirin esmeğe başladığı anlaşılıyordu.”

1955-58 yılları arasında Yenilik, Pazar Postası, Yeditepe, Seçilmiş Hikayeler, Şairler Yaprağı gibi dergilerde yayımlanan şiirlerden oluşan; Uyar’ın dil, tema, imge, anlatım biçimi, biçim/öz ilişkisi açısından büyük bir değişimi yansıttığı, kentlileştiği; ruhsal karmaşaların ifadesini bulduğu kadın, aşk, cinsellik, ölüm imgelemleri eşliğinde bireyin iç dünyası; kentleşmenin getirdiği kuşatılmışlık duygusu, sancılı sorgulamalar ile birey-toplum ilişkisine yöneldiği ve ilk İkinci Yeni kitabı “Dünyanın En Güzel Arabistanı” (1959) okurla buluşur.

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım/ Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından/ Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından/ Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar/ Şu aranıp duran korkak ellerimi tut/ Bu evleri atla bu evleri de bunları da/ Göğe bakalım”

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım/ İnecek var deriz otobüs durur ineriz/ Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya/ Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum/ Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun/ Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam/ Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım/ Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda/ Beni bırak göğe bakalım”

Turgut Uyar (“Göğe Bakma Durağı” şiirinden..)

KEMAL TAHİR’DEN “DİVAN”A ÖVGÜ

Ardından “Dünyanın En Güzel Arabistanı” ile benzer düzlemde olmakla birlikte psikolojik içeriği fazlaca yoğunlaştırdığı,Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazanan “Tütünler Islak” (1962), politize söylemlerle birlikte “Dünyanın En Güzel Arabistanı”ndan başlattığı, kutsal kitaplardan esinli şiir ve gazel nazım biçiminde verdiği ilk örneklerin görüldüğü “Her Pazartesi” (1968) gelir.

Geleneksel şiirin kalıplarından esinli, yeni biçimsel denemelerde bulunduğu, Kemal Tahir’in de övgüsünü alan “Divan”da (1970) çoğunlukla Papirüs, Yeni Dergi, Dost, Türk Dili gibi dergilerde yayımlanan şiirleri yer alır Uyar’ın.

işte suyumuzu kestiler ama masamda yine bir çiçek/ bir çiçeğin akşamı elbet bir çiçeğe benzeyecek/ nasıl güzel nasıl diri bir çiçek/ dipdiri adamlardan biri bir çiçek/ evet ben son ve kesin umuduyum bir paket cigaranın/ bir köhne camekânda sararmış alıp içmemi bekleyecek/ sonsuz camekânda/ başlangıçsız bir çiçek”

Turgut Uyar (“Divan” kitabındaki “Beklemiş Bir Paket Cigaranın Son Umudu’na” adlı şiirinden)

Dönemin sınıf mücadelesini yansıtan, halk dilinde yazılı ve karamsar bir dünyanın dışavurduğu “Toplandılar”, 1974’te yayımlanır. Tomris Uyar’la birlikte çevirdikleri, Hürriyet Yayınları’nca yayımlanan Lâtin filozof şairi Titus Lucretius Carus’un (M.Ö. 97-53) “Evrenin Yapısı” ile 1975 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü alırlar. İlk “Toplu Şiirler”inin tarihi ise 1981’dir.

UYAR: “YAŞAMI HİÇ SOLGUN BULMADIM”

Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandığı “Kayayı Delen İncir”de (1982) söz umuttadır: “Yaşamı anlamsız bulduğum zamanlar oldu ama hiç solgun bulmadım. Ayrıca solgun ve anlamsız olan dirimin kendisi değil, yaşam içinde, yaşamı belirleyen yaşama parçalarıdır. Yaşamı anlamsız bulsaydım, Kayayı Delen İncir adını vermezdim kitabıma.” Dün Yok mu” (1984) kısa şiirlerinden oluşur.

Cemal Süreya, şu değerlendirmede bulunacaktır: Son üç kitabında (Toplandılar, Kayayı Delen İncir, Dün Yok mu) sonsuzluk, dünyanın büyüklüğü içinde küçük durumlara eğiliyor. Sanırım, bu üç kitap onun yeni bir evresidir. Sözcük merkantalizmini bırakmış. İmgelerin yerine adları koyarak dünyayı çok daha dolaysız bir algılama yolu seçmiş. Bütün bu değişikliklere karşın, eski şiirinden çok ayrı bir plana geçmiş değil. Şiirinin bir yanını alıp geliştirme çabası içinde.”

Süreya yıllar sonraki bir başka değerlendirmesinde ise Turgut Uyar şiirinden daha emindir: “Büyük bir gövdedir onun şiiri. Kımıldadıkça kendine benzer yeni gövdeler hazırlar, çoğaltır. Bir anıttan çok bir dirim belirtisidir. (...) Tek tek şiirleri yok, şiiri vardır.”

Tomris Uyar da Turgut Uyar’ın kendi şiir kitaplarını nasıl nitelediğini şu sözlerle aktarır: “Turgut Uyar’a sorarsanız, Dünyanın En Güzel Arabistanı şiirsel bir notlar dizisi, onu izleyen Tütünler Islak bir şiirler kitabıdır. Aynı şekilde, Her Pazartesi, yine şiirsel bir notlar dizisi, Divan bir şiirler kitabıdır. Bu saptama, Toplandılar ile Kayayı Delen İncir arasında da geçerlidir.”

AŞKIN ÖLÜMSÜZ ŞAİRİ

Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü kazandığı “Büyük Saat” (1984), “Bir Şiirden” (1984) sonraki yapıtlarıdır. Aşk ve sancılı ayrılık şiirlerinin de ölümsüz şairidir Turgut Uyar.

1960 sonrası değişen toplumsal-siyasal ortamının şiirine etkisini 1963’te Dönem dergisinde yayımlanan “Çıkmazın Güzelliği” adlı yazısında açımlar Turgut Uyar: “Toplum değişiyor, insan değişiyor, insanın ilişkileri ve sorunları değişiyor. Ülkemizde en azından birtakım kavramlarla yeni yeni karşılaşıyoruz. Şiirin en azından artık bir avunma, oyalanma değil, belki bir önerme olduğu anlaşılıyor.”

Feridun Andaç’ın değerlendirmesiyle; “Turgut Uyar, şiirdeki farklı yönelimlerin verimlerine ulaşarak karşımıza çıkardığı şiir/şair manzarasında; bütün bildiklerimizi de hatırlayarak, ama bunlara da çok sadık kalmayarak, ‘yeni’ye nasıl/niçin/neden bakmamızı önermektedir bir bakıma. Turgut Uyar, yinelemeyi ve çoğaltmayı sevmeyen bir şairdir. Şiire sadakati de bundandır. Arayış içinde olduğu kesin. Bu, yeni sesin/biçimin arayışıdır. Oysa poetikasının oluşmuş/olgun bir dokusu vardır. Nasıl Dağlarca çoğaltmacı, Cemal Süreya duralayıcı, İlhan Berk sürekli geçişlere/kaçışlara açıksa; Turgut Uyar da biçimleyici ve ses arayıcısıdır sürekli.”

22 Ağustos 1985’te evinde yaşama veda eden Turgut Uyar’ın ardından oğlu Tunga Uyarşöyle diyecekti: Sevmek ve içmek, ikisini de sonuna kadar kullandı. Ama sevdiği için değil, içtiği için öldü”.Değerli anılarına saygıyla.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler