Okumak iyileştirir
Edebiyat ve psikolojinin buluşması: ‘Edebiyat Terapi - Yoksunluktan Varoluşa’
Kendini bildi bileli bir Cumhuriyet okuru olduğunu söyleyen Özgüzel’in ofisi gazetemizin kupürleriyle bezeli.
Psikolog Mine Özgüzel’in hayatını, çocukluğunu, kişiliğini ve kimliğini oluşturan varoluşçu yazarlar, meslek hayatında da yepyeni bir yolun kapılarını aralıyor: Varoluşçu Terapi
İstanbul Üniversitesi Umumi Psikoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra mesleki yaşamına Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanes Çocuk Nöroloji servisinde başlayan Mine Özgüzel, daha sonra Şişli Etfal Hastanesi Nöropsikiyatri Kliniği’nde çalışmalarına devam ediyor. Lise yıllarında felsefe hocasının yönlendirmesiyle Dostoyevski ile tanışan Özgüzel, hayatının geri kalanında ise “ailem” dediği varoluşçu yazarlarla derin bağlar kuruyor. Simone de Beauvoir, Jean-Paul Sartre, Albert Camus, Virginia Woolf, D.H. Lawrence gibi yazarlar, Özgüzel’in edebiyat okumalarıyla psikoloji çalışmalarını buluşturan isimler.
Mine Özgüzel hep arkadaş, bir dost gibi gördüğü varoluşçu yazarları “Edebiyat Terapi - Yoksunluktan Varoluşa” isimli kitabında, ayrı başlıklar altında inceliyor. Kitapta yazarların yaşamlarından, edebiyata kattıklarından, kendi yaşamındaki izlerinden bahseden Özgüzel, edebiyatla terapinin buluşma noktalarını şu sözlerle anlatıyor: “Edebiyat ve terapi aslında aynı ortak nesneye hizmet ediyorlar, yani iç ruhsal yapının çatışmalarına. Ancak algıda ve yaşamsal yapıda ayrılıyorlar. Edebiyatçılar bilinçaltında yaşanılan, bizim için gerçek olan, hatta tek gerçek olan çocukluğu ve çocukluk senaryolarını yazıyorlar. Bunu yazarken de son derece cesur ve çıplaklar. Terapi ise bilinçaltında yaşanan bu çatışmaların tezahürlerini, yani semptomlarını çözüyor. Bizler için çok önemli olan ödipal senaryolar ve çocuklukta yaşanılan geçmiş tek gerçekse, biz şimdiyi yakalamayı ve hepimizde en büyük endişe olan geleceği oluşturmayı istiyorsak, geçmişimizi bilmeden, tanımlamadan, şimdiyi oluşturamaz, geleceği yapılandıramayız. O zaman bizim gelecek kaygımız ve şimdiyi oluşturmamızın temeli çocukluktur. İşte edebiyatçıların, bütün cesaretlerini toplayarak o ısdıraplara ve çatışmalara rağmen; çocukluk geçmişlerini, ödipal senaryolarında yaşadıklarını, sancılarını, ruhsal çatışmalarını anlatmaları, bizlerin, hayal dahi edemeyeceğimiz bilinçaltına girişi getiriyor. Okurken, edebiyatın bu anlatımları, bu kavramlar sanki nöronlarımdan sızıyor ve bilinçaltıma giriyor. Ama tabii ki bunlar süreçlerle oluyor.”
‘Bir kitap okumak, bir yazarı dinlemek’
Dostoyevski ilebaşlayan okuma yolculuğu, varoluşçuları tanımlamasını sağlıyor Özgüzel’in. Varoluştan Sartre’a gidiyor; “O sıralar en önemli problemim, kendimi özdeşleştirebileceğim birinin yokluğuydu, yani kadınlığımın tanımı yoktu ve tanımımı arıyordum” dediği dönemde ise Sartre’dan Simone’a... Simone ise Albert Camus’ye bir kapı açıyor; Camus’den Lawrence’a, sonra Wolf’a ve Zweig’a ulaşıyor. Peki neyi anlatıyor bu yazarlar? Ne anlatmak istiyor? Anlatılanın gerçeği ne? Bu sorular ekseninde bir kitap okumanın, bir yazarı dinlemek gibi olduğunu söyleyen Özgüzel, bir süre sonra danışanlarıyla da aynı şekilde ilişki kurmaya başladığını fark ediyor: “Danışanlarımı, bir kitabı okur gibi, bir yazarı anlamak ister gibi, sanki bir edebiyat eleştirmeni gibi dinlediğimi görmem; daha soyut, daha kavramsal yorumlara gitmemi sağladı. Bir defa çok enteresan bir şey oldu, bir danışanımı dinlerken kafamın karıştığını gördüm. Yazarların kendi çocukluk travmalarını anlatırken, anlatımları içerisinde kullandıkları cümle yapılarının, karşımdaki insanla eş olduğunu görmeye başladım. Sonra ‘Sen, şu yazarın şu kitabını okumalısın’ gibi öneriler başladı ve insanlardan ‘O yazarı okuduktan sonra çoğu şey oturmaya başladı’ gibi dönüşler aldım.”
Anlam arayışında yol gösterici
Peki herkes kitap okumayı istiyor mu? Bu yöntem bütün danışanlarda uygulanabilecek ve sonuç verecek bir yöntem mi? Mine Özgüzel, bu yaklaşımın katı bir yaklaşım olmadığını ve terapinin sadece edebiyat okumaları üzerinden gidemeyeceğini söylüyor. Danışanlarıyla geçirdiği seanslarlarda, varoluşçu yazarlar ve kişiler arasında benzerlikler olduğunu fark ederse, karşısında kitap okumayı seven biri varsa sistemin olumlu sonuçlara yol açabileceği görüşünde. Özgüzel, edebiyatın da her sanat dalında olduğu gibi yaşamda anlam ararken bir yol gösterici olduğunu düşünüyor ve okuma yöntemleriyle ilgili şu önerilerde bulunuyor: “Okumalarda da çok önemli bir şey var: Yazarı anlamak üzere okumak. Okurken ilk önce kendinizi değil yazarı anlamak, yazarı tanımlamak, o yazarın diğer eserlerine gitmek, o yazarı anlatan yazarlardan da yazarı okumak çok önemli. 14 - 15 yaşında bu bilinçte değildim, o yaştan itibaren 30 yıl süren bir okuma sürecim var. İçe dönük, az konuşan ya da konuşmayan, kendi kimliğini tanımlamayıp kendine bir yer edinemeyen bana; o yalnızlığımın içerisinde öyle dost öyle arkadaş oldular ki, hâlâ öyleler. Tanımadığınız bir insan ve tanımadığınız bir insanı yaşayarak onun hayatına girebiliyor, onu hayatınıza alabiliyorsunuz.”
En Çok Okunan Haberler
- Almanya'da 'Noel pazarına' araçlı saldırı
- Gazeteci Özlem Gürses gözaltına alındı
- 'Neredeyse 2 hafta oldu'
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Otel ve villa yapılacak
- 10 milyon dolarlık ödülü kaldırdılar!
- Üniversiteden skandal ilan
- 'Ekonomist Erdoğan'ı sordu, yanıt İmamoğlu oldu!